Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

Kader Konusunu Anlayabilmek – 10

Mana olarak “kader” kavramını anlayabilmenin hatta izleyebilmenin bir yolu, halifetullah vasıflı insan için dilenmiş olan dünya ve ahiret yaşantısını sondan başa doğru basamaklandırmaktır: Halifetullah vasıflı insanın “ahiretteki konumu” esas hedeftir. Bu konumlar ana iki hayat türüdür; “cennet yaşantısı”, “cehennem yaşantısı”. Böyle olunca, bir cennet bir de cehennem olması lazım. Cennet yaşantısı da cehennem yaşantısı da “insan nefsinin olumlu veya olumsuz yönde tekâmülü”nü gerektiriyor. Cennetliklerin cennete, cehennemliklerin cehenneme gelmeleri için kazanımla “nefs tekâmülü” geçirmeleri gerekiyor. Olumlu veya olumsuz yönde nefs tekâmülü! Nefsler kazanılmış bir değişim elde etmeliler ve “Kazanılmış Değişim”lerine göre tasnif edilmeliler. Bunun için Hesap Günü lazım! Hesap günü için ise, bütün nefslerin tekâmül sürecini tamamlaması gerekiyor ki hesap günü oluşsun. Nefslerin dünya hayatında tekâmüllerini tamamlayabilmeleri için, ölümü tadan her nefsin bu tamamlanma oluncaya kadar beklemesi gerekir ki o da Berzah Alemi’dir. Nefsler tekâmül edecekleri için, her nefsin tekâmülü için kazanılmış bir değişim elde etmesine izin vermek, “mühlet” tanımak lazım ki mühletin sonunda her nefs berzah âlemine geçsin. Bu “dünya hayatı ve ölüm” demektir; dünya hayatı ve nefslerin ölümü tadarak bu hayattan ayrılmaları demektir. Sondan başa doğru gidiyoruz. Düşünün ki nefsler henüz dünya hayatında değiller, öyleyse onların dünya hayatına giriş yapmaları için “doğum”u tatmaları gerekir. Bakın “Matriks” oluşuyor. “Nefsler dünya hayatında Kazanılmış Değişim elde edebilmeleri için şu, şu zannlara girmeleri gerekir” diyeceğiz. Nefsler şu, şu zannlara girmeliler ki bu imtihanı gerçekleştirebilsinler. Öyleyse onlara önce bu zannların hükmünün verilmesi lazım, sonra da “Yaşanabilir Hayat Normları”nda bu zannların açığa çıkması lazım. Bunun için, nefsler dünya hayatında duniHİ algı ve zann’larına düşmeliler. İnsan dünya hayatında duniHİ algı ve zann’larına düşmeli, ama daha dünyaya gelmedi, o zanlara düşmedi…
Dünya hayatında nefs duniHİ algı ve zann’larına düşmeli; cahil, aceleci ve nankör bir yalancı olmalı ki bunlar olsun. Ayetlerde insanın özellikleri var; “insan aceleci, insan cahil, insan nankör yaratılmıştır, insanlar yalancıdır” diye. İnsan niye yalancıdır? Allah’a karşı edindiği zann’lar nedeniyle! Bu özellikler gerekiyor, bu özellikler insana yüklenmeli. Örneğin insan cahildir; niye? Ayetlerden öğreniyoruz ki bu yükü, bu emaneti cahil insan aldı. Evet, insan dünya hayatında duniHİ algı ve zann’larına düşmeli, cahil, aceleci, nankör bir yalancı olmalı ki “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasında bulunarak ilahlık duygusuna kapılsın. İlahlık duygusuna kapılınca ne olacak, o duyguya kapılması neden gerekiyor? Ancak o zaman, “Kazanılmış Değişim” için mücadele edebilecek, “Kazanılmış Değişim” için mücadele etsin diye ilahlık duygusu. Ve ilahlık duygusunun kokusunu alsın ki “halifetullah” vasfı kazansın. “Kazanılmış Değişim” tercihlerle yürür. Tercihler ilk var olan potansiyeli olumlu veya olumsuz bir başka noktaya kadar taşır. Nereye kadar? Ta ki Kazanılmış Değişim oluncaya kadar. Nefslerin tercihlerle nefsler adına “Kazanılmış Değişim”i gerçekleştirebilmeleri gerekiyor. Bu değişime şahit olabilmeleri için de tercihlerinde samimi, hırslı, arzulu ve atılgan olmaları gerekiyor. Bu sebepten nefsler kendilerini “özgür hissetmeli”dir, nefslerin “kendini özgür hissetme hissi” zann olarak çok kuvvetli olmalıdır. Nefslerin dünya yaşantısı şartlarında duymaları, bilmeleri, öğrenmeleri asla mümkün olmayan, Yaratan’la ve ahiret hayatıyla ilgili bilgileri nefse duyurmak gerekir. Bu sebepten “Nebi ve Rasul sistemi” bulunmalıdır. Ancak, Nebi ve Rasullerin duyurdukları dünya hayatı şartlarıyla uyumlu olmayacağından, bu durumda nefsler için bir “iman duyurusu” yapılmalıdır. Çünkü onun dünya hayatındaki tek boyutlu bakış açısıyla gördüğü ve gördüğünü ilmin tamamı zannettiği halle o kişiye Allah’ın VARlığı ve ahiret anlatılınca, içinde bulunduğu o halle, yani ilmin tamamı zannettiği halle kendisine Allah’ın varlığı ve ahiretle ilgili olarak anlatılanı anlayamıyor, tasdik edemiyor. Tasdik etmesi için iman gerekiyor, bu yüzden de ona iman duyurusu yapmak gerekiyor. Demek ki dünya hayatında iman konusu lazım! Talib için konu bu getirdiğimiz noktada artık anlaşılmış oldu.
Ancak, Halifetullah vasıflı insan için, işte bu Kader Manası içerisinde önemli olan şey, ahiret hayatındaki konumudur. Cennet hayatını hedeflemişse Kazanılmış Değişim’i bu yönde yapmalıdır. Bu sebeple de Kader Matriksi içerisinde kendisine verilen özgürlük yetkisi olan zannını çok iyi değerlendirebilmesi gerekir. Çünkü bu sebepten, zannların bir kısmı bu Kazanılmış Değişim yolunda “Yasal Yanlış” olarak değerlendirilmiştir. Kazanılmış Değişim yolunda yeterli değişimi yapabilen nefsler, artık “yasal yanlış olan zannlar”a da müracaat etmezler. Kader Manası’na sondan başa, basamaklandırma yöntemiyle bakınca hissedilen ve fark edilen “zannlar mevzusu”, Yaşanabilir Hayat Normlarının cereyanı sırasında, baştan sona doğru giden süreçte, “esas budur” hissi olarak yaşanırsa, bu inanış biçimi Kader Manası’nı görebilmeyi engeller. İnsan içine girdiği zann’ları “esas budur” algısıyla işin aslı zannederse, duniHȊ algı o kişi için algı olmaktan çıkar ve işin aslıymış gibi olur. İşte bu idrakla o kişi iman ve salih amelle meşgul de olabilir. Bunun sonucu olarak da kişi Kader Matriksi’nin hükümlerini değerlendiremez. Bu hal kişide olumsuz yönde değişime sebep olur. Olumsuz yönde değişim Esfele Safiliyn aşkıyla olabildiği gibi, nefsin kendisini Hakk yolda sanmasıyla da olabilir.
Şimdi sizinle “Billahi Anlamda Hürriyet ve DuniHi anlamda Hürriyet”e bakalım, çünkü kader mevzuu içerisinde, “ne yapacağım, nasıl yapacağım, bana düşen nedir?” dediği zaman insanı ve doğrudan onun hayatını ilgilendiren konu burasıdır. DuniHi algı ve zann’larına göre bir hayat tarzını tercih etmiş nefsler, o yolun inatçısı, arzulusu ve takipçisi olarak “Kazanılmış Değişim”ini batıl üzerine gerçekleştirir. Bu, nefslerin değişimlerini kazanılmış hale getirecek olan Muhtariyeti Tercih Gücü Yetkilerini ısrarla, batılı tercih yönünde kullanmaları ve bu tercihlerine şahit olmalarındandır. İşte, Muhtariyeti Tercih Gücü Yetkisi’ni duniHİ algı ve zann’ları doğrultusunda kullanan nefslerin hayatlarını yönetim biçimleri “duniHi anlamda hürriyet”tir. Hayatları için bu yönetim tarzını seçenlerin fazladan göstermeleri gereken bir gayret yoktur, kendilerini içinde buldukları hâlihazır durumu olduğu gibi devam ettirirler. Billahi anlamda imanı tercih etmiş nefslerin ise, kendilerini içinde buldukları hâlihazır duruma sırtlarını dönüp “haniyf” olmaları gerekir. Yani fazladan bir gayret gerekir. Haniyf olan bir talib için prensip artık; Billahi anlamda iman ve bu imana uygun amellerdir, yani salih ameldir. Salih amel yeni bir hayat yönetimi gerektirir. Salih amelin hayat yönetimi ise “Billahi anlamda hürriyet”tir. Bu iki ayrı hayat yönetimini daha iyi ortaya koyabilmek için ikisini birbiriyle birkaç açıdan kıyaslayarak inceleyeceğiz, kıyas yöntemini hayr için ve olumlu yönde kullanarak “Billahi anlamda hürriyet”i ve “duniHİ anlamda hürriyet”i anlamaya çalışacağız.
“Billahi Anlamda Hürriyet”te olan bir kişi, Muhtariyeti Tercih Gücü Yetkisi’ni, yani Hakk ve batıl arasında tercih yapma hürriyetini, bu tercihini “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasında bulunmaksızın kullanır. Yani yetkili kılındığı hürriyetini kendi adı namına değil, Allah’ın verdiği o yetkiyi Allah adına kullanır. Kastımız, kıyaslama ilerledikçe, daha anlaşılır olarak ortaya çıkacaktır.
“Ben tercihimi Billahi anlamda kullanıyorum” ifadesi çok önemli bir beyandır ve bu beyan başlangıç için şarttır. Ancak bu beyan, meselenin hallolması demek değildir, burası özelikle çok önemli! Çünkü insanların hayatları beyanla geçiyor, beyanla kurtulacaklarını sanıyorlar… Beyan yalnızca başlangıçtır. “Evet, ben de öyle söylüyorum, ben de öyle düşünüyorum, ben de öyle anlattım.” demek başlangıç olarak çok iyi, ama bu beyan meselenin hallolması demek değildir. Çünkü “Billahi anlamda hürriyet” bir söylemle başlar ama bir hayat tarzı olarak çalışır ve ilerler. Dolayısıyla Esfele Safiliyn hayat tarzından, yani hayal, düşünce, fikir, yorum, konuşma dili ve fiillerden “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiası silindikçe Billahi anlamda hürriyet de hayat bulur ve geri dönüşsüz bir hal alır.
“Dunihi Anlamda Hürriyet” anlayışının kaynağını ve esasını “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiası oluşturur. Diğerinde dedik ki; onun böyle bir iddiası yoktur. Çünkü Billahi anlamda hürriyeti kullanan, hayatını böyle yöneten bunun bir yetki olduğunu bilir ve Allah adına kullanır; Allah’ın verdiği yetkiyi Allah adına kullanır. Dunihi anlamda hürriyette ise, kişi hayat tarzında o hürriyeti hayatının esası görür. Hayatını üstüne inşa ettiği temel olan “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasını hayatın çok önemli kaynağı olarak görür ve hürriyetini kendi adı namına kullanır. Dolayısıyla, Esfele Safiliyn hayat tarzının dayanaklarını bu tip hürriyet anlayışı teşkil eder. Böyle davranıyorsa o zaman bu demektir ki bu kişi doğrudan Muhtariyeti Tercih Gücü Yetkisi’ni suistimal etmektedir. Bu bir suistimaldir. Böylece kişi, Allah’a karşı asi ve haddi aşmış olur. Onun hayatını üzerine inşa ettiği “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiası yalan, iftira ve batıl olup “YOK” hükmündedir.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti