• Haberler
  • Genel
  • Milli kültürümüzü zenginleştirip aktarmalıyız – Kocatepe Gazetesi

Milli kültürümüzü zenginleştirip aktarmalıyız – Kocatepe Gazetesi

Afyon Kocatepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi İletişim Tasarımı ve Grafik Bölümü Başkanı Doç. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu, Anadolu Eğitim Bilim ve Kültür Vakfı'nın davetlisi olarak Ankara'da 'Dil – Kültür – İletişim' konulu bir konferans verdi. Konferanstaki konuşmasında Nakilcioğlu, aydınlarımızın en önemli görevinin, milli kültürümüzü zenginleştirerek gelecek nesillere aktarmak olduğunu söyledi Ankara Sıhhiye'deki Anadolu Vakfı Genel [&hellip]

Milli kültürümüzü zenginleştirip aktarmalıyız

Afyon Kocatepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi İletişim Tasarımı ve Grafik Bölümü Başkanı Doç. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu, Anadolu Eğitim Bilim ve Kültür Vakfı’nın davetlisi olarak Ankara’da “Dil – Kültür – İletişim” konulu bir konferans verdi. Konferanstaki konuşmasında Nakilcioğlu, aydınlarımızın en önemli görevinin, milli kültürümüzü zenginleştirerek gelecek nesillere aktarmak olduğunu söyledi

Ankara Sıhhiye’deki Anadolu Vakfı Genel Merkez Binası Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen toplantıya Anayasa Mahkemesi Üyesi Celal Mümtaz Akıncı, Afyonkarahisar eski Milletvekili Mehmet Özutku, Tokat eski Milletvekili İbrahim Kumaş, Emekli Ortaöğretim Genel Müdürü ve Van eski Milletvekili Kerem Altun, SGK 1. Hukuk Müşaviri Av. Mahmut Özbay, Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı Genel Başkanı Av. Hayrullah Başer, Vakıf Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Mehmet Öztürk, Vakıf Genel Sekreteri Ali Ay, Vakıf Genel Muhasibi Raif Ak, Vakıf Yönetim Kurulu Üyesi Hüseyin Ayaz ile birlikte seçkin bir davetli grubu katıldı.
Kültürü, “topluma kişilik kazandıran değerler bütünü” şeklinde tanımlayarak konuşmasına başlayan Doç. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu, Atatürk’ün “Millet, aynı kültürden insanların oluşturduğu toplumdur.” sözlerini hatırlatarak “Aynı toplumdan olma duygusunun doruk noktası ‘millet’tir. Her milletin bir kimliği vardır. Kültür, milletin kimliğidir.” dedi.
Konuşmasında kültürün temel özelliklerine de değinen Doç. Dr. Nakilcioğlu şunları söyledi:
“Kültür canlı bir varlıktır, değişir, gelişir ve yenilenir, ama kültürün özü asla değiştirilemez ve bütünü ile başka bir kültüre dönüştürülemez. Bu öz kaybolur, bu asıl maya bozulursa kültür yozlaşır ve ortadan kalkar. Bu kültürün eski mensupları bedenen yaşamaya devam ederler, ama artık başka bir kültürün tutsağı olarak hayatlarını sürdürürler.”
DEĞİŞİKLİKLER GÖZLENEBİLİR
Uygarlığın ve teknolojinin gelişimine bağlı olarak zamanla kültürün dış yapısında ve yansıma biçimlerinde değişiklikler görülebileceğini kaydeden Nakilcioğlu sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu yeni ortamı ve şartları değerlendirme, yorumlama ve kültürün özüne sadık kalarak onları özümleme çabası, bir milletin dinamizmini ve sorunlara çözüm bulma becerisini ortaya koyar. Kendi köklü kültürüne ve tarihi kültür kurumlarına sahip çıkarak çağdaş sorunların üstesinden gelen milletler yükselmeye devam eder. Bu sorunlara çözüm üretemeyen milletler ise yozlaşmaya, asimilasyona, hatta kültür emperyalizmine maruz kalarak başka kültür ve uygarlıkların hakimiyeti altına girer.”
Bir toplumdaki yaşayış, barınma, beslenme, giyinme, eğlenme gibi bazı kültür farklılıklarının gayet doğal olduğunu belirten Nakilcioğlu, inancımızın kaynağı olan Yüce Kitabımızdaki “Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Tanışasınız diye sizi kollara ve kabilelere ayırdık.” tespitine işaret etti ve toplumun zenginliği sayılacak olan bu farklılıkları hoşgörüyle karşılayıp bunları dışlamamak ve parçalanmaya dönüştürmemek gerektiğini vurguladı.
Kültürün, kişiler üstü sosyal bir varlık olduğunu da kaydeden Nakilcioğlu, “Kişiler kendi çalışmaları ölçüsünde kültüre katkıda bulunurlar, ama insanlara ruh veren, onları eğiten ve yönlendiren milli kültürdür” diyerek şöyle devam etti:
“Kültür, toplumsal dayanışma ve birlik duygusu sağlar, yani o milletin bireylerine ‘biz bilinci�� verir. Toplumları bir arada tutan, iç ve dış tehlikelere karşı onların sağlam bir dirençle ayakta durmasını sağlayan da işte bu biz bilinci ve mensubiyet duygusudur, yani kendini o kültürün ve milletin bir parçası olarak görme inancıdır. Kültür, geçmişin mirasıdır, atalarımızın bize bıraktığı değerlerin bütünüdür. Her nesil miras aldığı kültüre maddi ve manevi bir katkı yapar ve onu kendinden sonrakilere devreder. Böylece kültür nakli dediğimiz olay gerçekleşir. Eğer biz tarihten devraldığımız muhteşem mirası, daha da güçlendirerek sonraki kuşaklara aktarabiliyorsak istikbalimiz parlak demektir. Bir toplumun geleceği, gençliğe bırakılan mirasla doğru orantılıdır. Bu yüzden günümüzde aydınlarımızın en önemli görevi, milli kültürümüzü zenginleştirerek gelecek nesillere aktarmaktır.Binlerce yıllık köklü ve şanlı bir geçmişe sahip olan kültürümüz, bugün ‘hasta adam’ı kurtaracak tek ilaçtır. O hasta adam, dünya milletleridir. Yunus Emre, Mevlâna, Hacı Bektaşı Veli, Ortaasya’nın Alp-Erenleri yüzyıllar boyunca Rum diyarına nasıl ışık saçmışlarsa, bu yüce insanların mesajlarını taşıyan Türk kültürü bugün gene dünyayı aydınlatacak güçtedir, yeter ki biz bu meşaleyi canlı tutalım ve onu insanlığın hizmetine sunmaya devam edelim.”
DİL, EN ÖNEMLİ KAYNAK
Konferanstaki konuşmasında dil-kültür ilişkisi üzerinde de duran Doç. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu, dilin, kültürü üreten en önemli kaynak olduğunu vurgulayarak şöyle dedi:
“Kültür, dil aracılığıyla aktarılır, ama dili oluşturup zenginleştiren de kültürün kendisidir. Dil, kültürün bir ürünüdür ve kültürün diğer ürünlerinin de yaşamasını sağlar.
Dil, aynı zamanda kültürün yansıtıcısıdır. Kültürün gelişme seyrini izlemek için dile bakmak yeterlidir. Dilde yozlaşma, bozulma, fakirleşme varsa kültür de çürümeye başlıyor demektir. Dilimize giren yabancı kelimelere şöyle bir göz atmak, kültürün nereye doğru gittiğini göstermeye yetecektir.”
Dilin iki temel görevi olduğunu kaydeden Doç. Dr. Nakilcioğlu, bunları “iletişim aracı olmak” ve “kültürü korumak” şeklinde özetledi ve sözlerini şöyle sürdürdü:
“Dil, kültür köprüsüdür. Kültürün korunması, yayılması, geleceğe taşınması ancak dil sayesinde mümkün olabilir. Aslında kültürü taşıyan, dildir. Kelimeler, deyimler, atasözleri, özdeyişler, nükteler, türküler, şarkılar ancak dille kuşaktan kuşağa aktarılır.
Kelimeler kültür molekülleridir. Her kelimenin içinde o milletin kültürüne ait değerler saklıdır. Bir deyim, bir atasözü ya da bir ninni üzerine kitaplar yazılabilir.
Atatürk, ‘Dilin milli ve zengin olması, milli duygunun gelişmesinde en büyük etkendir. Türk dili dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil bilinçle işlensin.’ derken aslında dilin bu kültürel özelliğine işaret etmektedir.”
Kültürün hayat pınarı olarak dile çok iyi sahip çıkmak gerektiğine işaret eden Nakilcioğlu, “Dede Korkut, Ahmet Yesevî, Yunus Emre, Süleyman Çelebi, Bakî, Fuzûlî, Karacaoğlan, Mehmet Akif bugün hâlâ biliniyor, okunuyor ve yaşatılıyorsa bu ancak dil sayesinde olabilmiştir. Dünyanın en güzel ve en zengin dillerinden biri kabul edilen Türkçemiz olmasaydı bu yüce değerlerimizin hiçbirisinden bugün haberdar olamayacaktık.” şeklinde konuştu.
Dil gibi çok güçlü bir iletişim aracı yoluyla kültürün kuşaklar boyunca aktarılıp yaşatılabildiğine dikkat çeken Nakilcioğlu, iletişim olgusunu idrak edebilmek için “beyin mucizesi”ni iyi anlamak gerektiğini ifadeyle şunları söyledi:
“İnsan beyni, gelen mesajı önce algılar, sonra sembolleri ve kodları çözerek mesajı yorumlar, sonra buna olumlu ya da olumsuz bir tepki geliştirerek cevabını sunar. Buna iletişim süreci denir. Bu süreçte beyin öylesine müthiş bir hızla çalışır ki, dünyanın en gelişmiş mikroişlemcisi bile bu hızın yanında kaplumbağa gibi kalır. İnsanoğlu beynin mükemmelliğini ve onu yaratan yüce varlığın gücünü fark ettiğinde kendisinin de evrenin de farkına varmış olur. Bazı antropologlar diyorlar ki: ‘İlkel insanlar konuşma bilmedikleri için birtakım sesler çıkararak, işaretleşerek iletişim kurmuşlardır.’ Acaba?
Bu tespit tümüyle dayanaksızdır ve sadece zandan ibarettir. Kesin olarak biliyoruz ki, dört büyük peygambere dört büyük semavi kitap verilmiştir, ama diğer bazı peygamberlere de ‘suhuf’lar verilmiştir. Kendisine 10 sayfalık suhuf yani ilâhi mesaj verilen ilk peygamber ise aynı zamanda ilk insan olan Hz. Adem’dir. Oğlu Hz. Şît’e de 50 sayfalık suhuf verilmiştir. Yüce Kur’an’da da ‘Allah, Âdem’e bütün isimleri öğretti.’ denilmektedir. Konuşmaktan aciz, hayvansı bir yaratık gibi sunulmaya çalışılan ilk insan okuryazar olmasaydı, konuşma bilmeseydi, bu suhufları nasıl okuyup anlayacaktı ve diğer insanlara nasıl anlatacaktı?
Hz. Adem ve onun soyunun diğer birçok varlıktan daha üstün ve değerli sayılmasının temelinde, Allah’ın onlara bahşettiği bilgi ve iletişim gücü vardır.”
MEDYA, YÖNLENDİRİCİ ÖZELLİĞE SAHİP
Dil-kültür bağlamında medyanın yerine de değinen Doç. Dr. Nakilcioğlu, bilgi ve iletişim çağında medyanın çok ağırlıklı ve belirleyici bir role sahip olduğunu ifade ederek sözlerini şöyle tamamladı:
“Yazılı, sözlü, görsel ve elektronik türleriyle günümüz medyası, dilin de, kültürün de, iletişimin de odağına yerleşmiş bulunmaktadır. Medya yalnızca kültür aktarıcısı değil, aynı zamanda kültür üreticisi konumundadır. Medya, insanlarımızın, özellikle gençlerimizin kültürünü etkileyen, yönlendiren, biçimlendiren hatta oluşturan, neredeyse tek kaynak haline gelmiştir. Bu güç doğru kullanılırsa halkın topyekün eğitilmesi ve uygarlaşması, gelişip kalkınması sağlanabilir, ama bu güç yanlış kullanıldığında kültürün özü kaybolur, insanlar önce dillerini, sonra kültürlerini, ardından da özgürlüklerini yitirirler. Bugün aydınlarımızın yaşamsal görevi, küresel güdümlü internet medyasının tehlikelerini fark etmek, ulusal medyaya sahip çıkarak milli kültürü en saf ve berrak haliyle kuşaktan kuşağa aktarmaktır. Tüm aydınlarımızı bu tarihsel sorumluluğu yerine getirmeye çağırıyorum.” (Kocatepe)

Bakmadan Geçme