İstiklâl Marşı'nın Temposunu Değiştiren Karar
Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlık sembolü olan İstiklâl Marşı, yalnızca sözleriyle değil, bestesiyle de halkın gönlünde derin izler bırakmıştır. Ancak yıllardır süregelen bir tartışma, marşın temposu üzerinedir.
Dinleyicilerin sıklıkla dile getirdiği "ağır çalınma" meselesi, eserin bestekârı Osman Zeki Üngör tarafından yıllar önce detaylı bir şekilde açıklanmıştı. Üngör’ün kendi ağzından aktardığı bu açıklama, hem dönemin teknik koşullarını hem de bir sanatçının eseri üzerindeki hassasiyetini gözler önüne sermektedir.
DÖRTNALA KOŞAN ATLILARIN RİTMİNDE YAZILMIŞ BİR MARŞ
İstiklâl Marşı'nın bestesini 1922 yılında tamamlayan Osman Zeki Üngör, marşın temposunu oluştururken kafasında net bir vizyon olduğunu ifade eder. Ona göre bu marş, Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından sonra İzmir’e doğru ilerleyen Türk süvarilerinin at seslerini yansıtmalıydı. Üngör bu düşüncesini şu sözlerle dile getirir:
“Ben İstiklal Marşı'nı bestelerken kulaklarımda İzmir'e koşan atlıların dörnal sesleri vardı. Bir de marşın bugün aldığı şekli düşünün. Eserin başında metronom (1 dörtlük = 80) olan bir eser hiçbir vakit cenaze marşına benzemez.”
Bu açıklamadan da anlaşılacağı üzere, Zeki Üngör marşı ağır bir tempo ile değil, aksine canlı ve dinamik bir şekilde tasarlamıştı. Ancak ne yazık ki yıllar içinde yapılan kayıtlar ve icralar, bu vizyonun dışında bir anlayışı yansıttı.
PLAK KAYDINDAKİ ZORUNLU YAVAŞLIK
İstiklâl Marşı’nın ağır çalınmasıyla ilgili eleştiriler, esasen bir plak kaydına dayanmaktadır. Üngör’ün anlatımına göre, marşın plağa alınması sürecinde teknik bazı sorunlar ortaya çıkmıştır. “Sahibinin Sesi” adlı stüdyoda yapılan kayıtta, marşın orijinal temposuyla çalınması, plağın yalnızca yarısını doldurmuştur. Stüdyo teknisyenleri bu durumu bir sorun olarak görmüş ve kalan kısma başka bir marş daha eklenmesini istemiştir. Ancak bu teklif Üngör’ün sanatsal duruşuyla uyuşmamıştır:
“Teknisyenler, bunun çok sür'atli bir marş olduğunu ve dolayısıyla ancak plağın yarısını doldurduğunu söylediler. Bu sebeple plağın aynı yüzüne bir marş daha çalmamızı rica ettiler. Ben böyle bir teklifi kabul edemezdim.”
Bu noktada Üngör, teknik bir çözüm geliştirir. Marşın tempolu versiyonunu değil, daha yavaş bir versiyonunu çalarlar. Böylece plak dolmuş olur. Sonrasında plak hızlıya ayarlanarak çalınacaktır diye düşünülmüştür. Ancak işler planlandığı gibi gitmez:
“O anda aklıma bir şey geldi: 'Marşı biraz ağır çalalım, plak dolar. Sonra çalınırken plak hızlıya ayarlanır, olur biter' dedim. Bu fikir pek münasip görüldü ve dediğim gibi yapıldı. Fakat bilahare böyle bir fikir vermekle hata ettiğimi anladım. Çünkü marş çalınırken gramofonun hızlıya ayarlanması icap ettiğini kim bilebilirdi?”
BİR ESERİN KADERİNİ ETKİLEYEN TEKNİK BİR DETAY
Zeki Üngör’ün bu açıklaması, İstiklâl Marşı’nın yıllardır “ağır” bir şekilde çalınmasının arkasındaki gerçeği gözler önüne sermektedir. Teknik bir ihtiyaçtan doğan bu yavaş çalınış, zamanla marşın doğru icra biçimi sanılmış, eğitim kurumlarında, devlet törenlerinde ve resmi etkinliklerde bu tempo standart haline gelmiştir.
Ancak bestekârının da açıkça ifade ettiği gibi, İstiklâl Marşı aslında coşkulu, tempolu ve savaş meydanlarının kararlılığını yansıtan bir ruhla yazılmış ve bestelenmiştir.
BİR SANATÇININ VİCDAN HESABI
Üngör’ün yıllar sonra yaptığı bu içten açıklama, yalnızca bir müzik eseriyle ilgili teknik bir anekdot değil, aynı zamanda bir sanatçının kendi eserine duyduğu sorumluluğun ve vicdan muhasebesinin de ifadesidir. Kendi deyimiyle, "böyle bir fikir vermekle hata ettiğini" kabul etmesi, onun sanatçı kişiliğinin ne kadar samimi ve ilkeli olduğunu da ortaya koymaktadır.
RUHUNU GERİ KAZANMAYI BEKLEYEN BİR MARŞ
Bugün hâlâ çeşitli çevrelerce İstiklâl Marşı’nın ideal temposunun ne olması gerektiği tartışılmaktadır. Ancak Zeki Üngör’ün kendi sözleri, bu konuda en yetkin kaynaklardan biridir. İstiklâl Marşı'nın, kurtuluş mücadelesinin heyecanını ve milletin azmini taşıyan bir yapıda, aslına uygun tempoyla icra edilmesi, hem tarihî hem de sanatsal bir sorumluluk olarak görülmelidir.