“İnsan, aileye mahkumdur” – Kocatepe Gazetesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi tarafından her hafta Çarşamba günü sabah 07.00 ile 08.30 saatleri arasında Ahmet Necdet Sezer Kampusü Sosyal Tesislerinde düzenlenen Çarşamba Sabah Toplantısında bu hafta “Kadın ve Aile” konusu ele alındı. Toplantıya Sosyal Hizmetler İl Müdürü Şevki Ceylan başkanlık yaptı “Ailenin birliği kadına yükleniyor”Kadının aile ve toplum içindeki yerinin ele alındığı toplantıda söz alan [&hellip]
Afyon Kocatepe Üniversitesi tarafından her hafta Çarşamba günü sabah 07.00 ile 08.30 saatleri arasında Ahmet Necdet Sezer Kampusü Sosyal Tesislerinde düzenlenen Çarşamba Sabah Toplantısında bu hafta “Kadın ve Aile” konusu ele alındı. Toplantıya Sosyal Hizmetler İl Müdürü Şevki Ceylan başkanlık yaptı
“Ailenin birliği kadına yükleniyor”
Kadının aile ve toplum içindeki yerinin ele alındığı toplantıda söz alan ,İş Adamı Kadir Altınkaya “Ailenin görevi daha çok kadına yükleniyor. Hatta ailenin reisliği konusunda anaerkil toplum bile reisliği erkeğe vererek hareket ediyor. Bu, belki de ailenin ihtiyaçlarını avlanarak gideren cinsin erkek olmasından kaynaklanıyor olabilir ve o konuda egemenliği ele geçiren yapı devam ediyor. Ailenin sağlığı, birliği daha çok kadına yükleni-yor. Ancak esas olan, bu görevin kadın ya da erkeğe verilip verilmemesi değil, aile vasıtasıyla toplumun huzurlu ve keyifli olmasını sağlamaktır. Bu düşünceden hareket edilmelidir” dedi.
Emekli Osman Tezgiden, “Semavi dinlerde, esasında model bellidir. Yani, Adem babamızdan Havva annemizden başlamak üzere model iyi bir modeldir. Kadının ko-numunun Semavi dinlerde çok güzel örneklerle ortaya koyulduğunu ve kadınlara önemli derecede sorumluluğun verildiğini de görüyoruz. Günümüzde erkek egemen toplum gibi söylemler yer alıyor ama her şeye rağmen geçmişten günümüze gerek kadının gerekse erkeğin ortak bir yaşamın dışında bir paylaşımı var. Bunda da saygı ve sevginin ön planda olduğunu görü-yoruz. Günümüzde kazanca ortak olan kadınlar evlilikte biraz daha söz sahibi durumdalar. Bundan dolayı erkek aile reisi midir? Değil midir? tartışması günümüzde daha yetkin. Ama önemli olan şeyin, karşılıklı sevgi ve saygıyla uygun bir ortamda, sağlıklı bir aile oluşturulması olduğuna inanıyorum. Bunun gözden kaçırılmaması gerekir” şeklinde konuştu.
“Aile kadınsız olmaz”
Sosyal Hizmetler İl Müdürü Şevki Ceylan, “Bakanlık tarafından yeni bir model geliştirildi. Sağlıkta olduğu gibi koruyucu ve önleyici hizmetler yürütmekteyiz. Bu noktada kadının ailede ya da toplumdaki rolü ve ailenin yapısı bozulmadan müdahale etme adına kurum olarak bize sorumluluk düşüyor. Bu anlamda bize gelen müracaatların tamamı değerlendirilip, en kısa sürede sonuçlandırılıyor” dedi.
Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Selim Pullu ailenin kadınsız olamayacağını ifade ettiği konuşmasında, “Tarihte de ilk dinlerin oluşmaya başladığı Neolitik Çağ döneminde, ilk tanrı idollerin dişi olduğunu görüyoruz. Doğurganlık özelliği kadına verilmiş olduğu için tabiattaki her şeyi yaratanın da dişi bir tanrıça olduğu fikrinden yola çıkılıyor. Erkekler doğum olayında kendilerinin de rolünü fark etmeleri üzerinde ataerkil döneme giriliyor. Bu olayda erkek kendi rolünü çok daha ileri zamanlarda fark ettiği için ataerkillik daha sonra ortaya çıkıyor ama yasaların yapıldığı toplumlarda özellikle hamile kadının vurulması ve bir erkeğin hamile kadının çocuğunu düşürmesine neden olmasının cezası çok büyüktü. Bunun yanında Batı dünyasına baktığımızda ise bizim genelde daha serbest olarak düşündüğümüz Yunan ve Roma medeniyetlerinde de haremin varolduğunu görüyoruz. Yunan ve Roma medeniyetinde Anadolu kültüründeki gibi avlulu evler vardı ve yabancı bir erkek o evin sadece belli bir yerine kadar girebiliyor. İçerde kadının ve ailenin yaşadığı belli bir bölüm daha vardır ve oraya geçemez. Yunanistan’da kadınlar ‘kilios’ adı verilen, kız çocuk doğduğunda babanın ya da erkek kardeşin, evlendiğinde kocasının ya da kayınpederinin, çocuğu olduğunda yaşlandığında erkek çocuğunu himayesi altında yani, ‘kilios’u altında yaşamaya mahkûmdur. Birey olarak kendisin ispat hakkı hiçbir zaman yoktur. Mesela Sparta’da, askeri eğitimin verildiği o meşhur toplumda, kadın Sparta dışından bir erkekle evlenemez. Bu da kanın bozulmaması içindir ve eğer kadın doğumda ölürse, tıpkı savaşta ölen bir asker gibi devlet töreni düzenlenir. Erkek egemenliğinin tamamen hakim olduğu yasalarda kadına verilmiş olan haklara baktığımızda, genelde hamile, çocuğu olan veya zarar görmesinden dolayı ailenin de zarar göreceği konularda kadının korunduğunu görüyoruz. Eski yasaların günümüzdeki Medeni Hukuk ile benzerliği de bu olabilir” şeklinde konuştu.
“Artık hane halkı reisliği eşit kullanılacak”
Sosyal Hizmetler İl Müdürü Şevki Ceylan, “Şu anda Medeni Kanundaki yeni yasal düzenlemelerde kadına yönelik şiddette, istismarda, evin geçiminde, çocukların bakımında ve benzeri kendini ispat etme konusunda kadınlara birçok haklar tanındı. Yani, şu anda artık hane halkı reisliği eşit kullanılacak. Eğer erkeğin karısına yönelik şiddeti varsa, yasalar gereği 3-6 ay hatta 1 yıl eve yaklaştırmama gibi bir yasal düzenleme var ve bu noktada eşinin nafakasını, geçimini ödeme söz konusu. Bu anlamda olay bize yansımışsa, kurum olarak müdahil olmak durumundayız. Kadın, iki soyadını birlikte rahatça kullanabiliyor ya da boşanma gerçekleşmeden kendi soyadını kullanabilecek. Bu anlamda yeni yasal düzenlemede kadınlara birçok haklar tanındı. Öte yandan kurumsal anlamda bizim elimiz biraz daha güçlendi. Yani, direk adliyeye, mahkemeye müracaatta bulunabiliriz. Hatta bu anlamda İl Emniyet Müdürlüğünde Çocuk Şube ve toplum destekli polis ile şu anda bizim 3-4 yıldır çok daha ileri düzeyde irtibatımız var” dedi. İş Adamı İbrahim Sömer, toplumda ailenin sorumluluklarının büyük oranda kadına yüklendiğini belirterek, Karadeniz Bölgesinde eşleri gurbette olan kadınların gerek evin içinde gerekse ev dışındaki ağır işlerde çalıştıklarını söyledi. Sömer, “Birtakım görev ve yükümlülükler eşit paylaşılıyor belki ama Türk aile modelinde maalesef aileyi kurmak da korumak da yüzde 95 oranında kadının elinde gibi duruyor. Asıl dikkat çekmek istediğim nokta ise, varımız yoğumuz olan çocuklarımız, eşlerimize emanet ve çocuklarımızın daha iyi yetişebilmesi açısından aile içerisindeki iş bölümünün biraz daha erkeklere doğru kayması gerektiğini düşünüyorum” diye konuştu.
“Diziler aile yapısını olumsuz etkiliyor”
Müze Müdür Yardımcısı Ahmet İlaslı, “Şu anda dünyanın simgesi olarak lanse edilen, omzunda su testisi taşıyan 5 bin yıllık bir kadın motifi var. Bugün hala bu formu her yerde görebiliyoruz; zamanında kadın için bir çeşme başı ve mahalle fırını en sosyal alanlardan birisiydi. Örneğin, Hammurabi Kanunlarının olduğu dönemde Asurlu kadınlar, Anadolu’da ticaret yapabilecek kadar güçlü olmuştu. Kadınlar, ekonomik olarak özgürleştikçe geçmişte olduğu gibi anaerkil yaşantı gittikçe artacaktır” dedi. İş Adamı Kadir Altınkaya, “Semavi dinlerde, İslamiyet’e kadar Adem ve Havva ilişkisinde hep kusurlu Havva idi. Ancak daha sonra Havva’yı yoldan çıkaran şeytan ile kadın biraz daha farklı bir konuma geldi. Bütün kusur O’nda değil, sadece şeytanda. Buradan yola çıkarak, bu kadar uzun süredir aile içi rollerde birtakım görevler paylaşılmış. Şu anda bu görevlerin paylaşımında bir adaletsizlik, bir yetersizlik mi var? Önemli olan iki cinsin kurduğu aile içerisindeki rol paylaşımından toplum olarak kazançlı çıkmanın yolunu aramamız gerekir” dedi.
Sosyal Hizmetler İl Müdürü Şevki Ceylan televizyon dizilerinin aile yapısını olumsuz yönde etkilediğini ifade ettiği konuşmasında, “Katlanma düzeyimiz azaldıkça boşanma oranları da artmaya başladı. 2008-2010 yılları arasındaki verilere göre boşanmada artan bir eğilim olduğu ortaya çıkmıştır. 30 yıllık evlilerde bile boşanmalar olabiliyor. Sosyal alanda hizmet veren sosyolog, psikiyatrist ya da aile terapisti gibi benzeri alanlarla yeni yeni tanışmaya başladık. Sorunlarımızla yeni yeni yüzleşen bir milletiz. Bu alanları normal bir program olarak algılayıp, bunun çözümüne çaba harcarsak belki bu alandaki sıkıntılar biraz daha azalır” dedi.
“Büyük aile modeli yıkıldı”
Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Ergün, “Sanayileşme ve modernleşme olgusuyla tüm sosyal kurumlarda bir değişme oldu ama birçok sosyal kurum bu değişmeden karlı çıktı. Bu süreçte değişen ve zararlı çıkan, giderek fonksiyonlarını kaybeden tek sosyal kurum ailedir. İnsan, aileye mahkumdur. Dünyada canlıların yeni doğum anları üzerine binlerce çalışma var. Portman’ın bir benzetmesi var; Sparta’daki gibi Portman diyor ki, eğer yeni doğan canlıları alsak ve doğaya bıraksak, daha sonra da onları gözlesek bu canlılar içerisinde ilk ölecek olan insandır. Çünkü, adeta premature gibidir; diğer canlıların arasında insanın gelişmesi incelendiğinde, insan sanki erken doğum gibi 9 aya mahkum edilmiş bir şeydir. Canlılar arasında hamilelik dönemi en hassas geçen, lohusalık dönemi de en ağır geçen canlı türü insandır. İnsan, adeta eksik yaratılıyor, çok erken doğurtuluyor. Hamilelik döneminde kendisine bakması zor olduğu gibi çocuğun doğumundan sonra da kadına bir destek mutlaka gerekiyor. Diğer canlılara göre insanlarda bir aile kurumunun ortaya çıkması yaradılıştan gelen bir şeydir. Eğer aile olmazsa insan dediğimiz canlı türü sürmez. Ailenin görevlerine, fonksiyonlarına baktığımızda, ilk başta çocuk dünyaya getirmektir. Aile, bunu meşrulaştırmak için kuruluyor ki, bu bütün toplumlarda böyledir. Ailenin ikinci olarak görevi, çocuğun beslenmesi, büyütülmesi, yetiştirilmesidir. Üçüncü olarak da aile, eski geleneksel toplumlarda yaşlıların huzurevidir. Eskiden aile içerisinde büyük bir dayanışma varken, şimdi aile küçüldü, çalışma şartları dolayısıyla büyük aile modeli yıkıldı. Aile, artık anne, baba ve çocuklardan meydana gelen birim haline geldi. Bu da Batının birçok toplumunda yıkılıyor. İhtimal ki ileride bunu biz de yaşayacağız. Sosyolojideki klasik anne, baba ve çocuklardan meydana gelen aile tanımı yıkıldı. Şu anda anne ve çocuk, baba ve çocuk, iki erkek ve çocuk, iki kadın ve çocuk şeklindeki aile formatları ortaya çıkmaya başladı. Öte yandan aileler var ama çocuk yok. Eskiden çocuk sayıları 4’ten başlayıp 10’a kadar giderdi. Şu anda üç çocuk bile fazla görülüyor. Bu sayı aşağı çekildi. Günümüzde çocuk yetiştirilmesi, anne dışında başka kişilere ya da kurumlara bırakılıyor. Çocuğun eğitiminde ise aile bunu tamamen okula bırakıyor ama okul da bunu üstlenemiyor. O zaman da evdeki televizyonlar, vs. çocuğun eğitimini üstleniyor. Dolayısıyla gelecekteki aile formatının ne olacağını bilmiyoruz ama şunu biliyoruz ki, aile olmazsa insanlık olmaz. Aile olmazsa sağlıklı bir toplum olmaz. O yüzden üç çocuk önerisinin tavsiyeden çıkartılıp, bir sosyal politika haline getirilmesi gerekir. Yani, devletin çocuğu olan kadına müthiş bir destek sağlaması gerekir. En azından çocuğu bir yük olmaktan kurtarmak gerekir. Kadının çalışma hayatını düzeltmek lazım ki çocuk yapsın. Bugün Batı toplumlarının en büyük psikolojik krizi, nüfusun her geçen gün düşmesidir. Bizim batı bölgelerinde de bu düşüş başladı” şeklinde konuştu.Sosyal Hizmetler İl Müdürü Şevki Ceylan kadının çalışma ha-yatına yönelik yeni yasal düzenlemelerle ilgili bilgi verdiği konuşmasında, “Kadının emzirme süresi 1 saatti. Bu, iki saate çıkartıldı. İsterse baba da eşine yardımcı olması için ücretsiz olarak 6 ay izine çıkabiliyor. Eğer evlat edinme süreci varsa, evlat edinen anne ve babaya yasal izin süreleri tanındı” dedi.
“Tüm varlıkların kendine
özgü yetenekleri vardır”
Rektör Vekili Prof. Dr. Belkıs Özkara, erkeklerin kadına bakışından ekonomik gelişmelerin kadın üzerindeki etkisine kadar kadına yönelik birçok konu ile ilgili yaptığı okumalarına atıfta bulunduğu konuşmasında, “Kadın Beyni” adlı bilimsel bir araştırma ürünü olan kitaptan notlar aktardı. Prof. Dr. “Bu kitaba göre, erkek ya da kadın doğduğunda belli bir döneme kadar beyinlerinde hiçbir farklılık yoktur ve 8 hafta sonra erkeğin testesteron hormonunun salgılanmasıyla birlikte erkeğin beyninde bir farklılaşma meydana geliyor. Bu farklılaşma ile birlikte erkek daha saldırgan, daha bireyci davranışlara yöneliyor. Kadının ise başlangıçtaki beyin fonksiyonları aynı şekilde devam ediyor. Bu beyindeki birtakım hormonal salgıların etkileri nedeniyle erkek çocuklarının davranışları daha saldırgan, bireyci ve rekabete doğru yönelirken, kız çocuğunun davranışları daha sosyal ve iletişime doğru yöneliyor. Hatta bu kitapta, kadınların matematiğe ve analitik alanlara çok yatkın olmadığı şeklinde bilinen inançların aslında geçersiz olduğu ifade edilmektedir. Kız çocuklarının eğitim çağında, özellikle meslek seçimi evresine geldiklerinde aslında matematikte çok başarılı olsalar bile aile kurmayı engelleyecek ve toplumdan soyutlanmayı gerektirecek mesleklere yönelmedikleri, sosyal yönünü koruyabilecek mesleklere yöneldikleri görülmüş. Kadın davranışlarının erkekten farklı olması, genellikle hormonal salgılarla ilgili olarak açıklanmıştır. Toplumda ve doğadaki tüm varlıkların kendine özgü ayrı yetenekleri vardır. Yaygın olarak bilenen görüşler, kadının erkekle aynı özelliklere sahip olduğu ama kadının daha eksik olduğu şeklindedir. Yani, erkeğin beyin ya da beden olarak ideal özelliklere sahip olduğu ve kadının bunun eksik versiyonu olduğuna dair yaygın inanışların bu bilimsel araştırmalarla doğru olmadığı ortaya çıkıyor ve bu iki tür beyin olarak da bedensel işleyiş olarak da birbirinden farklıdır. Dolayısıyla bu farklılıkların oluşturduğu bütüne bakmak gerekir. Diğer tarafta okumaya yeni başladığım “Şu Hayatta Kaç Arkadaş Lazım” adlı popüler bir bilim kitabında da insan türü ile ilgili bazı araştırmalar var. Mesela, erkeklerin gözlerinin genetik olarak iki tane rengi ayırt edebildiğini ki buradaki gözleri beynin dışarıya olan uzantısı, beynin bir parçası olarak kabul ediliyor. Kadınların ise dört ya da bazılarının beş rengi ayırt edebildiği ifade edilmektedir. Yapılan araştırmalarda beynin en önemli fonksiyonunun eş seçme ile ilgili olduğu ve daha gelişmiş beyinlere sahip olan canlıların tek eşli oldukları yani, gelişmiş beyine sahip canlıların doğru eş seçiminde etkili olduğu yapılan araştırmalarda ortaya koyulmuştur. Neticede yapılan araştırmaların hepsi insanların kendini tanıma çabasının bir ürünüdür. Kadın ya da erkek olsun kendini tanımaya çalışıyor ama o tanıma süreci içerisinde klişeleşmiş şeylerden uzak durarak, daha tarafsız gözlemlerimizle doğru yargılara varabiliriz. Kadına yönelik bütün algılamaların, muamelelerin, davranışların klişeleşmiş düşünce kalıplarıyla şekillendiğini de kabul etmek gerekiyor” şeklinde konuştu. Toplantı sonunda, gelecek hafta yapılacak Çarşamba Sabah Toplantısında “Hoş gelmek-Hoş gitmek” kavramlarının ele alınmasına karar verildi.