Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

NEREDE SABİTLENMELİ, SABİTLENME İÇİN NE YAPMALIYIZ?

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 30 Ekim 2017 Pazartesi 13:50:02
 

– 13 –
Kaderi Efendimiz (SAV)’in açıklamış olduğu şekliyle anlamak ve hayat tarzı haline getirmek “La ilahe illallah” Kelime-i Tevhid’ini anlamadan, onun anlamında buluşmadan olmaz. Buluşulması gereken ilk mana şudur: La ilahe (sen yoksun), illallah.
Kader idrakının ahtarları
Kader idrakı için anahtar ayetlerden İnsan Suresi 30. ayetteki “Ve ma teşaune (dileyen/sen yok), illa en yeşaAllah” ile “La ilahe (sen yoksun), illaAllah” kelime-i tevhidi aynı mana değil mi? Dolayısıyla, biz İnsan-30 bakışında değilsek Kelime-i Tevhid’in anlamında buluşmuş olmuyoruz. “La ilahe (sen -yani tanrılık ilan eden- yok), illa Allah.” Tanrı sensen, o dileyen yok yani sen yok, illa Allah! Bu manayı kabul etmek, “Mülk, hüküm ve güç Allah’ındır”ı kabul etmektir, buna göre hayat tarzı oluşturmaya çalışmaktır. Güç Allah’ındır: La havle ve la kuvvete illa Billâh. Bu yaklaşımla, kaderi sorana “kader La ilahe illallahtır” denilebilir, doğrudur. Çünkü hepsi Kelime-i Tevhid’de. Bütün mesele o zaten. Hz. Ali “İlim bir noktaydı, cahiller onu çoğalttı” diyor. La ilahe illallah Kelime-i Tevhid’ini doğru anladığımızda iş tamamdır. O yüzden Kelime-i Tevhid önemli. Bu manaların hepsi onun içinde! Efendimiz (SAV) bunu OKUmuş işte. Veya “kader Bismillahi’r Rahmani’r Rahiym’dir” denilmiş olsa o da doğrudur. O cümleler hep bir hayat tarzını, bir hayat döngüsünü ifade ediyor. “İyyaKE na’budu VE iyyaKE nestaiyn” de öyledir. Eğer “iyyaKE na’budu VE iyyaKE nestaıyn” derken, bu paylaştığımız “La ilahe illallah” manasıyla, “ma teşaune illa en yeşeAllah” idrakıyla, “La havle ve la kuvvete illa Billâh” duruşuyla söylerseniz, o ifade kader halinin sizin hayatınızdan bir dışarıya çıkış biçimi olur.
Bir tavsiyede bulunmuştuk: Salâtta “iyyaKE na’budu VE iyyaKE nestaıyn” duruşunu hakkıyla yapabilmek için çok antrenman yapmak lazım demiştik. Hatırladınız mı? Hayatınızda, yaşantınızda doğru olmayan bir şey oldu, “estağfirullah” deyip, peşine “iyyaKE na’budu VE iyyaKE nestaıyn, ihdinas sıratal müstakiym, sıratelleziyne en’amte aleyhim, ğayril mağdubi aleyhim ve laddaalliiyn” duasına sarılmalıyız. Bunu çok yapmalı, bu duayla haşır neşir olmalıyız. Niçin? “İyyaKE na’budu VE iyyaKE nestaıyn” duruşundaki teslimiyet için.
“Vechinizi Diyn’e (Allah’a)
hanîf olarak dönün.”

Hadis kitaplarında bir sünnete rastlarız: Efendimiz (SAV) salâta başlarken şöyle söyler; “İnnî veccehtü vechiye lillezi fataras semavati vel arda hanîfen ve ma ene minel müşrikin. İnne salâtî ve nüsükî ve mahyaye ve mematî Lillahi Rabbil âlemin. Ve La şerike lehu ve bizalike umirtu ve ene evvelül müslimiyn.” (En’am; 79, 162, 163)
Efendimiz, bu ayetlerden oluşturduğu duayı okuyarak salata başlıyor. Duasındaki ilk ayeti biraz inceleyelim: İnni veccehtü vechiye lillezi fataras semavati vel arda hanîfen ve ma ene minel müşrikin: Yüzümü (yüzüne) Hanîf olarak döndüm. Ki; O, fataras Semavati vel Arz’dır. Hanîfim ve müşriklerden de değilim.”Veccehtü vechiye lillezi’deki “lillezi” İngilizcedeki “that” gibidir, “ki o” demektir. Yüzümü Allah’a döndüm ki O fataras semavati vel arz’dır. “Ki O” deyip özelliğini söylüyor: O fataras semavati vel arz (semavat ve arzı patlatarak yaratan)dır. Sonra da vechini hangi idrakla döndüğünü deklare ediyorsun: Hanîfen (Hanîf olarak) döndüm. Yüzümü yeri ve göğü Fatır olarak yaratana, yararak patlatarak yaratana Hanîf olarak döndüm. Hanîfim ve müşriklerden de değilim. İşte bu idrak cümlesini “ben de müstakilen varım” diyen hiç bir zaman söyleyemez. Yani o yüzünü dönemez, buna çok dikkat edin. “Ben de varım, güç bende” diyen yapı “yüzümü Allah’a dönüyorum” dese bile mümkün değil, olmaz! Neden? Allah ve bir de o (tanrı)! Tanrılığını ilan eden biri var ve o tanrı Allah’a yüzünü dönüyor, öyle bir şey olmaz! Gerçekten yüzünü dönen, “yüzümü/vechimi döndüm” diyen “B” sırrıyla olan hakikattir, kendinizdir. Eğer sen hakikatine yani kendine “güç bende” elbisesi giydirmezsen, yüz; idrak, bilinç gibi isimlerle işaret edilen VECH O’nun yarattığı bir kompozisyondur, bir kuldur. Vechini Yaradan’ına o kul dönebilir. Bunu anlamak üzere çok basit şekilde kendimiz için zihnimizde şöyle düşünelim: Zihnimde bir insan oluşturdum ve zihnimdeki insan VECH’ini (tüm benliğini) bana döndü. O şimdi yüzünü onu oluşturan bana döndü, vechin Allah’a dönmesi de öyle bir şeydir… Öyle döneceğiz… Senin zihninde oluşturduğun o yapı neyse, bir benzer olarak Allah’ın ilminde sen öyle bir yapısın. Zihninde oluşturduğun o yapı vechini sana nasıl dönüyor, nasıl teslim oluyor? Öteye beriye bir yere bakarak mı? Onun sana dönmesi gibi, sen de vechini seni İlminde Yaratmış Olan’a dönüyorsun.
“Vechinizi Diyn’e (Allah’a) hanîf olarak dönün.” (Rum-30)
Bu ayet bize bir öneridir. Eğer kişi bu ayetin önerisini “ben de müstakilen varım ve muhtarım” yapısıyla uygulamaya çalışırsa o muhaldir/boştur, yanlış bir uğraş olur. “Ben varım bir de Allah” idrakı ötede beride bir şeye yöneliştir, ona göre Allah ötede beridedir. Vechini dönecek yapı “B” hakikatiyle yaratılan yapıdır, Hakk olarak yaratılmış olandır. Böyle olunca, yaratılan bu Hakk yapının etrafına bürüdüğümüz “ben de müstakilen varım, güç bende” örtüsünden, zannından, o tanrıdan kurtulmak çok büyük önem arz etmektedir. İşte bu kurtuluş süreci tasavvuf anlatımlarında NEFS MERTEBELERİ olarak tarif edilmiştir. O süreçteki her bir idrak bir nefs mertebesidir. Şimdi onlara hafifçe dokunalım:
Bizi asi yaşantıya sabitleyen
 ne varsa fark etmeli ve onları
yaşantımızdan çıkarmalıyız

“Ben varım güç bendedir” tanrısının yaşayış biçimi NEFS-İ EMMARE’dir. Yani kendine başka ortak kabul etmeyen tanrının yaşantısı nefs-i emmaredir. Bu tanrının tanrılığından rahatsız olduğu hal NEFS-İ LEVVAME’dir. Nefs-i levvamenin bu ilk aşamasında hala tanrılığını ilan etmiş varlık vardır, ama onda “acaba bilmediğim bir hakikat mi var?” rahatsızlığı başlamıştır. Bu rahatsızlık ona tesir eder de tanrılıktan sıyrılmaya çalışan bir hayat tarzı oluşturmaya başlarsa, kişi “B” hakikatinin kokusunu almaya başlar. O kokular İLHAM’dır, onun hali ise NEFS-İ MÜLHİME’dir. Kul bu halden çok mutmain olur da tanrılıktan geri dönüşsüz kurtulursa, geri dönüşü olmayan hal olan NEFS-İ MUTMAİNNE ile tanışır. Ama bütün mesele hep önce tanrıdan kurtulmaktır. Tasavvufun anlattığı, anlatmaya çalıştığı tek şey budur: Tanrılıktan, tanrılık iddiasından kurtulmak! Anlatılanlar, yapılanlar “tanrılıktan nasıl kurtulunur?”un yollarıdır, ipuçlarıdır hep. Bu yüzden, bizim de hedefimiz bu: Biz içinde bulunduğumuz bu tanrıdan, bu zanndan, bu algıdan nasıl kurtuluruz, nasıl sıyrılırız ve “B” hakikatiyle nasıl hayat buluruz? Elbette bu telaşla bir arayışa girmeli, araştırmalıyız: Bu tanrılıktan kurtulmada ayet ve hadislerin rolü nedir, zikrullahın rolü nedir, duanın rolü nedir, tövbenin rolü nedir, salâvatın rolü nedir? Çünkü o telaşla bunlara sarılacağız ve sığınacağız:
“Allahümme ahricniy min zulümatil vehmi ve ekrimniy bi nuril fehmi: Beni bu tanrılık vehminden, bu zulmetten kurtar Allahım. Kurtulmak için bana indinden gelen bir nurla bir anlayış ver Allahım.”
“Ya Mukallibel kulûb, sebbit kalbi ala diynike: Ey kalbler iki parmağı arasında olan, (o zulmetten kurtardıktan sonra) Kalbimi Diyn’in üstüne sabit kıl; kalbimi “B” sırrı üzerine sabit kıl; Allahım beni “B” sırrıyla yaşayan hakikat üstüne sabit kıl.” (Kalb ve parmak, et kalb ve bildiğimiz parmak değil.)
“Rabbişrahliy sadriy ve yessirliy emriy: Bu yolda işimi kolay kıl, razı olduğun hale geri dönüşsüz ulaşmam için işimi kolaylaştır, basiretimi, göğsümü aç genişlet ve hazmını ver bana.”
“Rabbi zidniy ilmen ve fehmen ve iymânen ve yakinen sâdika: Allahım, bana (senin indinde makbul) ilmi, kavrayışı, imanı ve sadık yakini artırıver.”
“Rabbena la tuziğ kulubena ba’de iz hedeytena ve heb lena min ledünke rahmeh, inneKE Entel Vehhab: Bu gerçeğe erdirdikten sonra Rabbim bir daha kalbimi saptırma. Beni tanrı olmaktan bir kere kurtardıktan sonra tekrar saptırtma, kendimi tekrar tanrılık zannı ve tanrılık iddiası içinde bulmayayım.”
Efendimiz (SAV) ve ayetlerin öğrettiği, sığınıp sarıldığımız bu dualar, hep bizim tanrılıktan, tanrılık iddiasından kurtulmamızın dualarıdır. Dikkat ederseniz bütün dualar hep bunun üzerinedir: Tanrıdan, tanrılık iddia eden yaşantıdan nasıl kurtulurum ve Hakk yola (Billahi yaşantıya) nasıl sabitlenirim manası taşırlar.
İnsan için iki tip sabitlenme vardır. Biz “Ya Mukallibel kulȗb, sebbit kalbi ala diynike” duasıyla “B” yaşantısına sabitlenmeyi diliyoruz. Bir de tersi sabitlenmek mümkündür ki, kişi “A” yaşantısına, asi yaşantıya sabitlenebilir. Bizi “A” yaşantısına sabit kılan şeyleri iyi bilmeliyiz. Hayatımızda bizi asi yaşantıya sabitleyen ne varsa fark etmeli ve onları yaşantımızdan çıkarmalıyız; ki kurtulabilelim.

HİSSETMEK VE MUHTARİYET-13-

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER