KOSOVA -1-

KOSOVA CUMHURİYETİ Balkan ülkeleri seyahatlerimden epey söz ettim. Ama yazmadığım ülkeler de var. Örneğin Kosova…Can Kosova…Kardeş Kosova… Kosova seyahatlerimi yazmadan önce, bugünkü, bağımsız Kosova Cumhuriyeti hakkında birkaç söz söylemek isterim. Bu güzel Ülke, Yugoslavya Federasyonu bünyesinde iken, Özerk Bölge statüsünde idi. Tito ve arkadaşları, Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya, Makedonya, Bosna-Hersek ve Karadağ'a Cumhuriyet statüsü vermiş ama [&hellip]

KOSOVA CUMHURİYETİ
Balkan ülkeleri seyahatlerimden epey söz ettim. Ama yazmadığım ülkeler de var. Örneğin Kosova…Can Kosova…Kardeş Kosova…
Kosova seyahatlerimi yazmadan önce, bugünkü, bağımsız Kosova Cumhuriyeti hakkında birkaç söz söylemek isterim.
Bu güzel Ülke, Yugoslavya Federasyonu bünyesinde iken, Özerk Bölge statüsünde idi. Tito ve arkadaşları, Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya, Makedonya, Bosna-Hersek ve Karadağ’a Cumhuriyet statüsü vermiş; ama Arnavutluk’la sınırı olan Kosova ile, Macaristan’la sınırı olan Voyvodina’ya bu hakkı vermeyip, bu iki ülkeyi Sırbistan Cumhuriyeti’ne bağlı, özerk bir devlet olarak bırakmıştır.
Miloşeviç adlı despot bir adam, Yugoslavya’nın başına geçince, Kosova veVoyvodina’nın özerkliklerini kaldırmıştır. Olaylar da bundan sonra başlamış; Arnavut kardeşlerimiz, hak ve hukuklarını elde etmek için, kahramanca mücadeleye girişmişlerdir.
Bağımsızlık
1999-2008 yılları arasında Birleşmiş Milletler tarafından yönetilen; fakat, yavaş yavaş, bağımsızlık hazırlıkları yapan Kosova, nihayet 17 Şubat 2008 tarihinde bağımsızlığını ilân etmiştir. Devletin sınırı, Özerk Bölge iken çizilen sınırlar olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti, Kosova’nın bağımsızlığını tanıyan ilk devlettir.. Dış İşleri Bakanlığımız, bütün ülkelere Kosova’yı tanıma çağrısı yaparken, şu bildiriyi yayınlamıştır:
“Türkiye Cumhuriyeti, Kosova Meclisi’nin bağımsızlık bildirgesinin muhtevasını ve unsurlarını memnuniyetle karşılamış ve bu anlayıştan hareketle, Kosova Cumhuriyeti’ni tanıma kararı almıştır. Türkiye, Balkanlar’ın huzur ve istikrara kavuşmasını dış politika önceliklerinden biri olarak belirlemiştir. Türkiye, son yıllarda büyük acılar yaşamış, Balkanlar’da kalıcı barış anlayışının hâkim olmasına önem vermekte, Kosova’nın bağımsızlığının, bölge ülkeleri arasındaki istikrar ve güven ortamının takviye edilmesi için de vesile teşkil etmesini temenni etmektedir.”
Kosova Cumhuriyeti, Ankara’ya bir büyükelçi atamış, ülkemiz ise bir süre maslahatgüzar seviyesindeki temsil edilmiş, 2009 yılı başlarında da Metin Hüsrev Ünler, T.C.’nin, ilk Priştine Büyükelçisi olarak görevlendirilmiştir.
Şehirler ve Nüfusları:
Prishtinë (Priştine): 571.123 Prizren: 220.816 Ferizaj (Firuzağa): 197.741 Gjakova (Yakova): 127.156 Pejë (İpek): 195.190 Gjilani (Gilan): 191.595 Mitrovicë (Mitroviça): 186.359 Podujevë (Poduyeva): 48.526 Glogovaç: 55,148
İlçeler: Deçani, Dragash , Gjakova (Yakova), Gllogovci , Gjilani (Gilan), Istog, Kaçanik, Klina, Fushë Kosova, Kamenica, Mitrovicë, Leposaviq, Lipjan , Malishevë, Novobërdë, Obiliq, Rahovec, Pejë (İpek), Podujevë, Prishtinë, Prizren, Skenderaj, Shtime, Shtërpcë, Suharekë, Ferizaj, Viti, Vushtrri, Zubin Potok, Zveçan.
Cumhurbaşkanlığı görevini Fatmir Seydiu üstlenmiş, Jakup Krasniçi Meclis Başkanı olmuş,silahlı mücadele kahramanı olan Hashim Thaçi de yeni kurulan hükümetin başında yer almıştır.
Milletvekili seçilen TDP (Türk Demokratik Partisi), nin genel başkanı Mahir Yağcılar’a, da Çevre Bakanı olarak hükümette yer verilmiştir
İLK KOSOVA SEFERİM
Kosova’ya ilk seferim, 1977 yılında oldu. Yugoslavya’nın o zamanki Ankara Büyükelçisi Ramadan Vraniçi, Necip Alpan’la benim için bir program hazırlamış; biz bu program doğrultusunda, önce Makedonya’ya sonra Kosova’ya, daha sonra da Sırbistan ve Voyvodina topraklarına yol almıştık…
Sabah saat 09.00’da Üsküp’ten hareket eden otobüs, 87 Km.lik Priştine yolunu 1,5 saatte katederek, bizi Kosova’nın başkentine ulaştırmıştı.
Meclis’te Beyto Nobırdalı’yı Ziyaret
Necip Hoca, Arnavutça yayımlanan Rilindiya Gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Fadıl Buyari’ye telefon etti. Az sonra Buyari ile birlikte Türkçe yayımlanan Tan Gazetesinin yazarlarından Enver Baki gelip bizi aldılar. Yanlarında, protokol görevlisi Mariya Gaşi de vardı. Kosovski Bojur Oteline yerleştikten sonra, Kosova Meclis Başkan Yardımcısı Beyto Nobırdalı tarafından kabul edildik. Kosova Sosyalist Özerk Bölgesi’nin Meclis Başkan Yardımcısı Türk’tü. Bilimle de uğraşıyor; çeşitli yayımorganlarında, değişik konularda makaleler yayımlıyordu. O’nunla, 1975 Kültür Bakanlığımız tarafından İstanbul’da toplanan I.Uluslararası Türk Folklor Kongresi’nde tanışmıştık. Ev sahiplerimiz Makedonya’da olduğu gibi, burada da bizi Başkan Yardımcısı ile görüştürmeyi uygun görmüşlerdi. Nobırdalı ile son derece samimi bir görüşme yaptık. Bize isteklerimizi sordu, bunların yerine getirilmesi için Mariya Hanıma talimatlar verdi. Mariya Gaşi Hıristiyan Arnavut’tu. Söylediklerine göre, Yugoslavya’da yaşayan 1,5 milyon Arnavudun yüzde onu Hıristiyan’dı. Müslüman Arnavutlar, Türk-İslâm adlarını alıyorlar; Hıristiyan Arnavutlar ise çocuklarına, Mariya, Mark vb.gibi, adlar veriyorlardı. Mariya birkaç aylık hamileydi ve adeta karnı burnundaydı!
Tan Gazetesi’nde
Beyto Nobırdalı’nın yanından ayrıldıktan sonra, Tan Gazetesi’ne gittik. Gazetenin Baş ve Sorumlu Yazarı Bedri Selim’di. Kendisi, o günlerde Türkiye’de olduğu için, yerine Enver Baki vekalet ediyordu. Burada hemen belirtmek isterim ki, Enver, orada kaldığımız süre içerisinde bize candan bir ilgi göstermişti. Bedri Selim’le daha sonraki Kosova seyahatinde tanıştım. (Bu değerli gazeteci, daha sonra Yugoslavya’nın Ankara Büyükelçiliği’nde Basın ve Kültür Ataşesi olarak görev yaptı. O yıllarda kendisiyle sık sık görüşmeler yapmak imkânını bulduk ve dostluğumuz da bir hayli ilerledi. Emekliye ayrılıp köşesine çekildikten sonra da İstanbul’a yerleşmiş olduğunu öğrendim.)
Tan Redaksiyonunda Ali Aksoy, Arif Bozacı, Nevzat Hüdaverdi, Spor yazarı Saffet gibi, isimlerini daha önce işitip yazılarını okuduğum gazetecilerle söyleştik.Ali Aksoy, bir ara Türkiye’ye göç etmiş, fakat orada da aradığı mutluluğu bulamayınca tekrar Kosova’ya dönmüştü. Türkiye Türkçesi’ni de iyi kullandığı için, Tan’da yayımlanan yazıların gramer hatalarını düzeltiyordu. (Ali Aksoy’un kızı Elma Aksoy Priştine Televizyonunun ünlü bir spikeri oldu ve bir ara, Türkiye’nin NTV Televizyonunun da Kosova muhabirliğini yaptı.)
Bu Gazete Kosova Sosyalistler Birliği’nin yayın organı olarak haftada bir kez yayımlanıyordu. Aynı redaksiyonda hazırlanan Çevren Dergisi, biçimi ve içeriğiyle 3 ayda bir çıkan, mükemmel bir kültür, sanat ve fikir dergisiydi. O günlerde derginin 13. Sayısı çıkmıştı.
Aylardan yaz olduğu için, Tan çalışanlarının çoğu izinliydi. Örneğin, birbirimizi görmeden yazıştığımız Bayram İbrahim’i görememenin üzüntüsünü yaşamıştım.
Tan Redaksiyonu, bilim adamlarının da uğrak yeriydi. Başta Prof.Dr.Şefqet Pllana olmak üzere birçok üniversite hocası, zaman zaman Tan’da buluşup sohbet ediyorlardı. Ancak Tan’ın, Mostar Sokağındaki bürosu yeterli değildi. Priştine merkezinde yeni inşa edilen Basın Sarayının iki katı Tan’a tahsis edilmişti. Bu yeni binaya taşınınca, Tan’ın yerleşim sorunu çözülmüş olacaktı. Bu yeni binada, Priştine’de yayımlanan bütün gazete ve dergiler bir arada faaliyette bulunacaklardı.
Kosova’daki bu ilk günümüzde daha sonra Devrim Müzesi’ne götürüldük. Devlet Başkanı Mareşal Tito’nun doğumunun 85., Partinin başına geçişinin 40. yıldönümü nedeniyle, Yugoslavya’nın her yerinde böylesi müzeler açılmıştı. Müzede, daha çok Tito’nun hayatıyla ilgili resimler sergileniyordu.
Kosova ve Sultan Murat Türbesi
Daha sonra Kosova Ovası’na gittik. Savaşın yapıldığı alanın ortasına büyük bir abide konulmuştu. Söylediklerine göre, bu anıt, Kosova savaşında ölen Sırplar’ın anısına dikilmişti. Anıtın iç duvarlarında Sırp ozanların deyişleri vardı. Savaş stratejini belirlen bir tablo da anıtın üzerinde yer almıştı. Anıtın çevresinde gelinciği andıran kırmızı çiçekler vardı. Bunlara “bojur” diyorlardı. Anlamı kan çiçeği idi. Rivayete göre burada ölen Sırp askerlerinin kanları, bu çiçeklerin oluşmasına neden olmuştu.
Anıttan sonra, Murat Hüdaverdigâr’ın türbesini ziyaret ettik. Burada güzel bir Hırvat kızı, Kosova Savaşının bilinen öyküsünü anlattıktan sonra Padişah Sultan Murat’ın şehit olduğu yere bu türbenin inşa edilmiş olduğunu söyledi. (Sonraki yıllarda, defalarca ziyaret edebilme olanağını bulduğu Sultan Murat Türbesi, restore edilmiş ve Türbedar olarak da bir Türk görevlendirilmişti…)
Kosova Ovasındaki bir başka yapı ise Gazi Mestan Türbesiydi. Mestan da şehit bir Türk askeriydi.
Halkbilimci Eğitim ve
Bilim Bakanı
Kosova’daki ikinci günümüz de ziyaretlerle geçti. İlk olarak Eğitim ve Bilim Bakanı Fazli Syla ile görüştük. Bu zatı ismen tanıyordum. İki yıl önce İstanbul’da toplanan I.Uluslararası Türk Folklor Kongresi’ne o da bir bildiri ile katılacak iken, gelememişti. Zira o bir bilgin ve halkbilim uzmanıydı. Müşterek yanımız, ziyaretin, sıcak bir söyleşi ortamına dönüşmesine neden oldu.
İkinci ziyareti, bir anlamda ev sahipliğimizi yapan Tanıtma Bakanı Selim Seferay’a yaptık. Bakan, ihtiyaçlarımızı sordu, yine görüşeceğimizi söyledi.
Yugoslavya’nın sayılı fabrikalarından birisi olan “Kombinatı Kosova” tesislerine gittik. Bu fabrikayla ilgili, genel müdür ve yardımcısından ayrıntılı bilgiler aldık.
Priştine Televizyonu
Ziyaret ettiğimiz yerlerden birisi de Priştine Televizyonu oldu. Müdür Fahrettin Gunga genç ve işinin ehli bir insan görünümündeydi. Gunga Sırbistan Komünistler Birliği Merkez Komitesi Üyesi, şair ve yazardı. O’nun verdiği bilgiye göre, televizyon 26 Kasım 1974 tarihinde faaliyete geçmiş. Daha önce yayınlar Belgrad’dan yapılıyormuş. Yayınlar Arnavutça, Sırpça ve Türkçe imiş. TRT ile işbirliği yapıyor ve Türkiye’den gelen filmleri, burada da yayımlıyorlarmış. Özellikle Zeki Müren ve Emel Sayın gibi, aynı zamanda ses sanatçısı olan kişilerin filmleri tekrar tekrar gösteriliyormuş.
Daha önce Ohri’de gördüğümüz Hayrettin Gaş, Priştine Televizyonunda da karşımıza çıktı. Esasen o seyahat boyunca Gaş, özellikle Necip Alpan’ı adeta göz altında tutuyor gibiydi!…Kosova’ya geldiğimizde de Necip Hoca’yı evine götürmüş ve bir gece misafir etmişti!…
Kosova’da kısa zamanda hem çok şey görmüş, hem de birçok kişiyle tanışıp, görüşebilme olanağı bulmuştum. Az zamanda çok temasta bulunmak benim işime geliyordu. Zira gördüğüm her yeni şey, öğrendiğim her yeni bilgi, gazetecilik açısından beni sevindiriyordu. O nedenle her yenilik bir başka yenilik arzusunu doğuruyordu. Mihmandarım Mariya Gaşi’ye durmadan yeni isteklerde bulunuyordum.
Prizren’de
Bir gün Necip Alpan ve Mariya ile birlikte, bize tahsis edilen otomobil ile Prizren’e hareket ettik. O sabah kahvaltı yapmadığım için dehşetli acıkmıştım ama, utandığım için bunu Mariya’ya söyleyemiyordum. Necip Hoca’ya, “yahu Hocam, yemek yemeyecek miyiz, Allahaşkına!” demiştim ki; Mariya, yol üzerindeki bir lokantada yiyeceğimizi söyledi.
Siyah Volga, Kosova Ovası üzerinde rüzgâr gibi uçuyordu.Yolun sağında ve solunda gördüklerimiz, mükemmel şeylerdi. Özellikle tarımsal alanda bilinçli bir çalışmanın varlığı, derhal göze çarpıyordu. Ekinler istenilen şekilde yetişmişti ve her yer yem-yeşildi. Ayrıca yol boyunca tarihi kalıntılar da göze çarpıyordu.
Nihayet Suvereka (Kuru Irmak) Kasabasını, mimarî tarzı oldukça ilginç bir restoranın önünde durduk. İki katlı silindir biçimindeki binaya döner bir merdivenle çıkılıyordu. Adı Balkan Restoran olan bu yerde, son derece iştahlı bir yemek yemiştik.
Suvereka’dan ayrıldıktan kısa bir süre sonra Prizren’e ulaştık. Burası Türkler’in yoğun yaşadıkları bir kent. O nedenle kentin her yanındaki tabelalarda Sırpça ve Arnavutça’dan başka Türkçe yazılar da görülüyordu. Her şeyi ile Türkiye’nen herhangi bir kentini andıran Prizren’de fazla kalmayıp, Priştine’ye hareket ettik. Zira o akşam, Eğitim Bakanı ile yemek yiyecektik. Tam o esnada Hasan Mercan’la karşılaştık. Kısa bir süre oturup, birer çay içtikten sonra yola çıktık.
Deçan-Yakova-İpek
Yol boyunca köylerden geçiyorduk; halkı çoğunluğu Müslüman olan köylerden. Yeni inşa edilen camiler, minareler görüyorduk. Demek ki Makedonya gibi, burada da ibadet serbestti ve Müslümanlara da bir takım olanaklar sağlanıyordu. Deçan ve Yakova’dan sonra İpek’e ulaştık. Burada kısa bir süre mola verdik; çünkü Mariya Hanım burada doğmuştu ve anası, babası burada yaşıyorlardı. Gaşi’lerin fotoğraf stüdyosunda birer çay içip tekrar yola çıktık. Uzun bir yol katetmiş, adeta Kosova’nın yarısını dolaşmıştık. Ne yazık ki, Bakanın yemeğine de vaktinde yetişememiştik. Bakan Fazli Syla, buna rağmen bizi mütebessim bir çehreyle karşıladı. Gece yarısına kadar devam eden yemekte sürekli Arnavutça konuşulduğu için, bir hayli sıkılmıştım. Gerçi sofrada bulunanlar zaman zaman iltifatlarda ve ikramlarda bulunuyorlardı ama, konuşmamak ve konuşulanı anlamamak oldukça sıkıcıydı. Bu durum üç günlük Kosova seyahatinde sık sık tekerrür etti. Oysa çevremizdeki herkes Türkçe biliyorlardı ve pekalâ Türkçe konuşabilirlerdi. Arnavut kökenli olan Necip Alpan, ara sıra, birkaç kelimelik tercümeler yapıyordu ama bu yeterli değildi. O’nun Arnavutça bilmesi nedeniyle, ev sahiplerimiz, Türkçe konuşan bir rehber tayin etmemişti!
Tanıtma Bakanı
Kosova’daki son günümüzde, Tanıtma Bakanı Seferay ile uzun bir görüşme yaptık ve ülkenin basın yaşamıyla ilgili ayrıntılı bilgiler aldık. O arada Şair Enver Gerçek’te tanıştık. Bu ünlü şair bilim adamı, bize iki kitabını imzalayıp hediye etmek lütfunda bulundu. Amortisör Fabrikasını gezip gördükten sonra Üniversite Kütüphanesine gittik. Millî Kütüphane gibi çalışan kütüphanenin şair müdürü Bedri Hüsa’dan epeyce bilgi edindik. Kütüphane, daha sonra, son derece ilginç ve gerçekten muhteşem bir binaya taşındı. Bu bina bugün, Kosova’nın simgesi durumundadır.
O arada, Türkiye’ye geldiği zaman tanıştığımız Şefqet Planla bizi evine davet etti. Bize viski ikram etti. Şefqet bey Arnavut milliyetçisi, çok güzel Türkçe konuşan eşi Ayten hanım Kosovalı bir Türk ailenin kızıydı. Ayten Hanımın kardeşi Güler Selim, Üsküp’te, Birlik gazetesinde çalışıyor, makaleler yayımlıyordu. Ailenin dört çocuğundan ilk üçü kız, sonuncusu ise o tarihte henüz üç aylık bir oğlandı.
Şefqet beyle dostluğumuz gelişerek ölümüne kadar devam etti. Ne yazık ki Türkoloji dünyası bu değerli bilgini, genç yaşta yitirdi,
Rilindiya’nın Yemeği
O gün Tan ve Rilindiya gazetelerinin bürolarını ziyaret ettik. Rilindiya yönetmeni Fadıl Buyari, güzel bir Arnavut lokantasında bize yemek verdi. Priştine’deki son ziyareti, Şefqet Pllana ile, Üniversiteye yaptık.
O akşam toplu yemek yenildi ve bir anlamda ev sahiplerimize ve özellikle Mariya Hanıma veda etmiştik. Ertesi sabah da, Yugoslavya Hava Yolları uçağı ile Belgrad’a uçtuk…
(Sırbistan ve Voyvodina seyahatlerini, Kosova notlarımla karıştırmak istemiyorum. Seyahat izlenimlerimin o bölümü, başka bir yazıda yer alacaktır.) Belgrad ve Novi Sad gezimizi tamamladıktan sonra, uçakla, tekrar Kosova’ya döndük. Ancak, Necip Hoca’nın valizi kaybolduğu için, o Belgrad’da bir gün daha kalmıştı. Burada bir tespitimi yazmak isterim. Hoca Arnavut milliyetçisi idi ve Büyük Arnavutluk hayalleri kuran ve bununla ilgili kitap yayınlayan bir insandı. Kuşkusuz Yugoslavya istihbaratı onun bu yönünü biliyordu ve biz, seyahatin her aşamasında takip edilmiştik. İkimizin programları ayrı ayrı yürütüldüğü zamanlarda, bizi izleyen kişileri göremiyordum. Bundan da anlaşılıyordu ki, izlenen sadece Necip Alpan’dı. (O zaman yazmadığım bir kanaatimi şimdi kaydetmek isterim: Aslında Necip Hoca’nın valizi, Yugoslavya istihbaratı tarafından alıkonulmuş, içindekiler esaslı bir incelemeye tabi tutulmuş ve ertesi günü Hoca’ya teslim edilmişti!…)

Bakmadan Geçme