Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Ramazan Balkan

NEREDE HATA YAPILDI? – Kocatepe Gazetesi

Ramazan Balkan 5 Kasım 2012 Pazartesi 02:00:00
  Uzun bir aradan sonra bu köşede yazılarıma başlarken Türkiye’ye karşı yürütülen savaşın yeni boyutuna değinmek istiyorum. Suriye’de yaşananlarla eş zamanlı olarak Şemdinli ve Beytüşşebap’a yapılan saldırılarla birlikte PKK, Türkiye’ye karşı yürüttüğü savaşı yeni bir aşamaya taşımış oldu. Bu yeni aşamada, karşımızda terör örgütü değil savaşı cepheleştiren bir ordu vardır. PKK, terör örgütü konumundan çıkmış sınırlarımıza taarruz eden düşman ordu konumuna geçmiştir.
Peki, bu duruma nasıl gelindi? Nerede hata yapıldı? Bu sorulara açık ve net cevap vermek gerekirse, Kürt açılımı başlarken bu açılımı planlayanların kafasında şöyle bir kurgulama vardı; “Güneydoğuda 30 yıldır yaşanan terörün sorumlusu derin devlettir. Çatışmalar; derin devletin ordu içindeki ayağı olan cuntanın marifetidir. Bu cunta askeri vesayeti sürdürmek için PKK’yı kullanmaktadır. Bir taraftan derin devleti ezer, öbür taraftan devletin şefkatli kollarını açar bölge halkına bir takım sosyal ve kültürel haklar tanır ve bölgeye akıtacağımız kaynaklarla ekonomik refahı sağlarsak, bu sorun çözeriz.”
Yukarıda izah etmeye çalıştığımız bu kurgulama uygulanırken; önce PKK’dan militan düzeyinde devlete teslim olmalar sağlanacak, ardından da lider kadrosunun bir kısmı devlete teslim olacak, bu arada PKK’nın dillendirdiği birtakım sosyal ve kültürel haklar tanınırken, bölgeye akıtılan maddi kaynakla belli bir refah sağlanarak bu iş sona erdirilecekti. Bu kurgu başarıya ulaştığında ise halk; derin devlet ve onun ordu içindeki uzantısı olan cuntayı lanetlerken, otuz yıllık bu sorunu çözen kesimleri de alkışlayacaktı.
Bu kurgulama başarılsa yani karşı taraf bu plana uysa idi hakikaten bu sorun çözümlenmiş olurdu. Ama şurası unutuldu; PKK ayrılıkçı bir örgüttü ve hedefi de Türkiye’den toprak kopartmaktı. Zaten hatalar zinciri buradan başladı.
Bu anlatmaya çalıştığım süreci hepimiz yaşadık. Bu kurgulamaya denk düşecek şekilde PKK’nın nasıl masum bir örgüt olduğu kamuoyuna pompalandı, aylarca bu konuda medyada propagandalar yapıldı. Örneğin PKK Taksim’de Güngören’de sivil halka saldırılarda bulunurken, Reşadiye’de askerlerimizi katlederken; “bu saldırıları PKK’nın yaptığı ne malum bekleyelim görelim, bakalım altından neler çıkacak” açıklamaları yapıldı. Hatta bu saldırıları PKK’nın yapmasının mümkün olmadığı, PKK’nın içinde derin bir PKK olduğu, saldırıları bu kanadın yaptığı kamuoyuna aktarıldı. Bu süreç aylarca tam bir toplum mühendisliği olarak işletildi, sonra kurgulamanın önemli bir aşaması olan yani PKK’nın militan düzeyinde dağdan indirilmesi aşamasına gelindi.
Bu kurgulama ve toplum mühendisliği başarıya ulaşmış gibi görünürken dağdan inme aşamasında hiç hesapta olmayan bir şekilde toplumda Habur öfkesi patladı. O günü hatırlayın, sabahleyin PKK’lılar Habur’dan girerken bütün televizyonlar bu girişi alkışlıyor, Habur’da güzel gelişmeler olduğuna vurgu yapıyordu. Ama öğleye doğru hava birden değişti. Televizyonlardan Habur’u izleyen ve başarılı bir toplum mühendisliğiyle “ikna edildiği sanılan” ülkenin batı yakası ayağa kalktı. O gün öğleye doğru televizyon haberlerinden benim aklımda kalan; muhtemelen güneydoğuda mayına basarak bacağı kopan bir gazimizin takma bacağını kameralara doğru fırlatmasıydı.
Öfke bir anda patlamıştı. PKK’yı masum, suçlunun derin devlet olduğunu kamuoyuna inandırmaya çalışan toplum mühendisliği iflas etmişti. En önemlisi de bu öfke karşısında Oslo’daki masadan kalkmak zorunda kalındı. Çünkü PKK açılım sürecini kendi amaçları doğrultusunda kullanırken Habur girişini de Türkiye’ye karşı kazanılmış bir zafer gibi takdim etti. Hâlbuki PKK’dan beklenilen; bunlar gelip teslim olsun, pişmanlık belirtsin, af dilesin, Türk halkı da onları bağrına bassın idi, ama olmadı.
Bu arada hemen belirtelim ki PKK Habur ve sonrasına hazırlıklıydı. Bu kurgulamayı yapanlar otuz yıllık sorunu çözmüş olmanın erken rehaveti içerinde iken, PKK, dağdan şehre indi, silah ve cephanesini takviye etti, KCK yapılanmasını oluşturdu ve savaş düzenini aldı. Hatta Ankara’daki bombalı eylemle, Türkiye’ye; “seni başkentinde bile vurabilirim” mesajını verdi. Bu tespitlerimizi doğrulayacak şekilde örgütün Kandil’deki liderlerinden Cemil Bayık 18 Haziran 2009’da bir ültimatom vermiş: “Kürt sorununu, Türk devletiyle demokratik özerklik temelinde çözmek istedik. Çabalarımız sabote edildi. Onun için şimdi kendi mücadelemizi pratikte gerçekleştirmeye çalışıyoruz” tehditlerinde bulunmuştu. PKK’nın Kandil’deki diğer liderlerinden Duran Kalkan ise: “…Gerilla asla silahını teslim etmeyecektir. Demokratik sistem içinde gerilla sorumluluk ve görev alacaktır. Gerilla olmazsa Kürt halkı kendisini emperyalistlere ve katillere teslim eder… Eğer lider Apo’yu da kapsayan bir genel af olursa PKK 1999’daki gibi bir ateşkesi gözden geçirebilir ancak silahları teslim etmeyecektir…”
18 Ağustos 2009’da ise Öcalan koşullarını açıkça ortaya koydu; “…Kürtlerin her alanda örgütlenmesinin önü açılacak, Kürtler demokratik bir ulus olarak varlık kazanacak. Kendi sporunu, eğitimini, dini örgütlenmelerini, meclisini, belediyelerini yapabilirse kendisi yapacak, kuracak. Hatta kendi öz savunması bile olacak.” Yine PKK’nın savaş düzenine geçtiğini Öcalan 17 Temmuz 2009’da haber vermişti: “Eğer bir çözüm gelişmezse ben süreçten çekileceğim. Bir veya bir buçuk ay içinde olaylar değişik bir yön alabilir. Sonbahara kadar çok şey değişebilir. Eğer bir savaş patlarsa Kürdistan ayrılacaktır… Bir savaş iki tarafın da kaybetmesine yol açacaktır…“ Bu açıklamaların hepsi açık istihbarat halinde basında yer aldı. Yine basında Murat Karayılan tarafından Mehmet Altan’a gönderilen bir mektup yayınlandı. Bu mektupta Karayılan diplomatik lisanla bize şunu anlatıyordu; “Biz kırk yıldır bir siyasi mücadelenin içindeyiz, siyaseti öğrendik ve sizden daha iyi siyaset biliyoruz. Otuz yıldır politikleşmiş bir askeri savaş yürütüyoruz, sizin generallerinizden daha iyi strateji biliyoruz.”
Murat Karayılan’ın bu mektubundan yola çıkarak ve az buçuk tarihi bilen bir vatandaş olarak şundan emin; PKK Şemdinli ve Beytüşşebap’a saldırmadan önce İran’la anlaştı ve cephesinin sağ yanını emniyete aldı. Çünkü İran’la aramız iyi değil. Suriye ile görüşmeler yaparak cephesinin solunu emniyete aldı. Söze hacet yok, Suriye ile durumumuz ortada. Ve İsrail. PKK’nın onunla anlaşması daha kolaydır. Çünkü İsrail’le neredeyse boğaz boğaza geldik. PKK İsrail ile mutabakat yaptığında cephesinin gerisini emniyete alacaktır. Kuzey Irak’a ABD’nin hâkim olduğunu ve ABD demek İsrail demek olduğunu biliyoruz.
Peki, bundan sonra ne yapılmalıdır? Bu sorunun cevabını bir sonraki yazımıza bırakalım. Ancak öncelikle belirtelim ki; son günlerde tekrar Oslo süreci başlasın veya bu sürece İmralı dâhil olsun tezleri dillendirilmeye başlandı. İmralı dâhil olsun tezi bu aşamada ikinci bir hatadır. Şunu aklınıza iyice yazın; örgüt başıyla masaya oturmak demek hadi sınırları yeniden çizelim aşamasına geçiştir. Bu aşama Anadolu Türkleri için bir felakettir. Yüce Allah, Türk vatanını ve Türk Milletini bu felaketten uzak etsin. Çünkü PKK 1983’de ilk tetiği çektiğinde; bu üç-beş çapulcunun işidir, deyip küçümsedik, otuz yıl sonra geldiğimiz durum ortada. Şimdi; masaya oturalım bundan bir şey çıkmaz aymazlığına düşersek, bir otuz yıl sonra Türkiye’nin yarısı elimizden çıkar.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti