Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Ramazan Balkan
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

TÜRK TEHCİRİ-IX – Kocatepe Gazetesi

Ramazan Balkan 22 Şubat 2012 Çarşamba 02:00:00
  Yollara Dökülen Muhacirler
Balkan Türklüğü 1877/78 Osmanlı-Rus Harbi ve 1912/13 Balkan Savaşları sırasında acımasız bir soykırıma uğratıldı. Balkanlarda yer yerinden oynamışçasına bir uğuldamayla bulabildikleri her vasıta ile Muhacirler kaçmaya çalıştı . Kendisi de Tuna’lı bir muhacir olan Ş. Süreyya Suyu Arayan Adam adlı eserinde bu kaçışı şöyle anlatır;
“Muhacirler yuvalarını, topraklarını doğdukları yerlerde bıraktıktan sonra, zahire, kap, kacak, yorgan, döşek, namına ne alabilirlerse, iri öküzlerin çektiği ağır arabalara atarlar, yollara dökülürlerdi. Kadınlar, çocuklar bu yüklerin üstüne bindirilirdi.
Bu perişan kafileler, eski fetih ordularının Balkanlarda, Tuna’da ve daha ötede yerleşip, köy şehir, kale kuran eski fatihlerin geri dönen çocuklarıydı.
Şahin atlar üzerinde Avrupa’ya giden ataların bu çocukları, şimdi her tarafından torbalar, bakraçlar sarkan bu gıcırtılı arabalarla, yüzyıllarca süren egemenliğin ellerinde kalan bu hazin artıklarını geriye doğru taşıyorlardı.”
Balkan Savaşlarını La Matin Gazetesi’nin muhabiri olarak izlemek amacıyla 12 Ekim 1912’de İstanbul’a gelen Stephane LAUAZANNE kaleminden bu kaçış şöyle anlatılır;” İlk kafileye İstanbul’un 20 km ötesinde rastladım. Ondan sonra ardı arkası kesilmedi. Bazı fakirler, ihtiyarlar, kadınlar ve çocuklar ufuktan bize doğru; kendilerini kovalayan görünmeyen güçten korkarak, şaşkın ve telaşla kaçıyorlar. Hepsinde iki üç parça ıvır zıvır vardı. Kimi eşyasını omzunda, kimi el arabasında taşıyor götürüyordu. Bazısı da eski bir manda arabasına doldurmuş sürüp gidiyordu. Hepsinin yüzünde korku, izleri, hepsinin halinde şaşkınlık vardı.”
Balkan Savaşlarında savaş muhabiri olan Georges REMOND; “Karşımızda bulunan tepelerden göçmen kafileleri iniyordu. Çamurlar içinde yollarda yürüyorlardı. Öküz ve mandalar arabaları çeki-yorlardı. Arabalar üzerine birer bez parçası gerilmiş ve her birinin altında iki üç aile barınmıştı. Kadınlar ağlıyorlar, çocuklar bağırıyorlardı. Kadınlar dizlerine kadar çamur içinde yürüyorlardı. Bazılarının omuzlarında birer çocuk bulunuyordu.” diyerek bu acıklı muhacereti anlatır.
Türklerin 1683’le başlayan geri çekilme ve soykırım felaketini en iyi anlatan F. Rıfkı ATAY’dır. Bu hikaye aynı zamanda yakın tarihimiz için bir ibret manzumesidir;
“Tuna ortalarında Rus ve Macar ordularına mağlup olduğumuz zamandan beri, her istilanın peşinden yangın, öldürme ve göç geldi. Eski saltanat serhatleriyle Meriç ve Çatalca arasında yanan Türk köylerinin hesabını kim biliyor, satırdan geçen Türk kurbanlarının adedi kimin hatırındadır?
Bizimle harp eden Hıristiyan kavimler kaybettiğimiz topraklarda yalnız Türk hakimiyetini değil, Türk milletine nihayet vermek istemişlerdir. Tuna Türklüğünden geriye ne kaldı ? Teselya buna şahit değil midir ? Hala Sırbistan içlerinde İstanbul rıhtımına muhacir akıyor, niçin?
Avrupa’daki ülkelerimizi istila eden küçük, büyük bütün devletler aynı usulü tuttular. Sulh, ordular arasında harbe nihayet verdi, fakat cinayet, Türk köyünden ve köylüsünden eser kalmayıncaya kadar devam etti. Bir asırdan fazladır Tuna’dan Marmara’ya doğru fasılasız göç seli akıyor. Şimdi ben, İzmir’in ara sıra ölü kokuları esen bir köşesinde şu satırları yazdığım esnada Makedonya ve Balkan Türkleri yine cinayetle boğuşuyor.
Dünyada hangi facia, Avrupa Türklerinin mace-rası kadar uzun ve acıklı olmuştur? Bütün bir asır, o büyük Türk vatanının yangın alevleri ile aydınlık ve kökleri toprağın yedi kat dibinden sökülen Türk unsurunun lanet ve imdat sesleriyle doludur.”
1877/78 Osmanlı-Rus Savaşı ve Balkan Savaşları sonunda İmparatorluğun Rumeli’deki çekirdek ve ana topraklarından göçmüş olarak, Edirne ve İstanbul bölgelerinde yığılan muhacirler Anadolu’ya geçirildi. Anadolu’ya yerleştirilen göçmenlerin yerleşim yoğunluğu, genelde imparatorluğun Anadolu’daki çekirdek ve ana bölgelerini oluşturan bölgelerde kaldı. Bu bölgeler Edirne, İstanbul, Aydın, Ankara, Kastamonu, Bursa, Balıkesir ve Manisa’dır. Genel bir ifadeyle Trakya, Marmara, Kuzeybatı ve Batı Anadolu muhacirlerin yerleşim alanı oldu .
Diğer bölgelerde uzaklık ve iklimin elvermemesi sebebiyle muhacir yerleşimi asgari düzeyde kaldı. Hatta Diyarbakır’da yaşayan Hrıstiyan halk yabancı devletlere başvurarak kendi illerine Rumeli göçmeni iskan ettirmemişlerdir. Bu durum kendi öz halkını kendi toprağında istediği bölgelere yerleştirebilmek iktidarını elden kaçıran İmparatorluk için acı bir durumdur .
Konuyu toparlamak gerekirse gelişme döneminde fethedilen yerlere nakledilip iskan edilen Müslüman nüfus dağılma sürecinde imparatorluktan ayrılan yerlerde kalamamışlar ve anavatan olarak gördükleri Anadolu’ya dönmek istemişlerdir. Bu göçler ile Anadolu’da Müslüman ve Müslüman olmayan nüfus ayrışmış ve ileride oluşturulacak olan Ulus-Devlet Türkiye Cumhuriyeti’nin nüfusunun homojenleşmesini sağlamıştır .

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER