Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay

KIZILELMA’NIN ÇÜRÜYÜŞÜ (1)

İ.H. Danişmend, “Kızılelma’nın Çürüyüşü” adlı makalesinde anlattığına göre:
“ Türk ordusu, Kızıl-Elmadan, Kızıl-Elmaya atılırken, ilk idealist Osmanlı padişahları ona daha ileride daha Kızıl Elmalar gösteren birer millet kılavuzu rolünde görülür. Mesela, Kosova meydan muharebesinde Sırp ordusu imha edilip, Sırbistan tabiiyyet altına alınarak Engerus Kızıl-Elması’na yol açıldığı zaman babasının yerine geçen Yıldırım Bayezid, cülus tebriki için Edirne sarayına gelen Venedik, Ceneviz vesair İtalyan hükûmetlerinin sulh ve ticaret muahedelerini tecdit etmek isteyen elçilerine, Türkiye’de ticaret serbestîsinin tabii bir hâl olduğunu söyledikten sonra, yeni muahedeler akdini reddetmiş ve hatta;
“Roma’ya kadar, gidip Saint-Pierre kilisesinin mihrabında atıma yem yedireceğim!” sözleriyle; RimPapa Kızıl-Elması’nın daha Şarki Roma Kızıl-Elması fethedilmeden evvel, Türk ülküsünün manevi haritasına girmiş olduğunu, Garp Hristiyanlığına resmen ilan etmekte hiç tereddüt etmemiştir (Danişmend, 1966, s.127).
Eski Türkler gibi, Osmanlı Hakanlarının da fetih gayelerinin ülkeler ve topraklar fethetmek olmayıp, cihâna nizam vermek, dünya barışını tesis etmek gibi yüce fikir ve düşüncelerden kaynaklandığına dikkat çeken İsmail Hâmi Danişmend Bey adı geçen makalesinde bu duruma şöyle dikkat çeker:
“Eski Türk halkının Kızıl Elma dediği ve azamet devrinde o halkın maneviyatını idare eden ulemanın da sulh zamanlarında bile “Dar-ül Harb” ve “Dar-ül Cihad” isimleriyle andığı uzak-yakın şark ve garp ülkelerinin millî ideal sınırlarına girmesi gelişi güzel bir istila siyasetiyle değil, milletleri mahalli idarelerin üstünde umumi ve müşterek bir nizam altına almak fikriyle izah edilebilir” (Danişmend, 1966, s.127).
Danişmend’in “müşretek bir nizam” dediği nizam; tarihimizde “Türk Cihan Hamimiyeti”, “Nizâm-ı âlem” şeklinde tezahür etmiş olup, hedefi; kan ve gözyaşının akmadığı bir dünya kurmak ve dünya barışını tesis etmek düşüncesinden ibarettir.
Yavuz’a izafe edilen ve bütün dünya arazisini tek bir devlete kâfi gelmeyecek kadar küçük ve dar gösteren büyük sözün, Kanuni devrinde kan dökülmesine sebep olmuş bir harici siyaset düsturu şekline inkılap etmesi, bütün insanlığı alakadar eden o geniş ve yüksek telakkinin en vazıh delilidir. “Yeryüzünde bir tek imparator vardır, oda Sultan-ı âlem olan Türk padişahıdır” şeklinde ifade edebileceğimiz bu harici siyaset düsturunun diplomasi sahasındaki ilk tecellisi, Avrupa’nın en mühim kısımlarından başka Amerika’da bile arazisi bulunan İspanya kralı ve Alman imparatoru Charles-Quint/Beşinci Karlos’un“İmparator” unvanını Türk hükümetinin kabul etmemesinde gösterilebilir. Charles-Quint’in o sırada Avusturya hükümdarlığında bulunan kardeşi Kral Ferdinand, Türklerin fethetmiş oldukları Macaristan üzerinde bir takım vasi haklar iddia ederek İstanbul’a elçiler göndermiş ve bu elçiler 937=1530 senesi 19 teşrinisani = 28 Rebi-ül-evvel cumartesi günü Vezir-i a’zam İbrahim Paşa’nın huzuruna kabul edildikleri zaman kendilerine sulh şartı olarak, dünyada Osmanlı padişahından başka bir kimsenin “İmparator” unvanını taşımasına müsaade edilemeyeceği için, vilayet-i İspanya kralı olan Karlos’un, Almanya’dan İspanya’ya çekilmesi ve “anun” baş valisi olan karındaşı Fererıduş’un da her türlü iddiadan vazgeçerek Türk hâkimiyetine girmesi lüzumundan bahsedilmiştir. Kanuni’nin yirmi üç sene Nişancılığında, yani o zamanki teşkilata göre Hariciye Nazırlığında bulunmuş olan meşhur müverrih Celalzade-Mustafa Çelebinin Tabakaat-ül Memalik’tinde Charles-Quint’den bahsederken;
“Zu’m-i fasidlerince sahib-kıran-ı âlem, kendü istilahına-felahlarınca imparador-ı a’zam geçinürler!” demesi işte bu millî siyaset düsturundan dolayıdır. Kanuni’nin 938=1532’deki’’Alman seferi”nin en mühim sebeplerinden biri de işte budur. Bu Beşinci sefer-i Hümayun’da takip edilen maksat, Avrupa’yı fethedip doğrudan doğruya Türk idaresine almak değil, Türk üstünlüğüne karşı gelebilecek hiç bir kuvvet bırakmayarak, tekmil Avrupa üzerinde umumi bir hegemonya kurmaktır. Seferden sonra 939= 1533 senesinin 22 Haziran=29 Zilkade pazar günü akdedilen İstanbul muahedesi bu maksadı kısmen temin etmiş ve Kral Ferdinand Osmanlı padişahını “baba ve metbü” tanıdıktan başka “kardeş” diye hitap ettiği Vezir-i-a’zamla da müsavi sayılmayı kabul etmiştir. Charles-Quint’in idaresinde bulunan bütün devletler namına, Türk hegemonyasına resmen boyun eğmesi, kardeşi Ferdinand’dan ondört sene sonra 954=1547 tarihinde akdetmek mecburiyetinde kaldığı muahede üzerinedir. Bu ağır muahede mucibince her sene Mart ayının evvelinde, Türk hazinesine otuz bin altınharaç verilmesi takarrür etmiş; Charles-Quint’in Almanya imparatorluğu tasdik edilmediği için, “Vilayet-i İspanya kralı Karlos” unvanıyla iktifaya mecbur olmuş; bu muahedeahkâmı Papalık makamıyla Venedik Cumhuriyetine ve Fransa ile Avusturya krallıklarına da teşmil edilmiş ve Avrupa üzerindeki bir Türk hegemonyası kuran böyle bir muahedeyi bile karşı tarafın istirhamı üzerine “Kemal-i İnayet-i Padişahane” sinden dolayı kabul buyurduğundan bahseden Kanuni, bu şerefli vesikayı o senenin 8 teşrinievvel=23 Şaban cumartesi günü tasdik etmiştir.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER