Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

KENDİNİZİ SAKIN İLAH SANMAYIN – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 28 Nisan 2017 Cuma 12:48:08
 

-86-
Öğrendik ki kader bilmek değil hüküm vermektir. Ve yine öğrendik ki hüküm sahibi ne hükmedeceğini elbette bilir. Şu anımızı ölçü alarak cümle kurarsak, Allah bizim için ne hüküm vereceğini önceden biliyor. “Allah biliyor” denilmesi doğrudur. Yanlış olan, bu cümleden sonra “Bana göre” diye devam etmektir. İslâm’da “Bana göre” yoktur. Kulun yapacağıyla ilgili ne hüküm vereceğini Allah biliyor. Hem “her şey Allah’ın hükmüdür, Allah’ın izni olmadan yaprak düşmez” diyoruz, hem de “Ama ben o hükme tâbi değilim” diyorsak olmaz. Olur mu? Kendini kandırırsın.
Yazıldığı an; KADER.  Oluştuğu o an; KAZA
Kaderin yaşanması insan için bir süreçtir. Bu sürece şimdi tersten yani sondan bakalım. Sürecin iki basamağı vardır. İkinci basamağı kulun davrandığı andır, yani o davranışla ilgili Allah hükmünün açığa çıktığı andır. Eğer kesret diliyle söylersek; kaza anıdır. O emrin açığa çıkışı Kaza’dır. Sürecin birinci basamağı ise, o kul için ne hüküm vereceğini Allah’ın bildiği andır ki o kaderin belirlendiği noktadır ve bütün belirlenmelerden sonra kalemin kuruduğu, kırıldığı yerdir. Kul için ne hüküm vereceğini Allah’ın bildiği nokta, kulun müstakilen VAR ve muhtar iradesiyle ne yapacağını bilmesi değildir. O bakış dûniHidir. Bu sürecin iki basamağı şöyledir: Hükmün ne hüküm olacağının bilindiği nokta, bunun tanımlandığı, yazıldığı an; KADER. Fiilin oluştuğu o an; KAZA. Kaza ve kader budur. Kul “Kaza ve Kaderin Allah’tan olduğuna iman ettim” dedikten sonra “Onu ben yaptım” nasıl der? Evet, o yaptı ama “Müstakilen VAR ve Muhtar” bir iradeyle değil. Fakat sen “müstakilen var ve muhtar bir iradeyle yaptım” diyorsun. Tehlike bu! Bunu böyle anlatınca kişi “Kulun bunda ne dahli var?” diye soruyor. Var, göreceğiz.
Manaları çakıştırmalıyız
Kaza ve Kader denilen süreç insanın yaşadığı bir süreçtir, Allah’ın yaşadığı bir süreç değil. Kul gözünden baktığınızda süreçte iki nokta var: Kulun yaptığı an hükmünün verilmesi. O hükmün ne olduğunun ezelden, önceden bilinmesi. Bu iki nokta kula göredir. Allah için öyle iki nokta olamaz. Dolayısıyla Allah’ın bildiği an, hükmünü verdiği andır. Mânâ çakıştıracaksınız, mânâyı yani bu iki noktayı çakıştıracaksınız. Kişi mânâ çakıştıramadığı için perdelenir. Çakıştırdığın zaman “Kaza ve kaderin Allah’tan olduğuna iman ettim” dersin. Bu söylediğimizdeki birinci mânâ da ikinci mânâ da aslında Allah için (Tevhid’de) tek manadır. Biz tevhid için bu iki noktayı, bu iki mânâyı birleştirdik. “Kaza ve kaderin Allah’tan olduğuna îman ettim” demekle basamaklar üst üste geldi, onları birleştirdik.
Bu belirlemeden sonra çok önemli bir şeyi de inşâAllah paylaşalım. Kulun yaşadığı bu süreçte Allah da kendisine rol vermiştir. İnsanın bir rolü var, çünkü Allah’ın belirlemesi öyle. Ama Allah kendine de rol vermiştir. Onların âyetleri farklıdır. Onlar hüküm anı ile ilgili, kaderin belirlenmesi ile ilgili âyetler değildir. Allah’ın kendisine verdiği o roller kader içerisindedir ama kader yani hüküm ânından sonraki rollerdir. Hidayet onlardan biridir. Hüküm ânıyla ilgili kısım, kader dediğimiz kısım Nisâ-78. âyettir, rollerin dağılımı ise Nisâ-79’dur. İnsan ve Allah için rolleri anlatan Nisa-79’dur. O rollere bakarak işi karıştırmayın.
Şimdi farklı birşey yapalım ki öğrendiğimizi mânâda bir ileri götürmüş olalım. Kaderi tanımlarken hüküm verilen kaza anına ikinci basamak, onun ne hüküm olacağını Allah’ın bildiği noktaya birinci basamak dedik. Onu biz insanın anlayabilmesi için ayırdık. Kaza ve Kader diye etiketlediğiniz bu iki ayrı mânâyı tevhid için birleştirip Kader diye tek mânâ yaptık. Şimdi de diyoruz ki, o kaza süreci yaşanırken Allah, kullarına verdiği gibi kendisine de rol vermiştir. Şimdi bu rolleri de Kader’le çakıştırmalıyız, yani tekrar bir çakıştırma yapmalıyız. Çünkü o da ayrı birşey değildir. Hep tevhide doğru mânâ çakıştırmak gerekiyor. Kişi bu mânâ çakıştırmaları en kolay nasıl yapar? “Anlayamasam da öyledir, Rabbim öyle diyorsa öyledir” dediniz mi mânâ çakışır; “Rabbimin her dediğini yaparım” derseniz mânâyı çakıştırırsınız. Mânâları çakıştırmaz da çarpıştırırsanız olmaz. Böyle yapıldığı için konu anlaşılmıyor. Mânâları çakıştırarak ulaştığımız yeni mânâyı dünya diliyle cümle haline getiremeyiz, onu tek bir cümle haline getiremediğimiz için de anlaşılamıyor. Bu durumda kul ne yapacak, nasıl davranacak? Kula bir görev düşüyor: Kul muhtar değil ama muhtarmış gibi davranacak.
YOK… İLLA BİLLAH
Kul Allah’a karşı “Müstakilen VAR ve Muhtar” değildir. Ama diğer kula göre muhtardır; yaratılmışlar arasındaki ilişkilerinde tercih yetkisi almıştır, kul kula göre muhtardır. İşe hem Yöneliş hem de İlişkiler açısından bakarsak, kul zâhiren muhtardır, bâtınen mecburdur. İlişkiler çerçevesinde muhtardır, Yöneliş çerçevesinde mecburdur. 15. tefekkür şemamıza bakmanızı öneririm (http://www.birdusunyansimasi.com/media/ihlashayat/15.ihd.pdf). Orada kulun nasıl davranacağı şöyle tarif edilmişti: Muhtar değilsin. Ama muhtarmışsın gibi davran.
Çok fazla “Onu çakıştır, bunu çakıştır” dedik. Bu söylenenleri hemen yapamam. Ya buradan çıkar çıkmaz ölürsem? Ya yanlış yaparsam? Bana hemen ne yapabilirim onu söyle diyen için öneri budur: Muhtar değilsin ama muhtarmışsın gibi davran. Ancak; muhtarmış gibi davranmak, seni muhtar duruma düşürmesin. Böyle davranıyorum diye kendini müstakilen VAR ve muhtar zannetme. Çünkü ayrıca, muhtar olan ve muhtar olmayan YOK, İLLA BİLLAH.
Yapacağımız davranışı tarif ettik.
“Ayrıca, muhtar olan ve muhtar olmayan YOK, İLLA BİLLAH” ifadesini biraz açalım: Bilmelisin ki ayrıca yani Allah’tan başka müstakilen VAR ve muhtar olan YOK. “YOK” ne demektir? Gerek bu iddiada bulunanın zannı, gerekse muhtarmış gibi davrananın zannî gayreti YOK demektir. Yani işi fark ettiğin zaman göreceksin ki “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” diyenin iddiası da YOK, muhtarmış gibi davrananın zannı da YOK. Onlar, sen davranasın diye verilmiş zannî rollerdir. Rolünü oyna, aslında o da YOK; muhtar olmayan da YOK. Yani bütün bunları öğrenip Allah’a yöneldiniz ve “Allahım muhtar değilim” diyorsunuz.  İşte o “Muhtar değilim” demeye çalışan dahi YOK. İLLA BİLLÂH.
Fark ettiniz mi? Ama bu hâli yaşayabilmek için başlangıç çizgisi bu anlattıklarımdır.
İLLA BİLLAH: müstakilen VAR ve muhtar olan ancak Allah’tır, kulların yaşadıkları O’nun dışında değildir, “dışı” kavramı yoktur.
Kulun yapacağı şey bu tanımımıza tereddüt olmadan bakmak ve davranmaktır. Bu konudaki başlangıç noktası budur, kaderle ilgili başlayacağın nokta budur. Ancak bu başlangıç tereddütsüz yaşandıktan sonra kader konusu kişiye anlatılabilir. Anlayın ki biz hâlâ başlangıç çizgisine gelmeye çalışıyoruz. Bu konuda uyarıcı ve öğretici bazı âyetlerle devam edelim:
“Ve dediler ki; ‘Eğer Rahmân dileseydi onlara kulluk yapmazdık.’ Bununla ilgili onların bir ilmi yoktur, onlar ancak saçmalıyorlar.” (Zuhrûf-20)
Cümlenizi duaya çevirmelisiniz
Çok önemli bir uyarı! Şirk ehli üzerinden bizi uyarıyor, bize onlar üzerinden öğretiyor. İnanmayanlar Efendimiz (SAV)’i dinliyorlar, bir şeyler öğreniyorlar, sonra da “Madem öyle, dileseydi biz bunları yapmazdık. Dilemediğine göre söylediklerin boş” diyorlar. Âyet onlara cevap veriyor: Bununla ilgili onların bir ilmi yoktur, ancak saçmalıyorlar.
“Şirk koşanlar dediler ki; ‘Eğer Allah dileseydi, biz de babalarımız da O’ndan başka bir şeye kulluk etmezdik. O’nun emri olmadan hiçbir şeyi de haram kılmazdık.’ Kendilerinden öncekiler de işte böyle yapmıştı. Rasûller üzerine apaçık tebliğden başka ne düşer.” (Nahl-35)
“Şirk koşanlar; ‘Eğer Allah dileseydi biz de babalarımız da şirk koşmazdık. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık’ diyecekler. Onlardan öncekiler de azâbımızı tadıncaya kadar işte böyle yalanladılar. De ki: İndinizde bize çıkaracağınız bir ilim var mı? Siz ancak zanna tabi oluyorsunuz ve ancak saçmalıyorsunuz. De ki: Huccetül Bâliğa (zıddı olmayan delil) Allah’ındır. Eğer dileseydi elbette hepinizi hidâyete erdirirdi.” (En’âm; 148-149)
Bu soruları sorarak hücum edenler şirk ehlidir, onların anlama gayretleri yoktur. Tebliği zayıflatmak ve çürütmek amacıyla böyle söylüyorlar. “Böyle olmadığına göre sizin söyledikleriniz geçersizdir” mânâsına gelen cümleler kuruyorlar. Tebliğdeki cümleleri alıp hücûma çeviriyorlar. Bunlar günümüzde de var. “Allah, bütün kullar hidayet ehli olsun emri vermemiştir. Eğer verseydi herkes hidayet üzere olurdu” gibi Yöneliş cümlelerini alıp o cümlelerle İlişkiler konusunda tartışma yapıyorlar. Efendimiz (SAV)’den öğrendikleri îman cümleleriyle amel konusunda tartışma yapıyorlar. İkisi ayrı şey! Îman cümleleriyle amel olmaz. Örneğin, siz İlişkiler cümlesi kurduğunuzda bir konuda “Bir daha yapmayacağım” diyebilirsiniz. Ama Allah’a Yöneliş’te “Bir daha yapmayacağım” diyemezsiniz. “Allahım bana böyle yaptırmayıver” dersiniz, cümlenizi duâya çevirirsiniz. İkisi ayrı cümledir. Allah’a yöneldiğinizde “Allahım, bir daha yapmayacağım” derseniz, sizin müstakil bir iradeniz var demektir. Oysa Hüküm O’nundur. O zaman “Allahım, Hüküm senin, bunu bana yaptırmayıver” diyeceksiniz. Ama İlişkiler’de insanlar birbirlerine veya kendilerine “Bir daha yapmayacağım” der. İlişkiler’de Muhtariyeti Tercih Gücü söz konusudur, Yöneliş’te tevhid prensipleri söz konusudur.
Şu bir cümleyi izin verirseniz burada paylaşalım: İlişkiler konusunda; “Muhtarmış gibi davran, sende Muhtariyeti Tercih Gücü var, senin böyle bir yetkin var” dediğimiz yerde, ileride inşâAllah yakalayacağınız, tefekkür edeceğiniz, yaşayacağınız birşey vardır; bu ilah özellikli halifeler arasında geçmektedir. İlahlığını yani tanrılığını ilan edenleri demiyorum, onlar ayrı. “Muhtarmış gibi davranmak” ilah özellikli halifeler arasında geçerlidir, onlar ilah özelliklilerdir. Bu o kullarda Muhtariyet Gücünün sırrıdır; onlar ilah özelliklidirler. İlah özellikli olmak Halifetullah’taki manalardan birsidir, onun bir mânâsıdır. Bu yüzden Rabbi onlara demektedir ki: İlah özelliklisiniz. Ama kendinizi sakın ilah sanmayın.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER