Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

İNŞİRAH YAZILARI – 34 – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 6 Mart 2019 Çarşamba 13:32:26
 

Bir önceki yazımızda, “Kalb”i surette idrakı oluşturan esma kompozisyonu olarak, “Mukallibel Kulûb”u da bu esma kompozisyonunu dilediği bir halden dilediği bir başka hale çeviren olarak düşündük. “Mukallibel kulub”ü (kalbleri bir halden başka bir hale çevireni) biraz tefekkür edeceğiz.
“Çeviren” ifadesini ele alalım ve “bir halden başka bir hale çevirme”nin yerine bir başka kelime koyalım. Buradaki “çevirme” ifadesi normal bildiğimiz bir şeyi çevirmek gibi değildir, halden hale sokmaktır. Hatta buradaki “halden hale sokmak” da farklıdır, buradaki özel halin ismi kalb etmektir: Kalb etmek, kalıbını çıkarmak, kalıp oluşturmak, bir kalıptan başka bir kalıba çevirmektir ve sonucu farklıdır. Çünkü o surette sonuç o kalıba göre olacaktır. Sonuç suretin kalıbına göre çıkar. Kalıbını değiştirdiğiniz zaman yeni bir kalıp meydana gelir ve suret o yeni kalıbın sonucunu yaşar. Öyleyse geldiğimiz noktada cümleyi şöyle kurabiliriz: Ya Mukallibel Kulûb; ey kalbeden yani idrakı oluşturan esma kompozisyonunu bir halden başka bir hale çeviren/kalbeden. Neyi kalbeden? Kalbi! Onu dilediği kalıba soka.
İdrakı oluşturan esma kompozisyonu meydana gelirken kalb edilerek yani kalıbı dökülerek meydana geldiği için sonuç ürüne “kalb” deniliyor, biz onu en son noktadan isimlendiriyoruz. Ona “kalb” denmesi son nokta, ilk nokta değil. Bu kalıba kalb denilmesi, onun meydana geliş prosedürü kalb edilerek olduğu içindir. Kalp, kalb edilerek meydana gelmiş yapı manasına kullanılıyor.
Kalb yani bu kalıp, Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’nun kaydını oluşturan kalıptır, sendeki Kendini Hissetme Duygusu’nun kayıtlı halidir. Sendeki Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’nun kaydını oluşturan kalıba kalb diyoruz. Bahsettiğimiz bu kalıbın/kalbın dünya şartlarında vehimsel irtibatını insanda vücudun kalbi sağlar. Bu durumda karşımıza iki tane kalp çıkar. Birisi, idrakı oluşturan esma kompozisyonu dediğimiz kalıp. Hatta daha ileri götürüp ona Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’nun kaydını oluşturan kalıp dedik. O kalıp yüzünden kayıt oluşuyor ve o kalıbın farklılığı yüzünden çeşitli kayıtlar oluşuyor. Çünkü kalıplar farklı. İşte bu kalıbın dünya şartları içerisinde vehimsel irtibatını insan vücudunda sağlayan organ vücut kalbidir. Bu irtibat yüzünden vücut kalbine (yüreğe) kalb denir. Ona “kalb/kalp” denilmesinin sebebi kalıpla irtibatı sağlamasıdır, kalıpla irtibatı sağlayan olduğu için kalb denilmiştir.
Efendimiz (SAV) buyuruyor ki “her şeyin bir kalbi vardır.” Bu hadisten hareketle aşağıdaki sonucu şimdi kolaylıkla çıkarırız: İnsanda bu kalıpla vehimsel irtibatı sağlayan vücut kalbidir ve bu ancak insanda böyledir. Diğer şeylerde böyle değildir. Onlarda bu irtibatı sağlayan başka şeylerdir. Vücut kalbinin kalıpla/kalble ilişkiyi sağlaması yalnızca insan için geçerlidir. Bu yüzden başka bir varlığa bakıp, “onda kalb yok, bu yüzden hadiste geçen kalb onda yok” derseniz yanılırsınız. Her suretin kaydını oluşturan bir kalıbı var. İnsanda bu irtibatı yürek sağlar, diğer cisimlerde ve insan dışı yaratıklarda ise farklı şeyler sağlar.
 “Vahidül Ehadüs Samed olan Allah, Nefs-i Vahide’den, yani Vahidiyet’in Ehad ve Samed vasıflı “Kendini Hissetmesi”nden dileğini suretlendirdikten sonra o suretin kendisini bilmesi için ona nazar ederek “Kün” demiştir. “Feyekün” sonucu; Allah’ın o Kul’daki dileğinin şartları surete KALB olmuştur. Kul’daki nazar noktası “nazargah” olarak kalmış ve KALB ismiyle anılmıştır.”
İlmullah’ta Allah’ın dileği şekillendikten yani bir şekil bulduktan (ilmi suret oluştuktan) sonra onun kendini bilmesi ayrı bir olaydır. Bunun basamaklarını ayetlerle görmüştük. O ilmi suretin kendini bilmesi için ona “Kendini Bil” emri gerekir. Lütfen dikkat edin; “Kendini Bil” emri için Allah’ın dileğinin o surete yönelmesi (daha anlaşılır söyleyelim oraya nazar etmesi), o nazarla “Kün/Ol” demesi ve o emrin olması; işte o oluş kalb oluştur. Çünkü bir şeyi murad etti mi “Ol” der hemen olur. “Kün fe yekün.” “Kün” demesi ve onun hemen olması, işte o oluş KALB oluştur. “Kün” emri, dileğin emridir ve o bir nazardır. Bu nazarın dokunduğu yerde KALB oluş gerçekleşmiştir. Bu, dileğin kalıbının çıkışıdır. “Kendini Bil” denildiğinde ne dilenilmişse o dileğin yani o kompozisyonun kalıbının çıkması, orada kendini nasıl bilecekse onun oluşması, yani kalb olması “fe yekün”dür, “kün” emrinin sonucudur. Anladık ki surette bir nazar noktası var ve o çok önemli. Çünkü bütün işi başlatan bu nazardır, suretteki bu nazar noktasıdır. Emrin dokunduğu nokta, orası çok özel! İşte o an o nazarla orada oluşan nur orada bir şey açar. Anlamak için bazen insani örnekler gerekiyor, bu yüzden ilişkisi olmasa da anlamamıza katkı sağlayacak şu örneği verelim. Ancak anlaşıldıktan sonra onu silelim, çünkü hiç ilişkisi yok. Bir bakışın bizde oluşturduğu etkiyi anlatmak için; “öyle bir baktı ki içimi yaktı” deriz değil mi? işte bir bakış orada bir şey açar. Bakış! Manayı biraz yakalayalım diye verdiğimiz örneği şimdi zihnimizden yok edelim. Allah’ın “Kendini Bil” derkenki nazarı orada bir nur oluşturur. O nazar (o emir) o kalıpta bir nur oluşturur. İşte o nur Kalb Nuru’dur ve o nur orada durur. Ona kalb nuru deriz ve o çok önemlidir. Çünkü oraya o nazar değdi! Nazar, yani emir değdi oraya. O emrin oraya ulaşması orada bir nur oluşturdu, yani o kalb oluşurken o noktada nur oluşturdu. İşte o nazar noktası sayesindedir ki kalb nazargah olur, artık orası bir nazargahtır, nazar yeridir. Böylece oluşan o nur (kalbin nuru), sonradan yaratılanların tersine farklı, ilahi, orijinal bir statüye sahiptir ve sonradan yaratılmışta o orijinalliğiyle durur.
Kalb oluşa bir de farklı bakalım. Vehim sisteminin çalışması günümüzde neyle açıklanmaktadır? Hologram Sistem ile. Onu yani dünya şartlarındaki vehimsel sistemi günümüzde şimdilik açıklayan Hologram Mekanizması’dır. Bu vehim sisteminin mekanizması yani çalışması vehim nuru alanında olur. Herşey bir nurla ilgilidir çünkü. Bu yüzden buradaki bu mekanizmanın nurunu da vehim nuru oluşturur. Vehim nuru, Allah’ın dileğinin kalb oluşlarının aynasıdır. Vehim nuru Allah’ın dilekleri için bir aynadır. Yine bir insani benzetme yapalım. Normal yaşantıda aynaya baktığınızda aynaya yansırsınız değil mi? İşte o anda siz aynaya kalb olursunuz, sizin kalıbınız aynaya çıkar, yani aynaya kalb olursunuz. Olayı biraz anlamak için bunu benzetmiş olalım. “Böyledir” zannedersek konuyu anlayamayız. Vehim nuru alanında (aynasında) Allah’ın dileklerinin kalbolması, Allah’ın dileğinin vehim nuru aynasında yansımasıdır. Öyle olunca, herşey yani her yaratılan vehim nuru aynasında bir yansımadır. Hal böyle olunca denir ki; bir düşün yansımasın; sen bir yansımasın.
Bu yansımanın yani bu kalıbın nazar noktasını oluşturan kalb nurundan insana nazar devam eder. Ama öyle enteresan bir hal vardır ki bu nazar yukarıdan aşağıya devam ettiği gibi aşağıdan yukarıya da olur. Fakat; aşağıdan yukarıya olunca da, yukarıdan aşağıya olunca da Kendisi’dir. Dolayısıyla yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya “kendisinde, kendisiyle, kendisi” olarak bu nazar akışı devam eder. Nerede? Bu kalb nuru noktasında! Bu nerede? Kalıpta, kalbte! Bu yüzden nazar, Allah’ın Kendisini Hissetmesi’nin emir ve seyir halini anlatır.
Vehim nuru aynasına yansıyan (kalbolan) Kul’un bir adı âcizdir, bir özelliği nedeniyle ona âciz de denir. Bunu anlatabilmek için yine bir insani tanımlama yapalım. Aynaya baktınız, yansımanız var, o yansıma size göre âciz değil midir? Vehim nuru aynasına yansıyan, kalb olan Kul’un işte bu özelliği yüzünden buradaki adı âcizdir; âciz kul veya kul âcizdir. Dualarda, sığınışlarda, yakarışlarda bu yüzden; “biz aciz kulların” diye sesleniriz, hatta bazen bunu itiraf ihtiyacı duyar ve bu hususta “acziyetimi itiraf ederim” deriz. Şuna çok dikkat etmek lazım: Özellikle nazar noktasıyla ilgili hususlar, anlaşılıp kavranıldığı zaman insanı çok yükseğe çıkarır, yanlış kullanıldığı zaman da çok aşağıya indirir. Eğer, “ey Allahım en güçlü sensin, ben senin gücünde değilim. Allahım biz senin gibi güçlü değil aciziz” gibi düşünülür de acziyet böyle anlatılırsa ve Allah’a yakarış böyle yapılırsa, konuya böyle yaklaşılırsa çok yanlış olur. Bunun bizim anlattığımızla hiç ilgisi yoktur; vehim nuru aynasına yansımış olan kalbın âcziyeti ile bu tarifin hiç ilişkisi yoktur. Çünkü bu yaklaşımda güç karşılaştırması ve kıyası vardır; Allah güçlü, insan onun gibi güçlü değil, zayıf! Bakın iki tane güç var ve bunların karşılaştırılması yapılıyor. Eğer kişi güç karşılaştırması yaparak “Allahım, ben acizim yardım et” derse Allah ona yardım eder. O ayrı! Allah gerçek merhamet sahibidir; Erhame’r Rahımiyn’dir, ona yardım eder. Ama bu yakarış yanlıştır. Bu yüzden yardım alır ama bu sesleniş onu yükseltmez, onun idrakını yükseltmez! Yani balığı yer, ama balık tutmayı öğrenemez. Neden? Çünkü kendisini de Allah’ı da ayrı, ötede bir yapı ve varlık kabul edip ikisinin gücünü kıyasladı, bu kıyasta kendinin aciz olduğunu gördü. Bu, işin aslına uymayan yanlış bir yaklaşım tarzıdır. Dolayısıyla, bu yaklaşım tarzı öyle önemlidir ki, o kişi için şirkin göbeğini oluşturur, bu hal sonraki idrak için şirkin göbeğidir, motorudur. Çünkü varlıkların Allah’la kıyası yapılmıştır. Yapılmamalıdır!
Allah hakkında konuşulurken, Allah’la ilgili bir fikir ileri sürülürken, bir tanım yapılırken varlıkların kıyası yapılamaz. Kişi Allah’ı insan gibi düşünürse, insana seslenir gibi Allah’a seslenirse kıyas yapar, yanlışa düşer. Çünkü insani bakış açısıyla Allah’a yaklaşmıştır. Bu da birçok yanılgının çıkış noktasını oluşturur. Konumuz burada o olduğu için söyleyelim; Allah ve Kul arasındaki kıyas daima “var ve yok” üzerinden yapılır, buna çok dikkat etmek lazım: Bu kıyas VAR ve YOK üzerinden yapılmalıdır. Aciz’i ve “VAR-YOK” kıyasını tefekküre devam edeceğiz.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER