Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

SEN TANRI MISIN? – 96 –

ANLATTIĞIMIZ HAYATLARIN,
BİLİNÇLERİN DİLİNİ ANLAYALIM
Allah’ı tanıma yolundaki idrakları özetleyerek başlayalım: “A’da A” kendini Rab bilir. “A’da B hissi” Rabbini bilir, yani haddini bilmeye başlar. “A”da A” haddi aştığı için kendini Rab bilerek yaşıyordu. Sonra “eyvah, haddimizi aştık, bu sahte rablıktan kurtulayım, Rabbimi arayayım” deyip Rabbini bilir, yani O’nu arar. Israrlı ve iyi arıyorsa her gün yeni bir tarif yapar. “Rab şudur, Rab şuradadır” diye sevinçle her gün yeni bir tarifle gelir. Ama bir sonraki tarifiyle birlikte, dünkü tarifin yanlış olduğunu görür. B0 Noktası’nı geçerse artık Rabbinden bilir: Vehmin zulmetinden kurtuldu Rabbinden biliyor. O ilmi surete artık vehim hâkimdir. İlmi suret işe daha hakim hale gelince Rabbi bilir. Sonra bilen olmaz; İLLA BİLLAH… İnce nüansı, gördünüz mü; “Rabbi bilir” halinden sonra Rab kalmaz: “B’de B’siz”lik. Buradan itibaren artık “Rab” kelimesi yoktur. Vehmin tasarrufu da kalktı, artık Rab kelimesi yok; İlla Billah… Arifi Billâh; İlla Billah…
Bu anlattığımız bilinçlerin, hayatlarının bir dili vardır. Nasıldır? O dil o kadar önemlidir ki bakın: “A’da A” İDDİA SAHİBİ’dir, “Ben Varım”dan “Ben Müthişim”e kadar varan bir iddiası vardır. O “aslında ben her şeyim!” der. Eğer onda yeni hisler başlar da haddini bilmeye başlarsa artık “ben her şeyim” demez. A’da “B” hissi ile konuşur: “Aradığım bende, her şey bende” der! Gene kendini ihmal etmiyor, inandığı şey onda, onu içine saklıyor! “Dışarıda niye arıyorsun, aradığın sende” denildiğini duyarsanız anlayın ki, bunu diyen de, onu dinleyen de bu noktadadır! “Niye orada burada arıyorsun, aradığın sende!” cümlesi bu noktayı gösterir ve bu idrak için doğrudur. Yani yol doğru AMA daha gideceksin… Doğru istikamete girdin, bu şehrin yolundasın ama daha çok kilometren var… Kulvar doğru ama yol uzun… “Aradığım bende, her şey bende” bakış açısı bu yolu arayanlara çok cazip gelir, onun cazibesine kapılır ve ilerlemekten korkarlar. Bu cazibe ve zevk ona yeter. Böyle bir cazibe yüzünden mesela Mevlana Hazretleri’ni tamamen incelemeyi bırakırlar, onun bu manadaki bir iki sözüyle perdelenip kalakalırlar. O cümleleri hedef haline getirip Mevlana Hazretleri’ni tanımaktan perdelenirler. Elbette bu sözün de bir cazibesi var, çünkü bir his. Hisler cazibelidir, çok caziptir. Bu kişi Allah lütfeder de buradan kurtulursa B kapısından sonra şöyle der: Her şey Bende değil BENSİZLİKTE! İdrak nasıl değişti bakın. “Her şey Bende değil Bensizlikte. Bir şey olmaya çalışma, YOK ol.” Artık böyle diyor. Dikkat edin, B kapısından öncesindekiler hep bir şey olmaya çalışır. Hele “A’da A” hissi kuvvetle bir şey olmaya çalışır. “A’da “B” hissi Allah’ı içine hapseder. Sesli veya sessiz “Bendekini biliyor musunuz?” der, “Bende konuşan ben değil, bende ben mi konuşuyorum sanıyorsun?” der, kendini kutsal ilan eder, hep bir ‘şey’ olmak ister. BİR ŞEY OLMAK insanı cehenneme götürür, bir şey olmak isteyenin mekânı cehennemdir. Bir şey olmayı istemeyin! Bu yüzden ayet, “çoğu isteyerek ihsan yapmayın, öyle yaparsan yolda kalırsınız” diyor. Bunu fark eden kişi kendine “bir şey olmaya çalışma; YOK ol” diyor. Siz de, bir şey olmaya çalıştığınız her anı cımbızla yakalayın!
VEHİMSİZLİK VEHMÎ BİR CÜMLEYLE TARİF
EDİLEMEZ! O YAŞANACAK BİR HALDİR
Kişi “B’de B’siz”se yani vehmin tasarrufundan çıkmışsa onu tarif etmek mümkün değildir. Ama bir cümle de olsa hakkında bir şey yazmak gerekiyor. Aslında onu nasıl tarif edersek edelim o tarif bir vehimdir, oraya koyacağımız tarif “vehmî tarif” olur. “B”de B’siz olmak VEHİMSİZLİK’tir. Vehimsizlik vehimle nasıl tarif edilir? Vehimsizlik vehmî bir cümleyle tarif edilemez! O yaşanacak bir haldir. Allahu A’lem onu yaşayan bilir… Ama “o nasıl bir şeydir?” diye bir tarif gerekirse, yani hakkında bir şey yazılacaksa bir kaç cümle yazalım ama yazacaklarımız altı boş bir cümle değildir. Anlatmak istediğimiz manayı bu yazdığımızdan hissedebilirsiniz. “B’de B’siz yaşantıda vehmin zulmetinden eser kalmadığı gibi vehim hali de kalkmıştır. Vehmi kalkınca o bizzat kendi sözde zatı için “meğer arada biri varmış” der. Vehim halindeyken “Var Görünen” kendi Sözde Zat’ının arada olduğunu, onun ne kadar yabancı ve olmayan biri olduğunu görür, anlar ve yaşar. “Kendim” dediğinin ne kadar yabancı, sahte, zıll/gölge, var görünen olduğunu görür, yaşar. Onu öyle görünce vehmin diliyle “meğer arada birisi varmış” der. “Arada birisi varmış” dediği vehmin tasarrufundaki ilmî suretin algılanışıdır. Vehmin tasarrufundaki ilmi suretin algılanışı! İlmî Suret devam ediyor. Vehim kalktı diye ilmî suret de kalkmaz. Değişen şey onun “algılanışı”dır. Bunu anlayamayanlar Nefs-i Mardıye’deki hayatı düşünüp “vehim kalkınca hayat nasıl devam eder, kişi nasıl gezer, dolaşır?” derler. Kalkan vehimdir, ilmî suret değil! Vehim İlmî Suret değildir ki…
VAR GÖRÜNÜYOR SANAN HAL İNSAN’DIR.
İNSAN NASIL KÂMİL’E DÖNÜŞÜR?
İlmî surete “kendini hisset” denildiğinde cinsiyeti dâhil hangi özelliklerle nasıl dilenmişse ilmî suret kendisini o özelliklerle Var Görünüyor sanar. Bu hal VEHMİN TASARRUFU’dur. Kendisini Var Görünüyor sanan hal İNSAN’dır. Yani vehmin tasarrufuyla oluşan o his İnsan’dır. Vehmin tasarrufu kalktı da ilmî suret duruyorsa buna siz ne isim verirsiniz, o artık nasıl “insan” dersiniz? İnsanı bir önceki cümlede tarif ettik, buradaki o tarife uymaz artık! O şimdi KÂMİL bir şey oldu. İnsan kelimesi O’nu tarif etmeye yetmez… O çok KÂMİL oldu. O, ilmî suret olarak yaratıldığı En Kâmil Hal oldu! Buraya gelince dilimiz, elimiz titriyor, cümleleri kurmak zorlaşıyor, yazmak da…
Bazıları Hallacı Mansur’un “Ene-l Hakk” demesini tam anlayamıyor. Bir kere o cümle “aradığım bende” idrakı ile söylenmiş bir cümle değildir. ENE-L HAKK derkenki idrakı daha ileri bir haldir. Belki B noktasının hemen ilerisine, hemen sağına Ene-l Hakk diyebiliriz. Yani o hissî bir şey değildir. “Ene-l Hakk” hisle, zulmetle söylenecek bir şey değildir. Kanaatimizce… Bilen Allah’tır…
ALLAH KUR’AN’DA BİR ŞEYİ
TANIMLAMIŞSA BİZİM İÇİN TANIM ODUR
Konuyu biraz değiştirip bu noktadaki paylaşımımızı tamamlayalım. Hayatımızda tanımlara çok önem vermeliyiz, bir şeyi iyi ve doğru tanımlamaya özen göstermeliyiz. Çünkü ancak doğru tanımlayabildiğimiz şeyleri doğru yaşayabiliriz, doğru tanımlayabildiğimiz şeylerle doğru hedefler koyabiliriz ve doğru tanımlar yaptığımızda akılla hareket edebiliriz.
Allah’ı hakkıyla tanıma ve gereği gibi yaşama işini hakikaten önemsemiş, kendisine hedef ve öncelik edinip vazgeçilmez hayat olarak seçmiş olan, şu kelimelerin tanımlarını bir yerlerden bulmalı, öğrenmeli, anlamalı, anlamak için araştırmalı ve biriyle bir şey konuşacağı zaman bu tanımlarda buluşmaya çalışmalıdır. Eğer zihinlerdeki tanımlar farklıysa, karşınızdakiyle neyi tartışıp konuşup bir yerde buluşacaksınız? Önce tanımlarda buluşmak lazım! “Şirk, küfür, kâfir, Billahi anlamında iman, nefs, nefsin şerri, vehim, vehmin zulmeti, şeytaniyet, deccaliyet, ihlâs, ihsan, takva, nefse zulüm, zalim, Hakk, sabır, kader, kulun razı olması, Allah’ın razı olması” ifadelerini mutlaka tanımlamak, benzer kelime ve deyişlerin manalarını öğrenmek gerekiyor.
Şu da çok önemlidir: Tanımların Kur’an-ı Kerim’de yapılmışı varsa doğrusu odur bizim için önemli olanı odur. Allah Kur’an’da bir şeyi tanımlamışsa bizim için tanım odur. İman böyle yaklaşmayı gerektirir. Biz Kur’an’a iman ediyoruz. “Şöyle olsa olur mu, böyle de olmaz mı?” diyorsanız siz bilirsiniz. Bu iman işi… Ben böyle inanıyorum, benim için bu böyle, bu işi seçen için bu böyledir. Çok değer verdiğim, muhabbet duyduğum bir zat bir Tv programında soru üzerine “kâfir”i açıklıyor, kâfirin tarifini “bana göre” diyerek yapıyor. Bu durumda, inananlar kendilerine göre farklı “kâfir” tarifleri mi yapacaklar? Kâfir’in Kur’an-ı Kerim’de tarifi yapılmıştır. Küfrün, şirkin Kur’an-ı Kerim’de tarifi var. Biz Kur’an-ı Kerim’deki kâfir tarifini araştırmak, öğrenmek ve o gruba girmemek için çalışmak zorundayız. Bu gibi tarifler “ona göre, şuna göre” yapılmaz! “Bana göre bu böyle olmalı” diyemeyiz! Ayet ve hadislerde tarifleri var. Dolayısıyla, iman ve nefs gibi tanıma yolundaki anahtar kelimelerin, özellikle ve öncelikle ayetlerle ve hadislerle desteklenen hallerinin, tariflerinin günümüzün anlaşılabilir cümlesine çevrilmiş halleri çok önemlidir…

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER