Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

ÜÇ ANA BAKIŞ AÇISI: MUHTAR TANRI, MECBUR TANRI VE İLLA BİLLÂH

– 86 –
Fiillerin Tecellisi ulaşılması gereken önemli bir noktadır. Fakat risklerine karşı temkinli, tedbirli olmak gerekiyor. Kişi o hali bir kitaptan, bir yazıdan okuduğunda şu tür bocalamalara düşebilir: Henüz tanrılık iddiasından kurtulmadığı halde okuduğu bilginin cazibesiyle kendini kurtuldum sanabilir, ben artık fiillerin tecellisini yaşıyorum diye düşünebilir. Eğer o hali yaşamıyorsa, bu sanışlara düşerse yanılır. Mesela, “günahlar da Allah’ın emirleri, günah denilen şeyler de O’nun emirleri” der ve yanılır. Gerçekte öyle değil mi? Evet, öyle. Biz bir şeyleri “iyi-kötü, doğru-yanlış” diye tanımlarız ama bu tarifler bize göre şeylerdir. Yaptığımız o tariflerin göreceli olduğunu biliyoruz. Aslında “yanlış, günah, kötü” diye tarif edilen şeyler de Allah’ın emri, O dilemese olmaz. Dilemese öyle bir şey olması mümkün mü? Fiillerin tecellisi halini okuyan kişi, kendisinin kurtulduğunu sanan bir tanrı ise şöyle düşünebilir: Ben bazı yanlışları yapıyorum ama onları Allah da diliyor, aslında sorumluluğumun olmaması lazım. Buna benzer düşünür ve hayata böyle yaklaşır. Hayatta buna benzer olaylarla karşılaşabiliriz. Karşılaştığımızda ne yapacağız? Yanlış bir hoşgörüye düşmemeye dikkat edeceğiz. Çünkü fiillerin tecellisini okuduğunda insanı en fazla tereddüde düşürecek şeylerden birisidir ki, yanlış bir hoşgörüye girilebilir. Yanlış yapanlara bakıp “o da Allah’ın emrini yapıyor” deyip yanlış bir hoşgörüye girilebiliyor. Bu düşünce yanlış yorumdan kaynaklanıyor. Elbette hepsi Allah’ın emridir. Yani onlar Allah’a rağmen mi tanrılıklarını ilan ediyorlar? Hayır. Onlarda dilenen de bu; tanrılıklarını ilan etmeleri. Ama bu gerçeği fark edince tuzağa düşmemek için ne yapmalıyız? Burada zihinlerin henüz beşer olduğu için çözemediği, ama Rab Sistemi içerisinde yeri olan bir şey var, nasıl olduğunu ancak uygulayarak yani yaşayarak fark edebildiğimiz bir yol gösterici var. O İnsan-29 ve İnsan-30 ayetleridir.
EFENDİMİZ (SAV) BİZİM AYAR TAŞIMIZ.
YAŞAMI ORAYA BAKIP BELİRLEYECEĞİZ

Siz hayata İnsan-30’a göre baktığınızda “dileyen ancak Allah’dır” dersiniz, yanlış yapılanlar dâhil her şeyin Allah’ın dileği olduğunu fiillerin tecellisi konusu içerisinde görür, kabul edersiniz. Bu bir imandır ve doğrudur. Ama karşınıza çıkan olaylarda nasıl davranacaksınız? Olayların hükmü İnsan-30 kapsamında ama siz sizin için doğru davranışı nasıl seçeceksiniz? İşte o zaman İnsan Suresi 29. ayet devreye girer: “Dileyen Rabbini seçer, Rabbine yönelir.” Ayet bize böyle davranmayı önerir. Öyleyse biz kesinlikle İnsan-29’a göre hareket edeceğiz. Nasıl mı? Fiillere bakacağız. Bizden çıkan veya başka yerde rastladığınız fiillerden Allah razı mı? İnsan-29’u uygulamak için bu sorgulamayı yapmak gerekiyor: Bu fiilden Rabbim razı mı? Böyle emir verdi ama razı mı? Allah’ın razı olup olmadığını nereden, nasıl anlarız? İşte o zaman devreye EFENDİMİZİN SÜNNETİ girer. Dolayısıyla bu tür çalışmalarda denir ki; hep ayağınızın birisi Efendimiz’in hayat tarzında sabit duracak, oradan hiç kıpırdamayacak. Öbürü? Öbürü de onun yanında! O orada sabit dururken ayağın birini açacağız. Ama nasıl? İlimle! Diğer ayağı ilimle açacaksınız. Hem de açabildiğiniz kadar açacaksınız. Ama Efendimiz’in hayat tarzında çakılı, sabit dururken. Orada sabit duracaksınız, o kıpırdamayacak, orada sabit durarak açacaksınız. O çünkü senin mihenk taşın, Efendimiz (SAV) bizim ayar taşımız. Efendimiz’in hayatı ayetlerin ve hadislerin yaşanış hali olduğu için, “bu fiil Allah’ın razı olduğu bir davranış biçimi mi?”yi oraya bakıp belirliyoruz. İşte bu, sizi İhlâs Hayat Döngüsü’nde, “B”de ilerletecek en önemli davranış biçimidir. Demek ki fiillerin tecellisini fark edince de “Allah’ın razı olduğu” fiilleri kendimize hedef edinmek, buna çok özen göstermek gerekiyor. Çünkü tasavvuf adına bilgi öğrenenlerin düştükleri çok önemli tuzaklar vardır. Ve o tuzaklar onları takliden yaşayanlardan da geriye götürür. Biri de burasıdır.
ÜÇ ANA BAKIŞ AÇISI: MUHTAR TANRI,
MECBUR TANRI VE İLLA BİLLÂH.

Bir kere Allah’ın razı olmadığı fiili yapana bakıp onun gibi yapmamak lazım. Bazen soruluyor, “o kötü birisi” gibi yorumlar yapmayıp, yorumsuz kalmak mı gerekiyor?” diye. Bir yorum yapmak gerekirse, bu yolda olanın yapacağı şey, en azından buğz etmektir, yani “bu iyi bir davranış değil” demektir. Hatta o buğzu ederken dilimizde de korunma duası olmalıdır. Allahım bizi koruyuver, muhafaza ediver, bize o tür emirler vermeyiver. Yani bir kişiyi, bir olayı analiz ederken kuracağınız cümleler Allah’ın emriyle didişen ve karşıdakini kınayan, yüz yüzeyseniz onurunu kıran cümleler olmamalıdır, o hale dönüşmemelidir. O hale nasıl dönüşmez? Korkup Allah’a sığınırsanız, “Allahım öyle emirler verme, biz öyle olmaktan çok korkarız” derseniz. Fatiha’da var: “Ğayril mağdubi aleyhim ve laddaalliiyn: Allahım bizi sapanlardan ve nankörlerden yapma” diyerek sığınıyoruz değil mi? Olaya bir dua fırsatı gibi de bakmak lazım.
İnsan Suresi 30. ayet aslında bu söylediklerimizi hayat tarzı haline getirmekte çok önemlidir. Bu ayete bakıştaki üç ana idrakı bu vesileyle hatırlayalım. İlk grup: “Benim kendime ait aklım, iradem, gücüm var. Allah iyiyi ve kötüyü belirtiyor. Seçtiği elçisi de iyi ve kötünün nasıl uygulanacağını göstermiştir. Ben bunlardan yararlanarak iyiyi tesbit eder uygularım, böylece cenneti kazanırım. Benim ne yapacağımı Allah ilmi gereği önceden bilir. Kulu olarak ne yapacağımı önceden bildiği için de onu yaratıyor” der, böyle düşünür ve inanır. Bilin ki, bu inanıştaki kişi bir tanrıdır. Çünkü bir iddiada bulunuyor, kendindeki Rab Gücü’ne “benim gücüm” diyor. O güce sahip çıkmak, “ben de kendime göre bir rabbım” demektir, “gücüm çerçevesinde muhtarım, karar veririm” demektir. Bu haliyle o bir tanrıdır, “muhtar tanrı”dır. İkinci grup: “Ben dileyemem, dileme gücüm yok, Allah diler, O ne dilemişse ben onu yaparım” der. Yine bir tanrı var, ama Allah diliyor, sonra da o. Bu “mecbur tanrı”dır. Zavallı, mecbur ama tanrı! Bu diğerine göre önemli bir mertebedir. İkisi de nefsine zulmeden pozisyonda olmasına rağmen muhtar tanrı hiç affedilmeyecek bir nefse zulüm haliyken, mecbur tanrılık ilerde kurtulabilecek bir nefse zulümdür. Üçüncü grup: Bir hal de var ki İlla Billâh… DİLEYEN YOK İlla Allah: Ve ma teşaune illa en yeşeallah. Bu ayete onlar böyle bakar ki ayete asıl bakış budur: İlla Allah, İlla Billâh. Bu üç ana bakış açısı anlaşıldı mı? Muhtar Tanrı, Mecbur Tanrı ve İlla Billâh. “B” hayatının bakışı İlla Billâh’tır. “B” Takdim Formu”na girilen noktada sabit kalabilmek için “İlla Billah” bakış açısının hayat tarzı haline gelmesi şarttır.
FİİLLERİN TECELLİSİNİ YAŞIYORSANIZ
SİZ O FİİLİN İÇERİSİNDESİNİZDİR

Kişi mecbur tanrı pozisyonundaysa kendini “B” Takdim Formu”nda sanar. Yan caddededir, asıl yere girememiştir. Ama o bahçenin kokusunu hissederek ilham alıyor ve kendini bahçede sanıyor, o konuda nefs-i mülhime yapıyor. Hala tanrılık var. Tanrılık olduğu sürece “B” takdiminde sabit kalmak mümkün değildir. Tanrılık varsa, yazılarımızda bahsettiğimiz Şekûr hali, Hamid hali, Şehid hali; ilmel yakin; fiillerin tecellisi; keşif kapısı gibi hallerin hiçbiri olmaz. Olabilmesi için Amentü Billâhi ve Amentü Bilkaderi’nin dilde, halde ve fiilde başlamış olması şarttır. Bunun başlayabilmesi için de İnsan Suresi 30. ayetin asıl idrakı olan “İlla Billâh hayat, B yaşantısında hayat” önemlidir.
Bir yazıda fiillerin tecellisini okuduk diyelim. Peki biz Fiillerin Tecellisi’nde miyiz (onu yaşıyor muyuz?), bunu nasıl anlarız? Fiillerin tecellisi önce sanışla başlar, kişinin kendini bahçede sanışıyla başlar. Kişi kendisini fiillerin tecellisinde sanar ki bu çok önemlidir. Onun bu sanışını tenzili rütbe gibi düşünmeyin, o önemli bir basamaktır. Bu kişinin fiillerin tecellisini yaşaması şöyledir: Önce fiili yapanı görür, sonra “aslında o fiili o yapmadı, o fiilin emrini Allah verdi” der. Önce tanrının yaptığı fiili görür, sonra düzeltir. Bu çok önemli bir başlangıçtır, ama henüz “gerçek Fiillerin Tecellisi” değildir. Bir tanımlama var, dikkat ederseniz. Esma’ül Hüsna’da olduğu gibi bir tanımlayan var. Dedik ki tanrılar âlemi Esma’ül Hüsna’yı tarif eder, kendisi tanım koyar. Mesela “Allah’ın hatırını kırmayalım, biz buraya Kâdir diyelim” der. Başka bir şey de diyebilirdi, demiyor. Fiillerin tecellisinde kişi kendisi bir tanım koyuyor: “Aslında bu o şahsa ait gibi gözüküyor ama Allah’ın emri.” Olsun, bu yine de önemli bir başlangıçtır, çok önemli bir mertebedir, çok önemli bir hayattır. Ama esas fiillerin tecellisi bu değildir. Fiillerin tecellisini yaşıyorsanız siz o fiilin içerisindesinizdir. İnceleyip önce o işi yapan kişiyi görüp, sonra oradan fiile gitmezsiniz. Bu yüzden Hazreti Ebubekr Es Sıddıyk diyor ya; “ben neye bakarsam önce Allah’ı görürüm, sonra baktığım şeyi görürüm”. Bunun antrenmanını yapmak lazım.
NEYE BAKARSAM ÖNCE ALLAH’I
SONRA BAKTIĞIMI GÖRÜRÜM

Eğer bir kişi Fiillerin Tecellisi’ni bize İngilizce öğretilişi gibi yaparsa başaramaz. Biz de İngilizceyi o yüzden bir türlü başaramıyoruz, yanlış öğrettiler çünkü. Ortaokuldayken öyle bir öğrettiler ki, öyle şartlandık ki silemiyoruz. Öğretmenimiz bize İngilizce konuşmayı öğretirken dedi ki: Size birisi İngilizce cümle söylediğinde hemen Türkçeye çevirin, cevabı Türkçe oluşturun, sonra İngilizceye çevirip söyleyin. Bunu o kadar hızlı yapmaya alıştık ki, bir İngilizce cümle duyduğumda, bir filmde dinlediğimde onu önce hızla Türkçeye çeviriyorum, İngilizce dinlemiyorum. Cevap vereceksem, Türkçe bir cevap oluşturup onu İngilizceye çevirip söylüyorum. Bu şimdi İngilizce konuşmak mı? İngilizceyi refleks olarak konuşan onu bir başka dile çevirir de mi konuşur? İngilizce konuştuğunun farkında bile değildir. Biz Türkçe konuştuğumuzu düşünüyor muyuz? İçindeyiz. Halbuki ben o sistemde İngilizce konuşunca İngilizceyi tarif ediyorum. Önce Türkçe düşünüp sonra İngilizce bir tarif yapıyorum ve onu sunuyorum. İngilizce konuşan bir tarif yapmıyor, o İngilizcenin içinde. İşte Fiillerin Tecellisi de böyledir: Bir tarif yapmıyorsunuz. “Onu şu yaptı, ama aslında o Allah’ın” gibi düşünüşler Allah’a tercüme yapmaktır. Çok iyi bir başlangıçtır ama tercümedir. Ben de size söylediğim şekilde çat pat İngilizce konuşuyorum, yani iyi bir başlangıç. Ama ondan kurtulmak gerekiyor, ilerlemek için ondan kurtulmak şart. Dolayısıyla fiillerin tecellisi için de bu yaklaşım çok önemli bir başlangıçtır, çok önemli bir mertebedir, fakat ilerleyip ondan kurtulmak gerekir. Neden? Çünkü bir tarif var. İşte o tariften ve tarif edenden kurtulmak gerekiyor. Ondan kurtulunca Hz. Ebubekr Es Sıddıyk’ın şu sözünü anlarız:
Neye bakarsam önce Allah’ı sonra baktığımı görürüm.

HİSSETMEK VE MUHTARİYET -86-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti