Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

SEN TANRI MISIN? – 98 –

KENDİNİ HİSSETME DUYGUSU VE MUHTARİYETİ TERCİH GÜCÜ. BU İKİSİNİ YAKALARSANIZ ÇOK ŞEYİ ÇÖZERSİNİZ…
Euzü Billahi mineş şeytanir raciym, Bismillahi’r Rahmani’r Rahiym “İnnema emruhu iza erade şey’en en yekule lehu “Kün fe yekün.” Sadakallahul azim. “Bir şeyin olmasını irade etti mi “OL” der ve o şey olur.” (Yasin-82)
Çoğumuzun bildiği bir ayet olduğu için bu ayeti örnek verdik, değilse Kur’an-ı Kerim’de buna benzer başka ayetler de var: KÜN fe yekün; OL der olur. Önceki paylaşımda “VahidülEhadüsSamed olanın Kendini Hissetmesi”nden bahsettik. Çok önemli olduğu için bunu biraz açalım. Konuyu ayetlerden bir kompozisyon ile anlatmaya çalışacağız, dikkatli okumaya, anlamaya gayret edelim lütfen.
Tasavvuf literatürlerinde rastlamayacağınız iki şey: Kendini Hissetme Duygusu ve Muhtariyeti Tercih Gücü. Her iki kavramı da lütfen tefekkür etmeye, önemsemeye ve dikkatle anlamaya çalışın. Çünkü her şey, bütün bilgi ikisinin üstüne bina edilmiştir. Bu ikisini yakalarsanız çok şeyi çözersiniz…
ALLAH, ÖNCE HALK ETTİ, SONRA ONA “OL” DEDİ!
İlmullah’ın vasfı VahidülEhadüsSamed’dir. Şimdi bu vasfa O’nun Kendisini Hissetmesi’ni de ekleyelim: VahidülEhadüsSamed olanın Kendini Hissetmesi! Bunu yakalamaya gayret edin. Kendisini hissetmesiyle birlikte VahidülEhadüsSamed olana Nefs-i Vahide diyelim. Nefs-i Vahide Allah’ın Vahid vasfıyla İlmullah’ta kendisini hissetmesidir, KENDİSİNİ KENDİSİNİN BİLMESİ’dir. Dikkat edin, bu duyguyu tutan ve saflaştıran kazanmıştır…
“Muhakkak ki Allah İndinde İsa’nın oluş meselesi Âdem’in oluş meselesi gibidir. Allah onu topraktan (Mülkün ahirinde) halk etti, sonra ona “OL” dedi (ruh nefhetti), artık o olur.” (Al’u İmran-59)
Biz ayetin “onu topraktan halk etti, sonra ona OL dedi, artık o olur.” kısmına odaklanacağız. İki aşama dikkat çekiyor: Âdem’i topraktan halk etti, sonra ona “OL” dedi. Bu iki basamak önemlidir, bu önemi fark edip anlamamız lazım: Âdem’i topraktan yarattı, sonra ona “OL” dedi. Sonrasında bir detay var: Halk etti, sonra ona “OL” dedi! Lütfen tefsirlere, açıklamalara detaylı bakın ve paylaştıklarımızı o bilgilerle harmanlayın, hamur yapın.
“(Ey Âdemoğlu) andolsun ki sizi halkettik, sonra sizi tasvir ettik. Sonra melaikeye; “secde edin Âdem’e” dedik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O İblis secde edenlerden olmadı.” (A’raf-11)
Ey Âdemoğlu, andolsun ki sizi halkettik (insani manayı takdir ve izhar ettik). Sonra sizi tasvir ettik, suretlendirdik. İki aşamayı fark edin. Parantez içleri yorumdur. Yorumlar kanaattir, meal değildir. Kanaatler meali daha iyi anlayabilmemiz içindir. Oraya kanaat olarak bin yıl önce başka, şimdi başka, bin yıl sonra başka bir yorum yazılabilir, ama ayet değişmez, meal değişmez. Sizi halk ettik (takdir ve izhar ettik), sonra sizi suretlendirdik.
“O’dur ki sizi Nefs-i Vahide’den inşa etti. Müstekar ve Müstevda hale getirdi. Hakikaten; biz, derinlemesine düşünüp iyi anlayan bir kavim için ayetleri tafsil ettik.” (En’am-98)
“NEFS-İ VAHİDE’DEN HALKEDEN” TANIMI ÜZERİNDE DURUYORUZ
Kişi eğer Nefs-i Vahide’yi bilmezse “sizi Nefs-i Vahide’den inşa etti” ayetini nasıl anlasın? Anlayamaz. Okur geçer, alması gerekeni alamaz. Tanımların önemini fark edin. Nefs-i Vahide’yi tarif ettik: VahidülEhadüsSamed’in kendini bilmesi, kendisini hissetmesi Nefs-i Vahide’dir. Bu tanıma şöyle ulaşıyorduk: Bir; Vahid İlmullah’ın vasfıdır. İki; Vahid olan İlmullah Allah’ın Zatından ayrı değildir, Ehad ve Samed’den gayrı değildir. Bu bakışla, İlmullah’ın vasfı olan Vahid’i daim geçerli olan Ehad ve Samed’de düşündüğünüzde VahidülEhadüsSamed tabiri oluşur. VahidülEhadüsSamed’in Vahid olan o alanda kendini bilmesi, kendini Vahidiyet’te hissetmesi Nefs-i Vahide’dir.
“Sizi Nefs-i Vahide’den inşa etti, Müstekar ve Müstevda hale getirdi.” Müstekar, zuhur neticesi istikrar bulma yeridir. Zuhur sonucu sizde bir istikrar bulma yeri oluşturdu. Ve orayı size emaneten kalma yeri (müstevda’) kıldı. “Hakikaten biz, derinlemesine düşünüp iyi anlayan bir kavim için ayetleri tafsil ettik.” Bunları biz anlayalım diye böyle buyuruyor. Derinlemesine düşünüp iyi anlayan için! “Derin düşünüp anlamak” nedir? Tefekkür! Yani şu an yaptığımız! Bu yazıları okuyanlar için de bir sesleniştir bu: Biz ayetlerimizi onlar için tafsil ettik.
“Ey insanlar, sizi Nefs-i Vahide’den halkeden ve ondan da eşini halk eden ve o ikisinden birçok rical ve nisa üretip yayan Rabbinizden ittika edin (O’ndan çekinin, korkun, utanın). Ve ancak O’nunla birbirinizden istemekte olduğunuz Allah’tan ve Rahmlerden de ittika edin. Muhakkak ki; Allah, üzerinizde Rakıyb’dir.” (Nisa-1)
Üzerinde durmamız gereken çok önemli manalar var, ancak biz şimdi “Nefs-i Vahide’den halkeden” tanımı üzerinde duruyoruz.
OKYANUS VE BUZDAN YAPILANLAR ÜZERİNE DÜŞÜNELİM
Kendini Hissetme Duygusu’nu bir adım daha ileri idrakla yakalayabilmek için, çok duyulan klasik bir örnek var, o örneği biraz farklı ele alalım ve örnek daha da yerine otursun. Görünce, “biz bunları yeni söyleniyor zannediyoruz ama bunlar hep daha önce de söylenmiş, örnek bile vermişler” diyeceksiniz. Çoğunuzun bildiği “Okyanus ve Buz” hikâyesi var, oradaki SU ve BUZ’u Kendini Hissetme Duygusu’na örnek yapalım. İnsan beyni kıyas ve somutlaştırma üzerine bina edildiği için bir şeyi anlatabilmek için onu kıyaslayan ve somutlaştıran örnekler vermek gerekir. Ancak mana anlaşıldıktan sonra örneği silelim. Örnek, mananın önüne geçmemelidir, meseleyi anladıktan sonra örnek kalkar. Örnek anlamanıza yardımcıdır, sürekli zihinde tutulacak bir şey değildir.
Bir okyanus düşünün, bu okyanusun yekpare suyunu da “Allah’ın Kendini Hissetmesi” olarak düşünün. Bu sudan çeşitli şekillerde buzlar yapılmış; ağaç, insan, hayvan, ev gibi şekiller, suretler yapılmış, bütün bu suretler buzdan; hepsi buz, hepsi okyanus suyunun dondurulmuşları! Bunlardan birisi de bir insan sureti olsun, o da buz! Bunları okyanusa döktük. Okyanusa döktüğümüz buzların suretleri, şekilleri var ve müstakil gibi hareket ediyorlar. Bu yüzden okyanustan ayrı şeyler olarak fark ediliyorlar. Aslında hiç biri okyanustan ayrı değil! Okyanus suyundan farklılar mı? Tamamen o! Lütfen, örneği yalnızca “Hissetme, Hissetme Duygusu” olarak düşünün, aksi halde örnek açılması gereken kapıyı açmaz, zihninizi saptırır ve kendinizi bir şeyin parçaları sanarsınız. Örneği “Kendini Hissetme Duygusu” ve “İlmi Suret” kavramlarını daha kolay anlayabilmek için veriyoruz. Örnekte, SU Allah’ın Kendini Hissetme’sini, BUZ ilmi suretleri temsil ediyor. Meydana gelen suretler tamamen Kendini Hissetme Duygusu’ndan oluşuyorlar, değil mi? Buz kendisini ayrı sanıyor ama buzun kendini hissetmesi okyanusun Kendini Hissetmesi’nden farklı değil ki! Farklı gibi olan şudur: Buz dediğimizin bir şekli, bir sureti var. Aslında bakın suret nedir: Suret, şekil fikirdir, ilimdir. Böylece Vahid alanına girdik. Buzu düşündünüz, yani suya bir şekil düşündünüz, o suret meydana geldi. Meydana gelen o surette bir ilim, bir bilgi var. Bu haliyle o, suretle ilgili ilmi temsil ediyor. Yani suret için ne düşünülmüşse ilmî suretin şekli görüntüsü o düşünceyi, o fikri temsil eden bir ilim görüntüsüdür; ilmî bir surettir. O suret bir ilimdir, ama onun her tarafı Kendini Hissetme Duygusu’dur. İşte Kendini Hissetme hem ilmi hem de ilmî suretin her yerini böyle kaplar. Bunu fark edin… Kendini Hissetme Duygusu’nun olmadığı bir alan, bir yer, bir mekân yoktur. Peki, mekânsızlık nedir? Mekânsızlık, Kendini Hissetme Duygusu’nun kendisidir. Demek ki gördüğünüz buz “ilim olarak” var. İlmî bir suret olarak var olan o buz, buz halinde de tamamen Kendini Hissetme Duygusu’yladır. O, o duyguyla vardır. Onun buz hali Kendini Hissetme Duygusu’ndan ayrı değil. Biraz anlaşıldı mı? Devam edeceğiz inşaAllah.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER