Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
İrfan Ünver NASRATTINOĞLU

MİLLİ MAÇIN HATIRLATTIĞI GEZİ İSKOÇYA -4-

The Royal Scottish Museum
İskoçya’nın en büyük, İngiltere’nin sayılı müzelerinden olan İskoç Milli Müzesi de diyebileceğimiz İskoç Kraliyet Müzesi çok yönlü bir müzeydi. Burada tüm deniz ve kara hayvanları ile kuşların içleri doldurulmuş birer asıllarından oluşan bölüm vardı. Bu bölümde dev bir balina iskeleti tavandan aşağıya sarkıtılmıştı. Hiç görmediğim birçok hayvanı burada görmüştüm. Müzenin bana göre en önemli bölümü, etnografya malzemelerinin sergilendiği bölümdü. Bu bölümde salt İskoçya veya Britanya adalarının değil, çeşitli ülkelerin etnografya malzemeleri sergilenmişti. Örneğin Türkiye’den gelmiş olan çini eşyalar da vardı ve bunlar özel bir stand içerisinde idi. Kuşkusuz bunlar, kolleksiyonerler vasıtasıyla buralara getirilmişlerdi.
Dünyada böylesine hızlı ve gelişmiş teknolojik yaşam oluşmadan önceki mekanik araç ve gereçler ve bunların gelişim evreleri de müzenin ayrı bir bölümünü oluşturuyordu. Burada çocuklar ve gençler de eğitiliyordu. Bu araç ve gereçlerin yanlarına konulan düğmeye basılınca, araçlar çalışmaya başlıyordu.
Madenler bölümünde, som kristal ve başka madenlerle ilgili geniş bilgiler edinmek olanağı vardı. Keza gemicilik bölümü de kişiyi bu konuda hayli bilgilendiriyordu. Bu müze öylesine büyük ve kıymetli eserlerle dolu idi ki, bir insan müzeyi lâyıkı ile gezer, en azından eserlerin altındaki yazıları okursa, çok değişik bilgiler edinebilme olanağı bulurdu. Tabii bu müzeyi bir günde ve göz ucuyla değil, birkaç gün süreyle, enine boyuna inceleyerek gezmek gerekirdi.
St.Giles Katedrali
Edinburgh’un en büyük kilisesi olan St.Giles Katedrali’ni de gezip, yakından görebilmiştik. Bir Protestan kilisesi olan St.Giles’in büyük bir özelliği yoktu. Ancak, İskoç günlük yaşamına tam anlamıyla uyan bir kiliseydi. Zira salt dini ayinler ve ibadetler yapılan bir ibadethane değil, aynı zamanda dini musikinin icra edildiği bir mekândı. Örneğin 1979 Yılı Edinburgh Festivali programı içerisinde St.Gilen’in de işlevi vardı. 19 Ağustos-06 Eylül Tarihleri arasında burada, iki gün hariç, her gün müzik ve hatta halk oyunları gösterileri yapılacaktı.
Acaba bizim Sultanahmet Camiinde Itri’nin, Dede Efendi’nin eserlerinin, klasik Türk musikisi koroları tarafından icra edilmesi mümkün olamaz mıydı?…
Ulusal Galeri
Orijinal adı National Gallery Of Skotland olan İskoçya Ulusal Galerisini görmeden ülkeme dönseydim, herhalde muhteşem sanat eserlerini görebilme mutluluğunu yudum yudum tadamayacaktım…İki katlı binanın, ilginç sanat galerisinde birkaç ülkenin, birkaç büyük sanatçısının, birkaç orijinal; ama çok kıymetli tabloları yer alıyordu. Örneğin İtalyan, Alman ve Fransız ressamlarının, bu arada Rambrand’ın dev resimleri sergileniyordu. Galerideki bazı tabloların önünden güçlükle ayrılabilmiştim. Hele hele “Titian” ve 1330-1530 yılları İtalyan ressamlarının eserleri görülmeye değerdi.
Elvil-Sutton’un Evinde
Prof.Uysal’ın çok sayıda dostları vardı. Bunlardan birisi, eski dostu Prof.Elvill-Sutton’du ve bu zat Edinburgh’a gittiğimiz ilk gün, bizi evine davet etmişti. Nihayet 5 Merchiston Gdns adresindeki evini güçlükle bulup, davete icabet edebilmiştik. Evde, çeşitli ülkelerden gelen arkadaşları da vardı. Örneğin Fransız, Belçikalı, Galli, Amerikalı ve İranlı oryantalistlerle birlikteydik. Adamcağız davet için epeyce hazırlık yapmıştı.
Prof.Elvil-Sutton, Kongre düzenleme kurulunda da görevliydi. İran-Fars-İslâm kültürü ile ilgili çalışmalar yapmıştı. Evinin bir odasını doldurup öteki odalara da taşan kitaplarının çoğunluğunu oryantalizm konuları içeriyordu. Bunlar arasında, Türkiye’de basılan kitaplar da bulunuyordu.
Spiers’lerin Evinde
Bir akşam da David Clement’in aracılığı ile Bn.Ruth Spiers ve B.Jack Spiers’in 67 Restalrig Road South adresindeki evlerine konuk olmuştuk. Cuma akşamlarının özelliği ve havanın yağışlı olması nedeniyle taksi bulamamış ve otobüsle gitmiştik. B.Spiers, 1979 yılının ilk günü geçirdiği felç nedeniyle yatalak duruma düşmüştü! Bn.Spiers ise mesleği olan hemşireliği, kocası için yapıyordu. Bizim Uysal hoca ile yıllar öncesinden tanıştıkları için, evine davet etmişti. Evdeki sohbette ilginç şeyler öğrenmiştim…
Gerek Ruth Spiers, gerekse 6-7 dili ana dili gibi konuşan David Clement, İskoç milliyetçiliği hareketinin içinde yer alıyorlardı ve İskoç Milliyetçi Parti’nin de üyesiydiler. Daha önce de vurguladığım gibi, İçkoçlar, İngiliz olmayı kesinlikle reddediyorlardı. Eninde sonunda İskoçya’nın bağımsız olacağına inanıyorlardı. İskoç Milliyetçi Parti’nin, o dönemde, İngiltere parlamentosunda 2 Üyesi vardı. Oysa bir önceki dönemde 11 Milletvekili çıkarmışlardı. Oyların Muhafazakâr Parti’ye geçmiş olduğunu düşünüyorlardı. Bunun nedeni ise, medyanın, İngiltere kontrolunda olmasıydı.
Spierks’lerin evi Porto Bellov adlı semtteydi. Burası 19.Yüzyılda Edinburgh’un kent dışındaki bir sayfiyesi idi. Zaman içerisinde de doğal olarak, kentle bütünleşmişti. Liman kenti olan Lith de zamanla Edinburgh’la birleşen bir yerleşim birimiydi.
İskoçlar, İngilizler tarafından sömürüldüklerine inanıyorlardı. İngiltere sınırlarındaki denizlerde salt doğal gaz çıkarken; İskoçya kara sularında bol petrol çıkarılıyordu. Ama bu petrol İngiltere tarafından kullanılıyor ve dışarıya satılıyordu. Çünkü İskoçya’da petrolün işlenebileceği tesisler yoktu. Hâl böyle olunca dışarıya ham petrol satılıyor; ama hazır petrol satın alınıyordu. İskoçya denizlerinden çıkan petrol, İngiltere’nin yararına kullanılmaya devam edecek olursa, 30 yıl sonra petrolün kökü kuruyacaktı. Oysa 5-6 milyonluk İskoçya, kendi topraklarından çıkan petrolle 100 yıl kendisini idare edebilirdi.
Dostlarımıza göre Londra, İskoçya’ya karşı ilgisizdi ve bu nedenle işsizlik giderek artıyordu…İskoçlar Kraliçe II.Elizabeth’e küsmüşlerdi. Çünkü gelenek gereğince taç giymek üzere İskoçya’ya geldiğinde, İskoç hanedanının Edinburgh kalesinde korunan mücevherlerine çıplak elle dokunması gerekiyordu. Ama o zaman Başbakan olan Sir Winston Çörçil, telefon ederek; genç bir kız olan Elizabeth’e, eldiven giyerek dokunmasını söylemişti ve o da öyle yapmıştı!…Gelenek gereğince İngiltere kralı, aynı zamanda İskoçya’nın da kralıydı. Ama kimi İskoçlar, yukarıdaki anlatılan nedenden dolayı Elizabeth’in kraliçeliğini geçersiz buluyorlardı. Bunun bir nedeni de kralların veya kraliçenin Westminster sarayındaki kutsal taşın üzerinde tacını giyememişti; çünkü İskoçlar kutsal taşı alıp götürmüşlerdi!…Asıl taşın yerine benzeri bir taş konulmuştu ama; İskoçlar bunu geçersiz sayıyorlardı. Kısacası İskoçlar; “O bizim değil, İngilizler’in kraliçesidir” diyorlardı. Oysa II.Elizabeth’in annesi İskoç’tu; ama kraliçe İngiliz terbiyesi almıştı.
İskoçlar, Çörçil’e çok kızıyorlar ve. “O İskoç düşmanıdır” diyorlardı. Çanakkale faciasına da Çörçil’in sebep olduğunu söylüyor ve eleştiriyorlardı.
İskoçya’da “pit” adı verilen doğal bir yakıt vardı. İskoçya topraklarındaki milyonlarca tonluk bu yer altı servetine İngilizler ilgi göstermiyorlardı. Oysa aynı yakıtı İrlandalı’lar tuğla biçimine sokup, satıyorlar; hatta İskoçlar da bundan satın alıyorlardı. Kokusu fena olmayan bu yakıt, arazideki bitki örtüsünün hemen altında; kalın bir tabaka halinde durmaktaydı. Kalıplar halinde yerden alınan bu toprak-yakıt, öylece yakılmakta ve ısı vermekteydi. “Pit”i alınan toprak ekilebilmekte ve ürün vermekteydi. Yanan pitin kokusu, viski kokusuna benziyordu ve bu nedenle İskoçlar, pit kokusuna viski kokusu diyorlardı. Pit bir ara tahlile tâbi tutulmuş; içinde incir vb.gibi bazı bitkilerin kalıntıları görülmüştü. Bundan da anlaşılıyordu ki, çok eski yıllarda bölgede bu ürünler yetiştiriliyordu. Tahminlere göre pitler, 2000 yıl sonra linyit kömürü haline gelecekti?…Pit, linyitten önceki evrenin görüntüsü olabilirdi. Pitli alanda şimdi, ekim yapılamıyordu ama, “heder” adı verilen bir cins ot yetişiyordu.
Spiers diyordu ki; “İskoçya toprakları çok zengindir. Ama tüm toprağın % 80’i zenginlerin ellerindedir. Onlar da Londra’da oturuyorlar…” Bn.Ruth ilginç bir kadındı! Dünyayı kedilerin idare ettiklerine inanıyordu! Sürekli konuşuyor; ama bizim için ilginç ve yeni bilgiler veriyordu. Sohbet 01.30’a kadar devam etmişti ve bulabildiğimiz bir taksiyle Pollock Hall’e dönmüştük.
İskoç Araştırma Enstitüsü
Dr.Alan Buffort aynı zamanda İskoç Araştırma Enstitüsünde çalışıyordu. Bir ara enstitüyü, dolayısıyla burada arşivin müdürlüğünü yapan Buffort’u ziyaret etmiş ve çalışmalar hakkında bilgiler almıştık. Türk delegasyonu olarak bizim kendilerini ziyaretimizden memnun olmuşlar ve mini bir de resepsiyon vermişlerdi! Müdür Prof.John Mc.Quin’in söylediğine göre enstitü, daha önce İskoç Tetkikleri Okulu olarak kullanılmıştı. Enstitü, üç bina içerisinde faaliyette bulunuyordu. Zengin bir arşiv, kütüphane ve dershaneler vardı. 1951 yılında kurulan okul, halk kültürü ile ilgili yoğun çalışmalar yapmıştı. Arşivde 7 bine yakın bant vardı ve bunlardan 448’i, yer adlarıyla ilgili çalışmaları içeriyordu. Arşivde 19.yüzyılda yapılan çalışmalardan kalan derleme fişlerini de görünce, hem şaşırmış, hem de takdir etmiştik.
Edinburgh Festivali
Dünyanın sayılı festivalleri arasında yer alan Edinburgh Festivali, ne yazık ki, bizim etkinliklerin son gününde başlıyordu. Aslında, kongremiz de, festival tarihleri içerisinde olsaydı; festival programında yer alan kimi etkinlikleri de izleme olanağını bulurduk.
Festival 18 Ağustosta başlamıştı. O gün Edinburg sokakları, caddeleri, insan selinden geçilmiyordu. Oteller tıklım tıklımdı. Salt festivale iştirak eden sanat toplulukları değil turistler de İskoçya başkentini doldurmuşlardı. Gençler, pub denilen birahane-meyhane türü cafeleri doldurmuşlardı. Bir şey içmeden buralara giriş için dahi, 1 Sterlin ödeniyordu.
Program bittiği ve bizim için belirli bir tarihe kadar rezervasyon yapıldığı için, o sabah kaldığımız odaları boşaltmıştık; ama bize başka odalar vermişlerdi. Ben Baird House’ın 9 No.lu odasına yerleşmiştim.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER