Mescid-i Aksa neden önemli?

Mescid-i Aksa, Müslümanların Kudüs'te bulunan ilk kıblesi ve en kutsal sayılan üç mescidinden birisidir.

Asıl adı Ârâmîce Beth makdeşa, İbrânîce Beth ha-Mikdaş ve Arapça Beytülmakdis olup “mukaddes ev” demektir; ilk kuruluşundan beri taşıdığı bu ad sonradan şehrin tamamını kapsamına almıştır (İA, VI, 953). Şehir için müslümanların benimsediği Kudüs adı da aynı kökten gelmekte ve aslında şehri değil mâbedi ifade etmektedir. İslâm âlimleri, Kur’ân-ı Kerîm’de el-Mescidü’l-aksâ adıyla anılan ve çevresinin mübarek kılındığı belirtilen yerin (el-İsrâ 17/1) Beytülmakdis olduğu konusunda ittifak halindedir.
MESCİD-İ AKSA NEDEN ÖNEMLİ?
Müslümanların Mekke ve Medine’den sonra İslam’ın en kutsal üçüncü dini mabedi olarak kabul edilen Mescid-i Aksa, Kudüs’ün doğusunda 400 bin kapasiteye sahip. Mescid-i Aksa, Müslümanların ilk kıblesi olma özelliğini taşıyor. İslam inancına göre, Hazreti Muhammed’in (SAV) Miraç gecesi, Allah’ın cc daveti üzerine Cebrail Aleyhisselam’ın rehberliğinde Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa‘ya, oradan semaya, yüce alemlere ve ilahi huzura yükselişinin ilk durağı olarak biliniyor. Burası aynı zamanda Yahudiler için de kutsal bir alan. Tapınaklar bölgesi ile Süleyman Tapınağı, Yahudiler ve Müslümanlar arasında çekişme konusu olmaya devam ediyor.
MECCİD-İ AKSA’NIN TARİHİ
Asıl adı Ârâmîce Beth makdeşa, İbrânîce Beth ha-Mikdaş ve Arapça Beytülmakdis olup “mukaddes ev” demektir.
İslâm âlimleri, Kur’ân-ı Kerîm’de el-Mescidü’l-aksâ adıyla anılan ve çevresinin mübarek kılındığı belirtilen yerin Beytülmakdis olduğu konusunda ittifak halindedir. Arapça aksâ “uzak” anlamındadır ve mâbedin Mekke’ye uzaklığından dolayı bu ad verilmiştir.
Mûsevîliğe göre mâbed dünya yaratılmadan önce de vardı ve gökte idi. Rab dünyayı onun gölgesinin düştüğü yerden yaratmaya başlamış, ardından o noktada Hz. Âdem’i yaratmıştır
Bir hadise göre ise burası, Mescid-i Harâm’dan sonra içinde insanların Allah’a ibadet etmeleri amacıyla yapılan en eski ikinci mâbeddir. Bugün Kâbe’ye çevresiyle birlikte Mescid-i Harâm denildiği gibi Mescid-i Aksâ’ya da çevresiyle birlikte Harem-i şerif denilmekte ve bununla eski Kudüs’teki kuzeyi 321, güneyi 283, doğusu 474 ve batısı 490 m. uzunlukta olan ve yer yer 30-40 m. yüksekliğe ulaşan surlarla çevrili bulunan, içinde Kubbetü’s Sahra’nın da yer aldığı kutsal mekân (144 Dönüm) kastedilmektedir.
Mescid-i Aksâ’nın yerinin tesbiti ve planlanması Hz. Dâvûd ile başlar. Ancak Allah (c.c.) mâbedin Hz. Süleyman tarafından yapılacağını bildirir. Bunun üzerine Hz. Dâvûd, oğlu Hz. Süleyman’a durumu anlatıp mâbedi inşa etmesini emreder ve mâbed yapımıyla ilgili bütün malzemeleri ve elemanları ona teslim eder. Mâbed için gerekli taş ve kereste Lübnan dağlarından karşılanmış, Sûr Kralı Hiram bunları Hz. Süleyman’ın yolladığı işçilere ve kendi adamlarına inşaatta kullanılacak şekilde hazırlatıp Kudüs’e göndermiştir. Çünkü mâbedin yapımı sırasında ne keser ne çekiç sesinin duyulduğu belirtilmektedir.
İlk mâbedin yeri konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bazılarına göre günümüzde Kubbetü’s-sahre’nin bulunduğu Harem’in en yüksek kısmı, onun Kudsü’l-akdes denilen en iç mekânına veya sunağının (mezbah) bulunduğu kısmına tekabül etmektedir. Ahd-i Atîk’e göre inşaat İsrâiloğulları’nın Mısır’dan çıkışının 480. ve Hz. Süleyman’ın hükümdarlığının dördüncü yılında, yahudi takviminin ikinci ayı olan “ziv” ayında (nisan-mayıs) başlamış ve yedi yıl kadar sürmüştür.
Kur’an’da Hz. Süleyman’ın emrinde çalışan cinlerin mihraplar, heykeller, havuzlar kadar geniş leğenler ve sabit kazanlardan ne dilerse yaptıkları bildirilir. Bu mihraplar mescidin bölümleriyle yorumlanmıştır. Ahd-i Atîk’in verdiği bilgiye göre mâbed büyük bir törenle açılmış, bu sırada görülen bazı olağan üstü haller karşısında İsrâiloğulları taş zemin üzerinde secdeye kapanmışlardır.
Çok değerli eşya ile dolu olan Beytülmakdis, Hz. Süleyman’dan sonra zaman zaman istilâcıların yağmalama ve yıkımlarına mâruz kalmıştır. En büyük yıkım Bâbil Hükümdarı II. Buhtunnasr’ın (Nebukadnezzar) Kudüs’ü üçüncü işgali sırasında olmuş (m.ö. 586), şehri tamamen tahrip eden Buhtunnasr yıkılan mâbedin kapı ve duvarlarından söktüğü altın kabartmalarla diğer kıymetli eşyayı şehirden topladığı ganimetlerle ve halkın büyük bir kısmıyla beraber Bâbil’e götürmüştür.
Bu şekilde başlayan Bâbil esaretinin Bâbil’in Persler tarafından zaptı ile (m.ö. 539) sona ermesinin ardından Kudüs’e dönen Yahudi ileri gelenlerinden Zerubbabel ve arkadaşları mâbedi yeniden inşa etmiş (m.ö. 515) ve bu inşaat yirmi beş yıl kadar sürmüştür.
Daha sonra Kudüs birkaç defa daha istilâya uğramış ve bunlardan Selefki Kralı Antiochos (Antiokhos) IV. Epiphanes’in işgali sırasında (m.ö. 168) mâbede Grek tanrı heykellerinin konulması üzerine Makkabi isyanları başlamıştır; dört yıl sonra istilâcıları kovan Makkabiler mâbedi bunlardan temizlemişlerdir. Ancak milâttan önce 63’te Pompeus’un, ardından Crassus’un emrindeki Roma ordularının işgal ve yağmalarına uğramıştır. Kısa bir süre Partlar’ın hâkimiyetine giren Kudüs, milâttan önce 37’de Romalılar’ın Yahudiye kralı ilân ettikleri I. Herod (Büyük Herod) tarafından yine onların yardımıyla ele geçirilince mâbed genişletilerek yeniden yapılmıştır.
Bu inşaat Hz. Îsâ’nın doğumundan yirmi yıl kadar önce başlamış ve onun zamanında da sürmüştür. Günümüzde yahudilerin ilk Süleyman Mâbedi’nin bir bölümü olduğu düşüncesiyle önünde dua ettikleri Burak Duvarı (Ağlama Duvarı) bu mâbedin çevre duvarının batıya düşen kısmının kalıntısıdır.
Kur’an’da bahsi geçen, Hz. Zekeriyyâ’nın ve Meryem’in ibadete çekildikleri odalar da bu binada olmalıdır. Ahd-i Cedîd’de verilen bilgilerden Hz. Îsâ’nın yaşadığı dönemde Yahudilerin mâbede gereken saygıyı göstermedikleri anlaşılmaktadır; çünkü Hz. Îsâ Kudüs’e geldiğinde mâbedin pazar yerine çevrilmiş olduğunu görmüş ve bunu engellemeye çalışarak insanlara, Ahd-i Atîk’te mâbedin yapılış amacının bütün milletler için dua evi olduğuna ve geçmişte “haydut ini”ne çevrildiğine dair yer alan cümleleri hatırlatmıştır. Yine Ahd-i Cedîd’de mevcut bilgilerden Hz. Îsâ’nın orada İncil’i öğretmeye çalıştığı, fakat yahudi kâhin, yazıcı ve ihtiyarlarının buna karşı çıktıkları anlaşılmaktadır.
Milâttan sonra 70 yılında Titus kumandasındaki Roma ordusunun işgali sırasında hemen hemen tamamen yakılan Kudüs’le birlikte mâbed de yıkılmış, şehir Hadrien zamanında (117-138) yeniden imar edilirken Beytülmakdis’in yerine Jüpiter Capitolinus Tapınağı yapılmıştır. Kostantinos’un Hıristiyanlığı kabulünden sonra bu tapınağın yıkıldığı sanılmaktadır.
Hz. Peygamber’in mi‘rac yolculuğuna çıkmadan önce Müslümanların kıblesi olan Mescid-i Aksâ’ya getirildiği İsrâ sûresinin ilk âyetinde açıkça belirtilmektedir. Hicretin ardından buranın kıble oluşu on altı – on yedi ay kadar sürmüştür. Bu durum İslâm’da Mescid-i Aksâ’ya verilen değeri göstermekte ve Kudüs’ün ele geçirilmesinden yıllar önce Resûl-i Ekrem’in söylediği, ibadet ve ziyaret maksadıyla gidilmesi gereken üç mescidden birinin Mescid-i Aksâ (diğerleri Mescid-i Harâm ve Mescid-i Nebevî) olduğu, bu mescidlerde kılınan namazın kişinin evinde tek başına eda edeceği namazdan bazı rivayetlerde 500, bazılarında elli bin kat daha çok faziletinin bulunduğu yolundaki hadisleri bunu pekiştirmektedir.
Hz. Ömer, Kudüs’ün anahtarını teslim aldığında kendisi de bizzat çalışarak Mescid-i Aksâ’nın Hıristiyanlık döneminde molozlar altında kalmış olan yerini temizletip Sahra’nın güneyindeki düzlükte cemaate namaz kıldırmış, daha sonra da buraya bir mescit yaptırmıştır.
İlk dönem İslâm kaynaklarında bu mescit hakkında fazla bilgi bulunmamakta, ancak 50 (670) yılı civarında burayı ziyaret eden bir Hristiyan hacının anlattıklarından Müslümanların haremin doğu duvarına yakın bölümünde yer alan harabenin üzerini kalaslarla kapatarak 3000 kişinin namaz kılabileceği büyüklükte basit bir mescit yaptıkları öğrenilmektedir.
Şu anda günümüzde bulunan ve Mescid-i Aksa’nın en eski yapısı olarak bilinen Kubbetüs Sahra 687-691’de Emevi Hükümdarı Abdülmelik B. Mervan tarafından yaptırılmıştır.
Kıble Mescidi ise Kubbetüs Sahra’dan sonra Abdülmelik B. Mervan’ın çocukları zamanında yaptırılmıştır.
Mescid-i Aksa 88 yıl haçlı istilasında kalmıştır. (1099-1187) Haçlılar Kudüs’te 70 Bin kişiyi öldürmüşlerdir. Bu katliam kendi tarihi kaynaklarında itiraf edilmiştir. Tapınak Şövalyeleri Mescid-i Aksa içinde bulunan yapıları kiliselere çevirmişler ve kutsallıklarına hakaret etmişlerdir.
Haçlı istilâsı sırasında büyük kısmı Templier şövalyelerine verilen Kıble Mescidi’nde bazı değişiklikler yapılmıştır. “Mâbedliler” anlamına gelen adlarını Templum Salomonis dedikleri bu binadan alan Templier şövalyeleri kendilerine verilen kısımları ikametgâh ve erzak ambarı gibi bölümlere ayırmışlardır.
Selâhaddîn-i Eyyûbî 1187’de Kudüs’ü geri aldığı zaman Kıble Mescidi’nin eski haline getirilmesi Kubbetü’s Sahra’dan daha fazla emek gerektirmiştir. Binanın güneybatısında bulunan Templier şövalyelerinin silâhhanesi tâdil edilerek kadınlar camisine çevrilmiştir.
Halep’te Nûreddin Zengî’nin yaptırdığı minber getirilip Kıble Mescidi’ndeki yerine konulmuştur.
II. Abdülhamid tarafından halıları ve kandilleri yenilenen yapıda İngiliz mandası döneminde 1922’den başlayarak gerçekleştirilen geniş kapsamlı onarım çalışmasını Mimar Kemâleddin Bey yönetmiştir.
Harem dâhilinde çeşitli zamanlarda yapılmış birçok kubbe, dört minare, beş sebil, çok sayıda kuyu ve sarnıç bulunmaktadır.
21 Ağustos 1969 tarihinde fanatik bir yahudi Mescid-i Aksa’nın içinde bulunan Kıble Mescidi’nde yangın çıkarmıştır. Dönemin Suud Kralı Melik faysal bu olaya tepki göstererek İslam İşbirliği Teşkilatı’nı Mescid-i Aksa’nın korunması amacıyla kurmuştur. Çıkarılan yangında kısmen tahribat gören mescidde Nûreddin Mahmud Zengî’nin yaptırdığı nefis ahşap minber de yanmıştır.
Yapı sonraki yıllarda aslına uygun biçimde imar edilmişse de Yahudilerle Araplar arasında halen süren çatışmalar sebebiyle zaman zaman yine saldırı ve tahriplere mâruz kalmaktadır.

Bakmadan Geçme