Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

OSMANLI DEVLETİ’NİN KURULUŞUNDA TASAVVUF VE TARİKATLARIN YERİ VE ÖNEMİ

Moğollar Orta Asya Türklüğü ve medeniyetini ve Abbâsi İslâm hilafetini tahrip ederken onların kılıçlarından ve zulümlerinden kaçan Türkmenler akın akın Anadolu’ya yığılıyorlar, özellikle bu akınlar ve Selçuklu’nun Türk nüfusunu Bizans’a yakın yerlere yerleştirmek siyaseti uçlardaki Türk nüfusunu yoğunlaştırıyordu. Bu göçebe Türkmenlerle birlikte Anadolu’ya halkımız tarafından “Horasan Erleri” olarak bilinen, şeyhler, dervişler ve gâziler de gelmekte idiler. Anadolu’ya akın akın gelen bu şeyhler ve derviş gâziler Hoca Ahmet YesevÎ hazretlerinin müridleri olarak kabul edilirler. Rivayete göre. Pîri Türkistan olarak bilinen Hoca Ahmed Yesevi’nin on iki bini kendi yaşadığı muhitte, doksan dokuz bini de uzak ülkelerde bulunan müridleri ve geleneğe uygun olarak hayatta iken tayin ettiği pek çok halifesi bulunmaktaydı (TDV. Ansiklopedisi, s. 161; Köprülü, 1993,s. 34).
Ahmed Yesevî dervişleri ve Horasan Erenleri içinden çıkan Ahîler, bilinçli bir şekilde hareket ederek Anadolu’nun İslâmlaşmasında önemli rol oynamışlardır (Kara, 1977: 105). Barkan’a göre; Orta Asya, Kırım, İran ve Horasan’daki medrese hocaları ve tasavvûf şeyhleri dervişlerini Anadolu’ya yönlendirmişlerdir. Bunlar, “Gâziyân-ı Rûm, Ahîyân-i Rûm, Bâciyân-i Rûm ve Abdalân-ı Rûm” veya “Horasan Erenleri” gibi çeşitli isimlerle, üstelik organize olmuş topluluklar halinde Diyâr-ı Rûm’u (Anadolu’yu) Müslüman Türk yurdu yapmışlardır (Barkan,(tarihsiz), s.11-12).
Horasan Erleri olarak bilinen bu aydınlar ve münevverler kadrosunun Anadolu’ya gelişi ileride kurulacak olan bir cihan devletinin habercisiydi.
Eski İran geleneklerini göğsünde saklayan Horasan, İslâmiyet’ten sonra tasavvuf cereyanının başlıca merkezlerinden biri ve belki birincisi idi. Bu yüzdem Maverâünnehir (Aşağı Türkistan) İslâmlaştıktan sonra, bu cereyanın (akımın), İslâmiyet’in evvelce takip ettiği yollardan Türkistan’a gireceği pek tabii bir hadise idi. Hakikaten öyle oldu. Herat, Nişabur, Merv (Hicrî) III. Asırda mutasavvıflarla nasıl dolmaya başladıysa, IV. Asırda Buhâra’da, Fergana’da da şeyhlere tesadüf edilmeğe başlandı; hatta Fergana’da Türkler kendi şeyhlerine “Bab” yâni “Baba” nâmını veriyorlardı. Horasan’a herhangi bir sebeple gidip gelen Türkler arasında da mutasavvıflar yetişiyordu. Meşhur sûfi Ebu Said Ebu’l-Hayr’ın pek ziyade hürmet ettiği Muhammed Mâşuk Tûsi ile Emir Ali Abû Hâlis Türk idiler. İşte bu gibi çeşitli sebeplerin etkisiyle Türkler arasında tasavvuf cereyanı yavaş yavaş kuvvetleniyor, Buhara, Semerkand gibi büyük İslâm merkezlerinden içerilere yayılıyor, din aşkı ile donanmış birçok dervişler tarafından göçebe Türkler arasına yeni inanç esasları götürülüyordu (Köprülü, 1993, s.18).
Esaslarını Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ali vasıtasıyla Hz. Peygambere kadar eriştiren sûfiliğin yayılması, tekkelerin siyâsi kuvvetler tarafından âdeta resmen tanınması, birçok büyükler, devlet adamları ve hattâ sultanların şeyhlere saygı göstermeleri (ve bağlanmaları), onlara yüksek bir mânevi nüfuz (üstünlük) kazandırıyordu….Bizim kanaatimize göre, Ahmed Yesevi ortaya çıktığı zaman, Türk âlemi epeyi uzun bir zamandan beri –her halde hicî IV. Asırdan beri – tasavvuf fikirlerine alışmış, mutasavvıfların menkâbe/hikaye ve kerâmetleri yalnız şehirlerde değil, göçebe Türkler arasında bile az çok yayılmıştı. İlâhiler, şiirler okuyan Allah rızası için halka birçok iyiliklerde bulunan, onlara cennet ve saâdet yollarını gösteren devrişleri, Türkler eskiden dinî bir kudsiyet verdikleri ozanlara benzeterek harâretle kabul ediyorlar, dediklerine inanıyorlardı. Bu surette eski ozanların yerini, ata, veya bab ünvanlı birtakım dervişler almıştı. Hz. Peygamberin sahâbelerinden olarak gösterilen Arslan Bab ile menkâbeye göre İslâm dînini anlamak maksadıyla Türkistan’dan Ceziret’ül-Arab’a gelmiş ve Hz. Ebû Bekr’le görüşerek İslâmiyet’i kabul eylemiş olan ozanlar pîri meşhur Korkut Ata (Dede Korkut), Çoban Ata, (Bir başka rivayete göre Dede Korkut Peygamber Efendimiz döneminde Medine’ye gelmiştir. M.Günay.) işte bunlardan kalmış birer hâtırayı yaşatıyor; herhalde, Ahmed Yesevi’nin ortaya çıkması zamanında, göçebe Türkler arasında, yâni Sir-Deya (Seyhun nehri) kenarlarında ve bozkırlarda, anladıkları bir dille –yâni basit Türkçe ile- halka seslenerek İslâm akidelerini (inanç esaslarını) ve geleneklerini onlar arasında yaymaya çalışan dervişlerin bulunduğu bizce kesindir. Ahmed Yesevî’nin, kendisinden önce gelen dervişlere göre daha üstün, daha kuvvetli bir şahsiyeti olduğunu kabul etmemek mümkün değildir; ancak, eğer kendisinden evvel gelen nesiller (dervişler, babalar) zemin hazırlamamış olsalardı, O’nun başarısı bu kadar büyük olamazdı (Köprülü,1993, s.19, 20).
Eski Türk Devlet Felsefesi’ni, Türk Töresi’ni, Türklerdeki devletçilik, teşkilatçılık, adâlet anlayışını en güzel şekilde anlatan Kutadgu Bilig adlı eser aynı zamanda Tasavvufî düşüncenin Türkler arasındaki etkisini ortaya koyan ilk eser olarak görülür.
Yusuf Has Hacib tarafından Türkçe olarak XI. asırda kaleme alınan ve Karahanlı hükümdarına sunulmak üzere nasihatname tarzında yazılan bu manzum eserde devlet adamlarına iyi yönetimin ipuçları verilir. Bu öğütlerin (aynı zamanda) tasavvufî bakış açısıyla yorumlanan İslâmî ilkeler olduğu daha ilk bakışta ortaya çıkar. Bu eser halk arasında da epey rağbet kazanmış olmalı ki birkaç beyti Ural nehri mansabındaki (kaynağındaki, bölgesindeki) Saraycık’da XIV. asra ait bir toprak vazonun üzerinde yazılı bulunmuştur (Özsaray, 2018, s.77).
Bir başka önemli eser Hoca Ahmed-i Yesevi’nin Dîvân-ı Hikmet’idir. Türkistan’ın Seyram şehrinde doğan, buraya gelen Baba Arslan’dan ilk terbiyesini gören, sonra Arslan Baba’nın işâretiyle Yesi ve Buhara’ya seyahat eden ve burada Hoca Yusuf Hemedanî’ye intisab eden, onun vefatından sonra Buhara’da bir müddet irşad ettiği müridlerini Hoca Abdülhalik Gücdüvânî’ye ısmarlayıp manevi bir işaretle Yesi’ye dönen Hoca Ahmed-i Yesevî’nin (Köprülü,1993: 31) elli yaşında bu eseri yazdığı bildirilmiştir. Özellikle Türkistan, Maverâünnehir, Horasan, Harezm bölgesinden gelenlerle irfan dairesine girenlerin arttığı, hatta müridlerinin doksan dokuz bine ulaştığı ve bunlardan on iki bin kadarının kâmil oldukları aktarılır. Hoca Ahmed Yesevî’den etkilenip onun görüşlerinin Anadolu’da yayılmasını sağlayan dervişler arasında Avşar Baba, Pîr Dede, Kademli Baba Sultan, Geyikli Baba, Abdal Musa ve Unkapanı’nda medfun bulunan Horoz Dede sayılabilir (Vassâf, c.1s.482-483). Vassâf, menakıbnamelerde Hoca Ahmed’in pîr derecesinde addedilip Yesevî tarikatının kurucusu sayıldığını, ancak Şâh-ı Nakşibend’in ortaya çıkmasıyla Yeseviliğin tabiatıyla Nakşibendîliğe iltihak ettiğini ve onun Sünni mezhep ve Hanefî meşrep olduğunu söyler (Vassâf, 2015, c. 1, s. 484-785). Reşehât’ta adından övgüyle söz edilmesi (es-Safî, 2005, s. 43) Nakşibendîlerin kendisine çok değer verdiğini gösterir.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER