Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay

TÜRKLERDE KADIN – Kocatepe Gazetesi

Muharrem Günay 18 Eylül 2010 Cumartesi 03:00:00
  İslam’dan önceki Türk Toplumu’nda kadının çok ayrı bir yeri ve önemi vardı. Kadınlar erkekle eşit bir varlık olarak saygı görürdü. Aile tek eşli-liğe dayanırdı. Kız çocukları hor ve aşağı görülmezdi. Çocuklar üzerinde baba kadar ananın da hakkı vardı. Hakanların yazdığı fermanlara “Hakan ve hatunun emri“ ifadesi ile başlanırdı. Ülke yönetiminde kadınlar da söz sahibi idi. Resmikabul ve törenlere hakanların yanında eşleri de katılırdı.
İslamiyet’ten önceki devirlerde Kurultay toplayan, devlet yönetiminde ve sosyal hayatta etkili olan Türk kadını bu üstünlük ve faziletini İslami devirlerde de uzun bir süre sürdürmüştür.
16. yüzyılda Türkiye’ye gelen Fransız elçisi
(B.dela Broquere ) Türkmen kadınlarının erkeklerden kaçmadığını, çok güzel ve iffetli olduklarını anlatırken Dulkadiroğulları’na bağlı 30 bin kadın süvari bulunduğunu, erkek gibi silah tutup savaştığını söyler ki Dede Korkut destanının tasvirlerine tamamıyla uygundur. Aşıkpaşa Zade’nin Anadolu’da bulunan “ Bâcıyan-ı Rum Taifesi “ ( Bacılar Ordusu Teşkilatı ) adı ile bu Türkmen kadınları kastettiği sanılmaktadır. (O.Turan, T.C.H.M. cilt 1,130)
Bilhassa şehzadelerin yaşlarının küçük olduğu dönemlerde şehzadeler belirli bir yaşa gelinceye kadar devlet şehzadelerin anaları tarafından yönetilirdi.
Karahanlılar ve Selçuklularda Terken unvanını taşıyan sultanların eşleri sadece hükümdarlara ve siyasi meselelere tesir etmekle kalmıyor; bizzat idare ve siyaset içinde de mühim roller oynuyorlardı. Nitekim Terkenlerin kendile-rine ait yurtluk ( ikta ) vilayetleri, bunları idareye memur divan teşkilatları, askerleri ve kendi hazinelerine akan mühim gelirleri vardı. Bu durumları ile hatunlar feodal devlet bünyesinde, ikta ve asker sahibi beyler gibi; mühim bir mevki işgal ediyorlardı. ( O.Turan/127 ) Selçuklu Sultanları nasıl ki “ Cihan Padişahı “ adıyla anılıyorsa, sultanların eşleri de “DÜNYA MELİKESİ“ unvanını taşıyorlardı.
Dede Korkut Hikâyeleri’nde de Türk Kadını kutsaldır; güzeldir, kocasının yardımcısıdır; ailede fikirleri esas alınır. Kadın aynı zamanda milli bir kahramandır, yenilmez bir savaşçıdır. O erkeklerle değil; erkekler onunla yarışır. Türk kültüründe kadının en belirgin iki özelliği vardır. Bunların birincisi “Kahramanlık“, ikincisi “Analık“tır.
Dede Korkut hikâyelerinde “Evin direği“ diye nitelendirilen Türk kadınları öve öve bitirilemez:
“Beri gel başımın bahtı, evimin tahtı,
Evden çıkıp yürüyünce selvi boylum,
Topuğundan büklüm büklüm kara saçlım.
Kurulu yaya benzer çatma kaşlım.
Çift badem sığmayan dar ağızlım
Kavunum, yemişim, düvleğim…”
Türk kadının bu parlak ve üstün durumu ne yazık ki çok uzun sürmedi İstabul’un fethinden sonra Bizans’ın, Arabistan ve Mısır’ın fethinden sonra Arap toplumunun kural ve gelenekleri yavaş yavaş Osmanlı toplumu üzerindeki etkisini göstermeye başladı. Buna bazı din kurallarının dar ve yanlış yorumları da eklenince kadının statüsü gelişeceğine gerilemeye başladı.
“O kadar ki, 19.yüzyılda bile, İstanbul’da beyaz kadınların köle olarak eşya gibi alınıp satıldığı, çalışmaları resmi şekilde düzenlenmiş pazarlar vardı. Bu pazarlar ancak 1848’de köleliği yasaklayan milletlerarası anlaşmaların kabulü üzerine kapatıldı. 19.yüzyılda İstanbul’da, yalnız padişah sarayı değil, devlet ricalinin, Şeyhulislamların, kadıaskerlerin konakları, satın alınmış veya eşya gibi hediye edilmiş düzineler, hatta yüzlerce kadınla dolu idi.” (Prof.Dr. A.Mumcu ve arkadaşl. Atatürk İlkeleri ve Inkılap Tarihi 2, 212; Enver Ziya Karal, “ Atatürk ve Kadın Sorunu “, 121,122)
Köle olmayan, “hür“ kadınların durumu da hiç parlak sayılmazdı. Çünkü onlar da ikinci sınıf insan muamelesi görüyorlardı.
Erkeğin birden çok kadınla evlenmesi, dilediği zaman tek taraflı olarak kadınların boşanması çoğunlukla kız çocuklarının eğitim hakkından yoksun bırakılması, ancak bir avuç ayrıcalıklı kadının özel öğretmenlerle eğitim görebilmesi, kadınların iş hayatından uzak tutulması gibi eşitsizlikler 20. yüzyıla kadar devam edip geldi.
Bir zamanlar Osmanlı ve İslam Dünyası karşısında her bakımdan geri olan Avrupa, İslam Dünyası karşısında hızla ilerliyor, kalkınıyor,bir çok İslam ülkesi Batılıların sömürgesi altına giri-yordu. Osmanlı aydınları bu geri kalmışlığın üzerinde durmaya ve bu konuda fikir üretmeye başladılar. Buldukları sebeplerden birisi de “ Kadınların, eğitimden, hak ve özgürlükten yoksun oluşları “ idi.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER