Mesleğini 60 yıldır severek yapıyor
Beton Travers Fabrikası karşısındaki dükkanında üretimini sürdürüyor Yakup Çetinkaya. Öyle 'kriz kırmak' için değil, gerçekten üretim yapıyor. Eski Stad'ın arkasında Afyonkarahisar Belediyesi tarafından yeni inşa ettirilen Şehit Ömer Halisdemir Parkı içindeki mağaranın kapılarını Yakup Çetinkaya imal etti. Yine Belediye tarafından projesi hazırlanan Karayolları Parkı'ndaki bazı alanların kapıları da Yakup Çetinkaya imzalı olacak.Şimdiki adı 'Afyonkarahisar Mesleki [&hellip]
Beton Travers Fabrikası karşısındaki dükkanında üretimini sürdürüyor Yakup Çetinkaya. Öyle “kriz kırmak” için değil, gerçekten üretim yapıyor. Eski Stad’ın arkasında Afyonkarahisar Belediyesi tarafından yeni inşa ettirilen Şehit Ömer Halisdemir Parkı içindeki mağaranın kapılarını Yakup Çetinkaya imal etti. Yine Belediye tarafından projesi hazırlanan Karayolları Parkı’ndaki bazı alanların kapıları da Yakup Çetinkaya imzalı olacak.
Şimdiki adı “Afyonkarahisar Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi olan, kamuoyunda bilinen ismiyle “Sanat Okulu”ndan mezun olan Yakup Çetinkaya, okulda öğrendiği demirciliğe, bakır işleme zanaatını da eklemiş. Çetinkaya, Mor Menekşeler müzik topluluğu ile konserler vermiş, Halk Eğitim Merkezi bünyesinde tiyatro oyunlarında yer almış. Yakup Çetinkaya, bu yönüyle hem sanatçı, hem zanaatkâr. “Altınçekiç” unvanı ile tanınan Yakup Usta’nın dükkanının yanında bir de koleksiyonu var ki görülmeye değer.
GAZETENİZ KOCATE: Demirciliğe nasıl başladınız?
Yakup Çetinkaya: 1958’de Sanat Okulu’nda bu mesleğe başladım. O sene 3 tane meslek gördük biz. Demircilik, marangozluk, tesviyecilik. Ondan sonra 1 sene sınıfta kaldım, 6 senede Sanat Okulu’nu bitirdim. O sırada Sanat Okulu’nun kaşları yapılacaktı. O kaşların yüzde 80’i, benim elimden çıkan hatıralardır. Bizim zamanımızda güzel şeyler yapıldı. Sergiler açıldı. 1958’de okuldan çıktığımızda kahvehaneye gidiyorduk. Bu iş iyi değil diye düşündüm, bir çanak darbuka buldum. Onunla çalmaya başladım. Konser olursa, konserde sahneye çıkanlara bakıyorum, onlar darbukayı nasıl çalıyor diye. Annem rahmetlik ‘Gece saat 1 olmuş, sen hâlâ darbuka çalıyorsun’ diyor. Öyle öyle musikiye başladık. 1958’de başladık, 1971’de bıraktık. Mor Menekşeler diye bir grup kurduk. Halk Eğitim Merkezi’ndeki hocamızla birlikte çok konser verdik.
BİR GECEDE 5 AYRI YER
Mor Menekşeler’in tarzı neydi?
Hem halk müziği, hem de Klasik Türk Müziği tarzında müzik yapıyorduk. O grupta da ben darbuka çalıyordum. Afyonspor’un kıyafeti mor-beyazdı. Biz de mor pantolon, beyaz gömlek yaptırdık, özel olarak. Bu grupla sahneye çıktık. Hatta rahmetli Şükrü Küçükkurt Ağabey, bizim haberimizi yapmıştı. Bir yılbaşında 5 yerden program aldık. Öğretmenler Lokali, Orduevi, Astsubay Gazinosu, İstasyon Lokali ve tekrar Öğretmenler Lokali’nde sahneye çıktık. Saat sabah 5’e kadar sahnede kaldık. O gün ilk konserimizi saat 19 dolaylarında verdik, sabah 5’e kadar dediğim yerlerde şarkılar söyledik. Orduevi’nde en düşük rütbeli yarbaydı, bir bayan, bir subay, bir bayan, bir subay sıralanmışlar. Protokolden bir şey çıkmaz, birkaç şarkı söyleyip gideriz diye düşünüyoruz. 3 şarkı okuyup inmeye kalktık. ‘İsteriz, isteriz, isteriz’ diye tezahürat yapıyorlar. Orduevi Müdürü, ‘Bir daha çıkacaksınız’ dedi. Çıktık, iki tane daha okuduk. İndik, hâlâ istiyorlar. ‘Müdürüm, bizim başka yerde programlarımız var, bizim gitmemiz gerekiyor’ dedik. Çekti tabancasını ‘Olmaz, giderseniz sizi vururum’ dedi. Arkadaşlar çıktı, ‘Kışlalar doldu, doldu boşaldı bugün’ diye bir uzun hava okuduk, ardından da ‘Sallasana Sallasana Mendilini’ diye şarkıya başladık. Hâlâ istediler, ama biz çıktık, diğer yerlerde de sahneye çıktık. 1969 ya da 1970 y��lı idi.
“AL DA BAYRAĞI KIBRIS ÜSTÜNE”
O zamanki toplumsal hayat da canlı imiş.
Tabii canlıydı. Düşünün, 1 gecede 5 farklı yerde programa çıktık. Çok güzel konserler verdik. Halk Eğitim bünyesinde çalışmalar yaptık. O zaman Türkiye Kıbrıs Harekâtı da yapmak için hazırlık içindeydi. O zaman hocamız, ‘Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa’ marşındaki ‘Al da bayrağı düşman üstüne’ kısmını ‘Al da bayrağı Kıbrıs üstüne’ şeklinde okuttu. O konserde, belki 15 dakika alkışlandık. Öyle güzel günler geçirdik. Biz 15 günde bir Halk Eğitim’de konser verirdik. Ruhi Öner Hocamız vardı. İstanbul Musiki Cemiyeti’nde yetişmişti.
1968’de askerden geldim, bu mesleğe başladım. 1965’te öğretmenliğe başladım. Müdürün bir tepkisinden dolayı bu mesleği yapmak istemedim. Bıraktık onu, dükkan açtık. Sanat Okulu’nda öğrendiklerimle dükkanı açtım. Askerde de ben demircilik yaptım. Askerliği Kütahya’da jandarma olarak yaptım.
Bir taraftan koroda müzik çalışmaları yaparken bir tarafta da demircilik mi yaptınız?
Evet, hem korodaydım, hem de dükkanı açmış olduk. Utku Anıtı’nın işlemesini o zaman yaptım.
ZAFER HAFTASI’NDA VİTRİN YARIŞMASI DÜZENLENİRDİ
Utku Anıtı işlemesinin hikayesi var mıydı?
Sanat Okulu’nda sac kabartma işlerini gördük. Ondan sonra o aklıma geldi. Gittim, Utku Anıtı’nın fotoğrafını çektim. Onu karelere böldüm, büyüttüm. 70 santimetre civarına getirdim. Böylelikle yaptım. Bu da 1968 ya da 1969 yılına denk geliyor galiba. Leylek kabartmaları yaptım.
Yarışma mı düzenlenmişti?
Eskiden Zafer Haftası’nda çok güzel programlar düzenlenirdi. Esnaflar arasında vitrin yarışmaları olurdu. Ondan dolayı ben heveslendim ve heykeli yaptım. Tabloda Afyon Kalesi’ni yaptım, top arabalarını yaptım. Onlara yanıp sönen ışıklar buldum. Onlara kum döktüm. Onların içine lambalardan döktüm. Top arabalarının yanına oyuncak askerler buldum, Sanki yaralanmış gibi bir hava verdim onlara. Büyük bir sahne yaptım. Bu konuda vitrin ikinciliğim var. Bu tür yarışmaları Afyonkarahisar Valiliği ile Afyonkarahisar Belediyesi ortaklaşa yapıyordu. Uzun Çarşı’daki esnaf birinci oldu, ben ikinci oldum. Halbuki birinci olan esnafın vitrin çalışması benimkine göre daha sönüktü. Ama tabii o Uzun Çarşı’daydı.
TİYATRO OYUNUNDA DA ROL ALDI
Hep demir ve bakır ile mi uğraştınız?
Bir tabaka sac alma imkanım yoktu, parça sac alıp onlara şekil veriyordum. Baktık olmadı, ayna çerçeveleri yapmaya başladım, değişik ürünler üretmeye başladım. Sehpa bile yaptım. Hepsini demirden yapıyordum. 1968’de Duvarların Ötesi ve Büyük İhanet adı altında iki tiyatro oyunu oynadık. Tiyatro grubumuz da yine Halk Eğitim Merkezi’ndeydi. O zaman tiyatroda oynayacak hanım bulamadık, Devlet Malzeme Ofisi’nde Eskişehirli bir hanım vardı, ona teklif ettik. O da tiyatro oynamayı kabul etti, Allah razı olsun. Duvarların Ötesi’ni ilk oynadığımız zaman Ankara Sanat Tiyatrosu’ndan gelmişler, bize makyaj yaptılar. Ben aynada kendimi tanıyamadım. Ben, dilsiz rolündeydim.
USTAM YOKTU, OKULDA ÖĞRENDİKLERİMİ UYGULADIM
Kendi dükkanınızı açtığınızda usta mıydınız?
Yok. Sanat Okulu’ndan öğrendiğim bilgileri uygulamaya çalıştım. Çok mücadele ettim, çok çalıştım. Benim bir ustam yoktu, zanaatımı kendim geliştirdim. İlk dükkanımMecidiye’de idi. Sonra, 1974’te şimdi Birinci Küçük Sanayi denilen yere geçtim. 1981’de de şimdiki yerime geçtim. Sanayi Sitesi’nde çok önemli işler yaptık. Daire testere makinesini kendim yaptım. 1975’te imal ettim, hâlâ faaldir. 1981’de başka bir makine yaptım. 1989’da kıvırma makinesi yaptım. Sanat Okulu’nda gördüğüm, öğrendiğim bilgilerle makineleri imal ettim. Çalışarak bugünlere geldik.
Sanayi’ye geçtiğimde 12-13 çırağım ve kalfam oldu. O senelerde çok stajyerler geldi, onları yetiştirdik. Yakup Usta’nın yanında staj yaptım, diyenleri fabrikalarda özellikle tercih etmişler. Öğretmen Evi’nin demir işlerini yaptım, Özerler’in işlerini yaptım, Yem Sanayii’nin işlerini, PTT’nin tüm işlerini ben yaptım. O zaman çırak çoktu.
YENİ NESİLDE İSTEK YOK
Çırak ve kalfa deyince sormak gerek. Yeni nesil nasıl?
Yeni nesil ne yazık ki bu işlere hevesli değil. Özür dilerim, ama gençlik bitik bana göre. Ben bu dükkanı işletirken aynı zamanda tiyatroda oynadım, aynı zamanda musiki topluluğunda yer aldım. Neler yaptık neler. Hiç boş zamanımız olmadı. Gece düğünlere, sahnelere çıktık. Gündüz de sabah saat 8’de geldim ve dükkanımı açtım. Yılmadım, yorulmadım. Bir keresinde bir amcamız, Hamamcıların Hacı Bekir, akşamüzeri geldi. ‘Akşam kapatmasını bilmeyen, sabah açmasını bilmez’ dedi. Hepimiz dükkanı kapattık, kulağıma küpedir. Şimdiki çıraklar, bizi dinlemiyor, biz başka bir yere gitsek hemen telefonla oynamaya başlıyorlar.
GÜNDE 15-16 SAAT ÇALIŞIYORDUK
Kaç saat çalışıyordunuz günde?
Bayağı 15-16 saat çalışıyorduk. Bizde istek vardı. Şimdiki gençlerde istek yok. Müzeyi görüyorlar meselâ, şaşırıyorlar. Ama oradaki işleri, kabartmaları üretecek gayret ve istek yok. Ben şöyle düşünüyorum: Zamanla Türkiye’de esnaf kalmayacak. Esnaflık her geçen gün bitiyor. Yeni nesil yetişmiyor. Benden sonra bizim yaptığımız işi yapan yok. Bakır işi farklı bir iş. Her demirci, bakırcılık yapamaz. Demircilikte de farklı buluşlar yaptım. Ama bunu anlatacağım kalfa ve çırak yok. Ben 400 civarında özel bakırlı kapılar yaptım. Son zamanlarda da Eski Stad’ın arkasındaki mağaranın kapısını yaptım. Şimdi yine bir park için kapı yapıyoruz.
HER ŞEY SEVGİ İLE YAPILIR
Bir de yan tarafta özel müzeniz var. Eserleri nasıl biriktirdiniz?
1968’de yaptığım eserler var. Bir kısmını tekrar hatıra kalsın diye yaptım. Mumluklar, sehpalar yapmaya çalıştım. Ben koleksiyonlara özendim. Kibrit biriktirmeye başladım. 2000 civarında kibrit biriktirdim. Fotoğraf makineleri, daktilolar var. Ben bir süre fotoğrafçılık da yaptım. 50 yılı geçkin bir birikimin sonunda böyle bir müze ortaya çıktı. Elimde çok eser var. Güvenebileceğim bir yer olursa, elimdeki malzemeleri vermeyi bile düşünüyorum. Yakup Çetinkaya Sergisi ismimiz yaşatılırsa bu koleksiyonları vermek istiyorum. Pul koleksiyonum da var, kazandığımız parayı pula vermeye başladık, sonra vazgeçtim. Para koleksiyonu yapmaya çalıştım. Onlar duruyor.
Bunun dışında benim bahçem var, 100 civarında gülüm var. Bir şeyi başarabilmek için mutlaka sevmek lazım. Hiçbir şey sevgisiz olmaz. İstemek ve sevmek gerekir. Ben 1986’da emekli oldum, ama 30 yıldır çalışıyorum. İmkanım olsa da bütün bildiklerimi anlatsam, öğretsem. >> Murat ARISOY’un Özel Röportajı