Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

KAFİR, FASIK VE ZALİM NEDİR?

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 23 Mart 2017 Perşembe 12:28:24
 

– 55-
“…Kim Allah’ın inzal ettiği ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (Mâide-44)
Kâfir’i tarif etti. Sebep ne? Allah’ın inzal ettiği ile hükmetmemek.
“…Kim Allah’ın inzal ettiği ile hükmetmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.” (Mâide-45)
Zâlim’i yani hak yiyeni de tarif etti. Sebebi aynı.
“…Kim Allah’ın inzal ettiği ile hükmetmezse, işte onlar fâsıkların ta kendileridir.” (Mâide-47)
Bu üç âyet, onların Allah’ın hükmettiği ile hükmetmemeleri sebebiyle kâfir, zâlim ve fâsık olduğunu söyler. Allah’ın hükmettiği ile hükmetmemek nedir? Onu kullandığımız dille söyleyelim: Kim Allah’ın inzal ettiğine göre inanmaz ve o inanç gereği hayat tarzı oluşturmazsa, yani Allah’a kulluk yapmazsa kâfir, zâlim ve fâsık olur. Özeti budur. Eğer kişi Allah’a kulluğu tercih etmezse onu Kur’ân şöyle tanımlıyor:
 “Mü’min olan, fâsık olan gibi midir? Eşit olmazlar.” (Secde-18)
Ayet diyor ki: Size fâsığı, kâfiri, zâlimi anlattık. Kâfir, zâlim ve fâsık olma sebeplerini söyledik. Sakının, Allah’tan ittika edin. Çünkü Âmentü Billâhi ve Rasûlihi diyen ve buna göre bir hayat tarzı oluşturanla bunu reddeden fâsık bir olmaz, eşit olmazlar. Nasıl eşit olmadıklarını bir başka âyetten görelim:
“Yoksa, seyyie ile meşgul olanlar, kendilerini îman edip sâlih amel işleyenler gibi kılacağımızı mı, (yani) hayatlarında ve ölümlerinde bir tutacağımızı mı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar.” (Câsiye-21)
İşte böyle eşit olmazlar. Âyetin meâlinde “seyyie ile meşgul olanlar” tabirini kullandık. “Seyyie” Kur’ân’a ait bir tanımdır, meâllendirirken “kötü işlerle meşgul olanlar” denirse Muhammedî bir tarif olmaz. Okuyan kişi kendine göre bir kötü tanımı yapar ve der ki; ben kötülük yapmıyorum, demek ki bu âyetin dışındayım. Hâyır! Âyette anlatılan “seyyie” ile meşgul olanlar, dûniHİ algı ve zannlarıyla meşgul olanlardır. HASENE Billâhi anlamda meşgul olmaktır, SEYYİE dûniHİ algı ve zannlarıyla meşgul olmaktır. Bu bakışla âyet diyor ki: “Müstakilen varım ve muhtarım” iddiasında bulunup buna uygun hayat tarzı oluşturan kişi ile “Âmentü Billâhi ve Rasûlihi” diyen ve buna göre yaşayan kul farklıdır. Bu iki grubu biz hayatlarında ve ölümlerinde bir tutmayız, aynı olmazlar.
Bu âyet bize bir hadisi de hatırlatır: Efendimiz (SAV) buyuruyor: “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz. Nasıl dirilirseniz huzura, hesaba öyle gelirsiniz.” Bu hadisi bu âyetlerle birleştirmek idrakımızı kuvvetlendirecektir inşaAllah.
Allah’a kulluğu tercih etmeyenler için Kur’ân ne diyor? Bunu görelim ki ittikamızı, korkumuzu, sakınmamızı artırsın, tercihimizi kuvvetlendirsin ve daim olsun. (Amin)
“Ey îman edenler, müşrikler ancak pisliktir.” (Tevbe-28)
Kur’ân onlar için bunu kullanıyor: Müşrikler ancak pisliktir. Müşrik tanrılar şirketinin ortağıdır. Allah’a karşı tanrılar şirketi kurmuş o sözde ortaklar ancak pisliktir. Şimdi vereceğim âyetteki örneği dikkatle anlamaya çalışalım inşâAllah.
“Dileseydik, elbette onu bu âyetler sayesinde yükseltirdik. Fakat o, dünyaya saplandı ve hevâsına (dûniHi algısına ve zannlarına) tabi oldu. Artık onun misali şu köpeğin misali gibidir; üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur, terk etsen de dilini sarkıtıp solur. İşte âyetlerimizi yalanlayan (Allah’a kulluk etmeyi reddeden) kavmin misali böyledir. (Sen bu) kıssayı anlat, belki tefekkür ederler.” (A’râf-176)
“Sen bu misali bir anlat, belki tefekkür ederler” diyor.
Allah’a kulluk yapmayı tercih etmeyenlerin hali köpeğin bir özelliğine benzetilmiş. Burada kınanan köpek değildir. Halifetullah olduğu halde köpeğin o özelliğine uygun yaşamak kınanmaktadır. O yaşantı hali köpeğin soluyuşuna benzetiliyor. Köpeğin kendine has bir soluyuş biçimi vardır, diğer hayvanlarda görülmez. Âyette bu örnek verilmiş. Köpek yorulsa dilini sarkıtır solur, kendi haline kalıp dinlense yine dilini sarkıtıp solur. Bunu örnek veriyor; yorsan da dilini sarkıtıp solur, kendi haline bıraksan da. Köpek neden böyle yapıyor diye incelendiği zaman bulunan önemli bulgular var. Birisi devamlı bir tedirginlik ve huzursuzluk. Eğer kişi her halinde huzursuzsa, hep Allah’a karşı isyan ve şikâyetteyse, hep hayattan ve Allah’tan acı çeker halde ise hali buna benzetilmiştir. Bunlar kulluk yapmayanlardır. Allah’a kulluk yapanların kalbleri tatmin olur, onlar şükrü ve hamdı öğrenir, sabrı öğrenir, güzel nedir öğrenir. Onların arzu ve istekleri değişmiştir.
“Andolsun, biz cinler ve insanların birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalbleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağıdırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (A’râf-179)
“Muhakkak ki; Allah indinde canlıların en şerlisi akletmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.” (Enfâl-22)
Ayette anlatılan fiziksel sağırlık ve dilsiz olmak değil. Bir önceki âyet açıklamıştı: Onların kulakları var ama işitmiyor, gözleri var ama Hakk’ı görmüyor, dilleri var ama doğruyu söylemiyor. Allah onları böyle tanımlıyor: “Muhakkak ki; Allah indinde canlıların en şerlisi akletmeyen sağırlar ve dilsizlerdir” dediği onlar.
“Eğer Allah onlarda bir hayr bilseydi elbette onlara işittirirdi. Şayet onlara işittirmiş olsaydı (bile) onlar arkalarını dönerek yüz çevirirlerdi.” (Enfâl-23)
“Allah indinde canlıların en şerlisi kâfirlerdir. (Artık) onlar îman etmezler.” (Enfâl-55)
Allah’a kulluk etmeyi tercih etmeyenler, “Onlar hayvanlar gibidir hatta daha aşağıdır, canlıların en şerlisidir” diye tanımlandı. “İyyâKE na’budu” hali Allah indinde ne kadar önemli ve makbul bir şeymiş, fark edin. Fâtiha’da ne dediğimizi, Rabbimizin bize ne öğrettiğini, neyi söyletiyor olduğunu görün. Hiç farkında olmadan söylediğimiz “İyyâKE na’budu VE iyyaKE nestaıyn”in önemini anlamaya çalışıyoruz ki Fâtiha Sûresi’ni bu önemle sevelim ve okuyalım. Ayetteki “hayvanlar gibidir” ifadesinde de hayvan kınanmıyor. Halifetullah özelliğine sahip olduğu halde öyle yaşamayan insan kınanıyor. Halifetullah özelliğine sahipken hayvan gibi yaşayan elbette onlardan aşağı kabul edilir.
“Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hâyır, onlar hayvanlar gibidir, hatta yol itibariyle daha sapkındır.” (Furkân-44)
Allah’a kulluk yapmayı tercih etmeyenler bu âyette de hayvanlardan aşağı görüldü.
 “Gerçek şu ki kâfir olanları uyarsan da uyarmasan da birdir, (onlar) îman etmezler.” (Bakara-6)
Bu âyetler hep kesret dilinde. Biraz sonra onlarla ilgili tevhid dilini de âyetlerden paylaşacağız. Eğer kişi kesret dilini anlamazsa, bu hayatı bir futbol maçı gibi düşünür. Zanneder ki iki takım var, Allah bir takımın kaptanı, karşında da bir düşman takım. Dikkat edin, her iki takımın da sahibi Allah’tır. Kesret dilinin bir amacı bizim amel çıkarmamızdır, diğer amacı da olayı anlayabilmemizdir. O öyle bir dil. İmanımızda sapmamamız için ise uluhiyet dili kullanılır. Bu iki dil beraberdir, ya o ya bu değildir, bir ve tektir. Kur’ân’da anlatılan manalar dünyaya inmeden önce tek mânâ idi, aslı tek dil idi. O mânâ dünyaya inince kesret dili ve tevhid dili var…
Öğreniyoruz ki uyarsan da uyarmasan da fark etmez, inanmayanlar îman etmezler. Böyle olduğu halde Kur’ân, “İnkârcılar şöyle der” diyerek sorularına cevap verir, inkârcılar üzerinden misaller verir. Oysa inkârcılar bu âyetleri okuyup ders alacak değiller. Zaten onların kendileri değil soruları muhatap alınır, sorularına cevap verilir. Tesir eder mi? Eden olabilir. Ama âyet diyor ki, çoğuna tesir etmez. İnkârcıların sorularına gelince, onların soruları meseleyi öğrenmek ve anlamak için değildir, hücum ve düşmanlık amaçlıdır. Onlar anlamak için soru sormazlar. Rasûl ve Nebîlerden öğrendikleri bilgilerle hücum ederler, soruları hücum amaçlıdır. Buna rağmen ayetlerde inkârcılara neden cevap verilir? İmanlı kul okurken bu soru-cevap ilişkisinden öğrenir diye. İnkârcının hücum amaçlı sorusuna Kur’ân’ın verdiği cevabı okuyan, onu ders yapan îmanlı kişi öğrenir, seyrederek ibret alır ve kendisine “doğru” bir amel tarif eder.
Denir ki: Aklını yeterince kullanmayan kişi hatalarından ve öğrendiği tecrübelerden ders almaz; defalarca yaşar, seyreder ama ders almaz. Aklını normal seviyede kullanan kişi bir kere görür, ders alır, hata yapmamaya çalışır. Aklını daha ileri seviyede kullanan ise yaşanmışlardan ders alır, o yanlışı yapmaz, olayın onun başına gelmesi gerekmez. Bu amaçla, ayetlerde kâfirin sorusu muhatap alınır. Çünkü bu soru-cevap ilişkisinden îmanlı kişi ders çıkarır, öğrenir. Böylece kendisine bir amel tarif eder. Bir de îmanlı olan kişi incitilmeden öğrenmiş olur.
Biz o kadar Esfele Sâfiliyn tesirindeyiz ki, bu o kadar kuvvetlidir ki… Allah muhafaza etsin, Esfele Safiliyn hal bizim îmanımızdan kuvvetlidir. Aksi halde dünya yaşantısı olmaz. Esfele Sâfiliyn kuvvetli olduğu için birisi konuşurken yorulmazsınız, ama âyetler okunurken yorulursunuz. Normal olaylar, hikâyeler anlatılınca hemen canlanırız, âyetlerle meşgulken canlı, diri durmak zorlaşır. Kendimizi âyetlerde yorulmamaya zorlayalım, “Bu Allah’ın sözü, dikkat et, kaçırma” deyip kendimizi uyaralım.
Kur’ân’ın Allah’a kulluk etmeyenlere bakışını gösteren şu âyetlere de bakalım. Buraya kadar tanımlayarak getirdiklerimizi bir yere bağlayacağız ve Fatiha Suresi 5. ayetinin “İyyâKE na’budu” kısmını tamamlamış olacağız.
Beyyine; 5, 6, 7: “Oysa ki onlar Haniyfler olarak, Diyn’i O’na halis kılarak Allah’a kulluk yapmalarından, salâtı ikame etmelerinden ve zekâtı vermelerinden başka bir şeyle emr olunmadılar. İşte budur diyn-i kayyim. Muhakkak ki, Ehl-i Kitab’tan ve müşriklerden kâfir olanlar, içinde ebedi kalıcılar olarak nâr-ı cehennemdedirler. İşte onlar şerrul beriyyeh (yaratılanların en şerlisi)dir. Îman edip sâlih amel işleyenlere gelince, onlar hayrul beriyyeh (yaratılanların en hayrlısı)dır.”

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER