Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

NASIL BİR GAYRET? – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 12 Ocak 2017 Perşembe 12:28:25
 

– 25-
“Onlar (lüb sahipleri) miysakı (fıtratı) bozmazlar.”
Misak Allah fıtratı üzere söz verdiği halidir. Ahseni Takviym ile ona verilmiş olan Allah’ı hakkıyla bilebilme özelliği taşıyan fıtratı dûniHİ algı yüzünden örtülmüştü. Lüb Sahipleri bunu fark eder, o fıtratın dûniHİ algı yüzünden bozulmasına izin vermez, onu saf tutar. Kur’ân, talibe bu özellikleri anlatır ve “böyle yap” der.
Onlar zaten “Belâ şehidnâ; evet Rabbimizsin, buna şahit olduk” demişlerdi. Verdikleri bu sözü daima takip ederek fıtratlarını devam ettirirler.
Bu amaçla yaptıklarını Ra’d Sûresi’nden öğreniyoruz. Bizim için önemli ve dikkat edilmesi gereken bir nokta:
“Seyyieyi hasene ile yok ederler.” (Ra’d-22)
En zâhiri mânâdan başlayarak bu âyetin meallerini ve açılımlarını okur, görürsünüz. Hepsi doğru olsa da idrakımız için bazen yeterli olmayabiliyor. Günümüzün çok önemli bir sözü var; evet ama yetmez. Nasıl yetmediğini, neden yetmediğini âyetteki “Seyyie ve Hasene” tanımları ile görelim:
Seyyie’ye kötü, Hasene’ye iyi derseniz bu âyetten gereken sonuç çıkarılamaz. Genellikle böyle meâllendiriliyor; onlar kötülükleri iyilikle yok ederler. Meâllerde de çok önemli şu testi yapmalıyız: Muhammedî olmayan da bunu yapabilir mi? Meal böyle olursa yapar! Çok dikkat edin, Muhammedî olmayan da yapabiliyorsa o Kur’an’ın ve Efendimiz (SAV) in öğüdü değildir. Bu çok önemli bir ipucudur, önemseyin: Kur’an’ın ve Efendimiz (SAV)’in öğüdünü yalnızca Muhammedî’ler yapabilir. Onu yaparsa kişi Muhammedî olur, Muhammedî olacaktır. Muhammedî olmayan birinin Kur’an’ın dediğini yapıyor olması mümkün değildir. Öyle bir şey yoktur! Ama bir meâl yazılmış ki herhangi bir kişi orada yazılanı yaşıyor, yapıyor. Böyle meâl yeterince doğru olmaz. “Onlar kötülükleri iyilikle yok ederler” dediğinizde bu âyetle tanımlananları Polyanna gibi sanıyorlar. Bu iş öyle değil. Bir imanlı için o meâl de doğrudur ama başlangıç için değil! ne zaman doğrudur? Paylaşmaya çalıştığımız algı değişikliği olmuşsa doğrudur. Ancak o zaman bu meâl de doğrudur.
Dûnihi algıda Ferrari
“Onlar seyyieyi hasene ile yok ederler”i Muhammedî mânâ ile şöyle anlamaya çalışalım: “Seyyie” dûniHİ algı ile yapılmış olan şeydir. Hasene Billâhi algı ile yapılmış olandır. Tek sermayemizin algı olduğu gerçeği ile yaklaşınca âyet diyor ki; onlar seyyie’yi, yani dûniHİ algının ürettiklerini hasene ile Billâhi algı ile yok ederler.
Bunu öğrenen sen, hayatında seyyie olan dûniHİ algı ve zann’larından çıkan fikir, düşünce, arzu, istek, heva, heves, fiil ne varsa hepsini Billâhi algı ile silmeye başladıktan sonra normal yaşantıda insanlarla ilişkilerinde de bunu prensip edinirsen yine güzel bir şey yapmış olursun. Ama bu algı değişikliğinden sonra! DûniHİ algıyı silme gayretine girmeden “Ben kötülükleri iyilikle siliyorum” diyene, böyle yapana, yaşadığı dûniHİ algının dünyasında “salak” derler. Bu yüzden o dünyada oluşmuş bir kural vardır: Kazık yemek istiyorsan merhamet et! Bu dûniHİ dünyanın sözüdür. O yaşantıda insanlar bu yüzden birilerine iyilik yapmaya korkarlar. Sen öyle bir ortamda kötülükleri iyilikle yok etmeye çalışırsan gününü görürsün! Oranın kuralı “ben varım ve en üstünüm” demek ve gereğini yapmaktır. Allah muhafaza etsin, orada küfür yarışı vardır. Eğer dûniHİ algı dünyasında yaşayacaksan oyunu kuralına göre oyna, oradaki küfür yarışına göre oyna. Sen futbol oynamaya girmişsin, topa elinle değiyorsun, olmaz. Kural neyse oyunu kurallarına göre oynayacaksın. DûniHİ algı ve zann’larının “Varım ve Muhtarım” yarışı yapılan dünyasında kötülükleri iyilikle yok edemezsin. Böyle bir gayrete girersen salak olursun; “Ferrari’sini satmış adam” diye anılırsın, işte o kadar. Nüansa da dikkat edin, bağışlayamamış da satmış! Vazgeçip gidememiş yani! Kitabın ismini bile doğru koyamıyor, çünkü dûniHİ algıda!
Sonuç olarak, “Seyyieyi Hasene ile yok ederler” kuralı dûniHİ algıyı Billâhi algıyla silip yok etmektir. Bu kuralı fark edip yaşayanların Lüb Sahipleri olduğunu görüyoruz.
2.    Konuya dûniHİ algıyı tanımakla başladık. DûniHi algı, insanın kendini Allah’ın dışında müstakilen var ve muhtar zannetmesi, böyle bilmesidir. İnsan bu algısı için bir gayret göstermez, olay kendiliğinden yürür.
Kurtuluş için ilk yöntemin dûniHİ algıyı Billâhi algı ile silmek olduğunu gördük. Kurtulmamız gereken algının özel bir gayret gerekmeksizin su gibi aktığını bilmek, o algıyla mücadeleyi sürekli kılmada önemlidir. Yani onu tanımak ve önemsemek şarttır.
3.    Billâhi algı için özel gayret gerekiyor, ayrıca “Billâhi algı” kesintisiz yürütülebilmelidir. Ancak bu durumda fuad Billâhi algının tesiri altında kalabilir ve sonuçta fuad Billâhi algıyla bağlanabilir. Bütün bunlar için Billahi algı gayretine gireceğiz. Kulun Billâhi anlamda gayreti demek, o kula Rabbi destek verecek demektir. Buyuruyor:
“Kulum bana yürürse, Ben ona koşarım.” (Hadis-i Kudsi)
“O halde zikredin BEN’i (ki), zikredeyim sizi. Şükredin bana. Ve (sakın) küfretmeyin.” (Bakara-152)
Bize bir yöntem öğretiliyor: Zikredin Ben’i ki sizi zikredeyim. Ben’i hatırlarsanız sizi hatırlarım, Ben’i anarsanız sizi anarım. Ben’i unutmazsanız sizi unutmam.
Allah’ı zikir Billahi algıdır
“Kulun Allah’ı zikretmesi” ne demek acaba? Veya Allah’ın kulunu zikretmesi nedir, nasıl bir şeydir? Ve bu ikisi kıyaslanabilir mi? Bu bize bir şeyi müjdeliyor ki şudur: Eğer siz Billâhi algıya girerseniz Ben de sizi zikrederim.
ALLAH’I ZİKRETMEK kesinlikle Billâhi algı demektir. Başka bir yolu, başka bir kelime ile tanımı yoktur. Kul olarak dünyada Billâhi algıdan başka zikrimiz olmaz. Billâhi algı ile gelen ikramı fark edin. DûniHİ algıdan kurtulur da Billâhi algıya girerseniz sizi zikrederim, sizi anarım, Ben de sizi umursarım.
“Şükredin bana ve sakın küfretmeyin.” Şükretmek her şeyi Allah’tan bilmek olduğuna göre “Şükredin” uyarısı her şeyi Ben’den bilin demektir. Beni anmaya başladınız ve Billâhi algıyla meşgulsünüz. Size ulaşanları dûniHİ güçlere bağlamayın. Size ulaşanı, verileni, geleni dûniHİ algı ile başka güçlere ve sebeplere bağlamayın. Ve sakın küfretmeyin; yani sakın dûniHİ algıya yaklaşmayın, sakın dûniHİ algıyla yaklaşmayın!
Bakara-152, gayret ettiğimizde yardımın açılacağı müjdesini hissettirdi. Enfal Sûresi ise şu müjdeyi açıklar:
 “Ey, iman edenler! Allah’tan ittika ederseniz (fıtrî ahdinize sahip çıkar ve Rasûlullah ile size ulaşanlara hıyanet etmezseniz) sizin için FURKAN (Hakk ile bâtılı hızla ayırt eden ve Hakk’tan yana davranan akıl) oluşturur, Seyyielerinizi siler ve sizi mağfiret eder. Allah, Zül fadlil Aziym’dir.” (Enfal-29)
Billâhi algı için özel gayret gerektiğini âyetlerden görüyoruz. “Ey iman edenler, Allah’tan ittika ederseniz” buyruğu bu gayretin ne olduğunu somutlaştırıyor: İttika etmek! Bu çağrı Kur’an-ı Kerim’de o kadar çok geçer ki, önemi yüzünden onu anlamamız, fark etmemiz gerekiyor. Onu içinde yaşadığımız hayattan bir örnekle anlamaya çalışalım: Birisine bir konuda söz verdiniz. Söz verdiniz ama bir türlü de yerine getiremiyorsunuz. Vaadiniz var, vaadinizle ilgili bir zaman var ve verdiğiniz söz önemli. Yerine getiremediğiniz bu söz yüzünden onunla karşılaşmamaya çalışıyorsunuz. Ama karşılaştınız, ne yaparsınız? Sakınırsınız, çekinirsiniz, utanırsınız, bir an önce de o sözü yerine getirmeye çalışırsınız. Bu halinizle siz ondan ittika ediyorsunuz. Kur’an’ın “ittika edin” dediği de işte bu duruma benzer; “Bana söz verdiniz, sakının, edepli durun” mânâsını taşır. İttika etmek en fazla bu mânâdadır. Bu verdiğimiz sözle ilgili olarak Allah’tan öyle bir sakınmaktır ki… Kul bu ittika ile yaşama gayretine girdiyse ona müjde verir: Ey iman edenler! Allah’tan ittika ederseniz, yani fıtratınıza işlenmiş olan ahdinize sadık davranırsanız, o sözle ilgili olarak Rasûlullah ile size ulaşanlara sahip çıkarsanız, desteklerseniz, o gelenlere hıyanet etmezseniz Allah sizin için FURKAN oluşturur.
Furkan Allah’ın çok önemli, çok güzel bir hediyesidir. Öyle bir şeydir ki eğer size Furkan lutfedilmişse ne duyarsanız duyun, ne ile karşılaşırsanız karşılaşın o Hakk mıdır yoksa bâtıl mı, hemen anlarsınız. İlk kez duyup gördüğünüz bir bilgi, bir fikir, bir arzu, bir iş olabilir; bir yerlerde yazılı değildir. Sizde Furkan oluşmuşsa o Hakk mıdır yoksa bâtıl mı hemen anlarsınız ve davranışınız kendiliğinden Hakk’tan yana olur, Hakk’a uygun fiil ortaya koyarsınız. Ayetin müjdelediği budur. İttika ederseniz size böyle bir akıl verilir! Allah size bir akıl verir ki onunla hayatınızdaki dûniHi ve Billâhi’leri anlarsınız ve vücudunuz otomatik olarak Billâhi fiile kayar. Bunu yapan “Furkan Sistemi”dir. Siz o gayrette olursanız Allah size bunu ikram eder. Gayret edersen, kıpırdarsan yardım edecektir, kalkar davranırsan bunu ikram edecektir. Müjde henüz bitmedi.
Furkan’ı verir ve dûniHi oluşturduklarınızı siler, bağışlar, mağfiret eder. Zül Fadlil Aziym olan Allah sonra da dûniHi algınızı siler, siliyor.
4.    Bir gayretle oluşturulan Billâhi algısının beyindeki izi dûniHi algıdan daha derinde olmazsa, fiiller dûniHi algıya göre şekillenir, Billâhi algı beyinde bilgi olarak kalır ve siz “Biliyorum ama uygulayamıyorum” sonuçlarıyla karşılaşırsınız.
Bu madde, işi çok önemsememiz için bize mekanizmayı anlatıyor: Gayret et, sabırlı ol, işi önemse ve üstüne git. Mutlaka daha derin bir iz yap! Derin iz yapmazsan, konuyu iyi bildiğin halde, sorulduğu zaman bir bilgi yarışmasına katılmış gibi cevap verdiğin halde senden öyle fiiller çıkmaz ve senin için “söylediğiyle yaptığı uymuyor” derler. Aslında bunu önce kendine sen kendin söylersin. Çünkü oluşturduğun dûniHi iz yeni oluşturmaya çalıştığın Hakk izden daha derindedir.
5.    İnsan gerçekten Billâhi algıyla meşgulse o algı içerisinde bilir ki Allah’ın dışı diye bir şey söz konusu değildir. “Allah’ın dışı” kavramı zihinden çıkınca, “Müstakilen VAR ve Muhtar” varlık iddiaları da kendiliğinden düşer.
Zihninizden “Allah’ın dışı” algısını silebilirseniz (ki sileceğiz inşaAllah, onu görüyoruz) o zaman “dışı” zannettiğiniz yerde oluşturup rol verdiğiniz herşey kendiliğinden düşer, onları artık tek tek silmeniz gerekmez, kendiliğinden silinir. O zaman insan yine bilir ki kendisi de, bütün yaratılmış kullar da İlmullah’ta Allah’ın dileğinin sûretidir ve İlmullah’ta Var Gibi görünenlerdir. Ve yine bilir ki Var Görünen bu haline “BEN” demesi, Allah’ın BEN demesinden insana verdiği yetkidir; “Sen de Ben diyebilirsin” yetkisidir. Bu kapsamda “İzzet’in Allah’a ait” olduğunu paylaşırken gördüğümüz bir âyeti de yeniden hatırlayalım: “Kibriya (Benlik) Semavat’ta ve Arz’da O’na aittir. O Aziyzül Hakiym’dir.” (Casiye-37)
Tespihte söylediğini yapmalısın
İnsanın “BEN” demesi bu çerçevededir, Billâhi algıda “BEN” böyle söylenir. Billâhi algıda olan da dûniHi algıda olan da düşüncesinde, hayalinde, zannında ve yaşantısında “BEN” der. Ancak Billâhi algıdaki kul bilir ki “BEN” demesi Allah’ın kendi “BEN” deyişinden ona verdiği bir izindir, sen de bu haline “BEN” diyebilirsin yetkisidir.
“BEN” kelimesini telaffuz edip etmemeyi tartışmak ve onunla uğraşmak boş iştir. Önemli olan “BEN” diyebilmek için neye sahip olman gerektiğini bilmendir. Bir kişinin “BEN” diyebilmesi bir sonuçtur. Sende ne var da senden bu sonuç çıkıyor, yani “BEN” diyebiliyorsun? Bu sonucu çıkarabilmen için sende ne var acaba, ona bir bak. Bu konuda bulunması gerekenlerin tümünü içeren en önemli mesele budur. Sende ne var ki sana “BEN” dedirtiyor. Kul kendisindeki ne ile “BEN” diyor? Nasıl “BEN” dediğini bir incele. Başlangıç için çok yumuşak bir alt sınırı söyleyelim: Sana sen de “BEN” diyebilirsin yetkisi verilmiştir. Bu yüzden çekinme, “BEN” de.
6.    “İnsan bilir ki” diyerek beşinci maddede sıraladığımız yöntemler için şöyle devam edelim: O işin önemli noktası şudur: “İnsan bilir ki” diyerek paylaştığımız bilgiler, Billâhi algıda mutlaka bir hayale dönüştürülerek devamlı zihinde tutulmalıdır; yani mutlaka bir Billâhi hayal! Tâlibin başka bir hayali olmayacak! Bütün bu anlatılanları hayale dönüştürecek ve sürekli o hayal zihninde olarak yaşayacak! Bu algı işidir, malzememiz yalnızca algıdır ve hayal bunun önemli bir yanıdır. Tâlip mutlaka bir Billâhi hayalle yaşayacak:
“Ben İlmullah’ta Allah’ın dileğinin sûreti olarak var görünenim. BEN deyişim, O’nun BEN deyişinden bana verdiği bir yetkidir. Allah’ın dışında müstakilen var ve muhtar bir varlık değilim” fikrini kendince bir hayale dönüştüreceksin ve zihninde bu hayali devamlı tutacaksın.
Bu hayali öyle tutacak ve kuvvetlendireceksin ki ona göre davranmaya başlayacaksın.
Bu hayal çok önemli bir ZİKRULLAH’tır.
Zihninde başka şey ve elinde tesbih olmaz! Tesbih tutma sevabı alırsın. Tesbihle söylediğini hayalinde mutlaka yapabilmelisin ki o bu söylediğimizdir. Bunun dışındaki bir şey dûniHİ algı kapsamında olur.
Billâhi hayal şarttır. Billâhi ANLAMINDA HAYAL KURMAK Allah’ta, Allah’la, Allah’tan olan bir yaşantının, yani kul olmanın hayalini kurmaktır. Özellikle salâtta mutlaka böyle durabilmek gerekiyor, mutlaka.
Bunun için de Biiznillah gayret, gayret, gayret…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER