Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay

İMANIN SAHİH/GERÇEK VE MAKBUL/KABUL OLMASI İÇİN ÜÇ ŞARTIN BULUNMASI GEREKLİDİR

Muharrem Günay 12 Ağustos 2015 Çarşamba 03:00:00
  1.İman ümitsizlik halinde olmamalıdır. Hayatı boyunca Müslüman olmamış bir insanın, yaşama ümidinin kalmadığı anda, can çekişirken iman etmiş olması geçerli değildir. Bu konuda Kur’an-ı kerim’de şöyle buyrulur: “Günah işleyip de kendisine ölüm gelince ‘işte ben şimdi tövbe ettim’ diyen kimsenin tövbesi kabul edilmez. Kâfir olarak ölenlerin de tövbesi kabul edilmez. İşte bunlara ahirette can yakıcı bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa 4/ 18) Bu konudaki en güzel örnek boğulma anında iken iman eden/etmeye yeltenen Firavunun imanının kabul edilmeyişidir..
2. İnanmış olan kimse dinin hükümlerine toptan inanmalıdır. Dini hükümlerin bir kısmını kabul edip bir kısmını inkâr eden insan Müslüman değildir. Sözgelimi, dini hükümlerden namaz, oruç, hac gibi hükümleri kabul edip, zekât hükmünü inkâr eden insan dinden çıkar kâfir olur. Yine içki içmek haram değildir diyen kimse, içki içmese bile dince kesin olan bir hükmü inkâr ettiğinden kâfir olur. Çünkü dinin hükümleri bir bütündür, cüzlere ayrılmayı kabul etmez. Dini kesin hükümlerin birini veya bazısını inkâr etmek, tamamını inkâr hükmündedir. “İslâm” sözcüğünün “teslim olmak” manasına gelmesi de buna işaret eder.
3. Dindeki hükümlerin hepsinin güzel (müstahsen) olduğunu kabul etmeli ve bunların arasında bir ayrım yapmamalıdır. Yine bir Müslüman dindeki hükümlerin, emir ve yasakların hepsini aynı derecede kabul ve tasdik etmelidir. Mesela, bir insan namaz, oruç, zekât ve hac gibi ibadetlerden birini güzel görmeyerek onu alaya alırsa veya Allah Teâlâ’nın emrine aykırı olsun kastiyle dini bir hükmü yapmazsa yahut dini bir yasağı –haram olduğunu bildiği halde- inat ederek işlerse, artık imanını kaybeder ve Allah katında mü’min değil kâfir sayılır.
İman Artar ve Eksilir mi?
İman; Peygamberimizin Allahtan getirdiği hükümleri tasdik etmek olduğuna göre, bunda artma ve eksilme olmaz. Yani bir kimse imanın esaslarından kitaplara inanıp, öldükten sonra dirilmeye inanmasa Müslüman olamaz. Böyle olunca imanın artması ve eksilmesi diye bir şey olmaz. Dince iman edilmesi gerekenler bellidir, ne azalır ne de artar. Hal böyle olunca imanın gerçekleşmesi açısından hiçbir insan arasında hattâ Peygamberlerle insanlar arasında hiçbir fark yoktur. Yani Peygamberler neye inanmakla yükümlü ise insanlarda aynı şeylere inanmakla yükümlüdürler
Ancak Müslümanların imanlarının kuvvetli ve zayıf olması bakımından aralarında farklılıklar vardır. Sözgelişi hiçbir Müslümanın imanı Hz. Peygamberimizin imanı ile bir değildir.
İmanda böyle bir farklılığın bulunduğuna âyet ve hadislerde de işaret edilmiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de:
“Mü’minler ancak onlardır ki, Allah anıldığı zaman yürekleri titrer. Allah’ın âyetleri kendilerine okunduğu zaman bu, onların imanını artırır (kuvvetlendirir) ve onlar yalnız Rablerine dayanır ve güvenirler.” (Enfal, 8/2.)
Abdullah bin Ömer’den rivayet edilen bir hadiste Peygamber Efendimiz şöyle buyurur:
“Ebu Bekir’in imanı, âlemlerin imanı karşılığında tartılmış olsa, onlardan ağır gelirdi.”(Beyhaki)
İcmâli İman Tafsîli İman
İman “İcmâli iman” ve “Tafsîli iman” olmak üzere iki kısma ayrılır.
İcmâli iman, iman edilecek şeylere kısa ve topluca iman etmek demektir ki kelime-i tevhid ile “Lâ ilâhe illallah muhammedün rasûlullah” ifade edilir.
“Tafs’ili iman” ise, Allah’a, meleklerine kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, öldükten sonra dirilmeye, cennet ve cehenneme, sevap ve ikaba (cezaya), kaza ve kadere; Kitap ve Sünnet ile Hz. Muhammed’in Allah tarafından tebliğ ettiği ve tevatür yoluyla sabit olan kesin haber ve hükümlerin her birine ayrı ayrı Allah ve peygamberin istediği şekilde iman etmektir.
İslâm âlimleri, imânı iki mertebeye ayırmışlardır:
1- Taklidî îman,
2- Tahkikî îman..
Taklidî îman: Ana – babadan, hocadan, muhîtten duyduğu ve öğrendiği şekilde, mes’ele üzerinde hiçbir akıl yürütmeden îman esaslarına bağlanmak demektir. Taklidî îman, inanç esaslarına, şuuruna ve teferruatına vâkıf olarak bir inanma olmadığı için, bilhâssa bu zamanda bâzı şüphe ve vesveselere mâruz kalabilir ve sarsılıp yıkılma tehlikesi geçirebilir.
Tahkikî îman ise: İmâna âit bütün mes’eleleri delilleriyle, tafsilâtlı ve teferruatlı bir surette bilmek, tasdik etmek, tereddütsüz inanmaktır. Böyle bir îman şüphe ve vesveseler karşısında sarsılıp yıkılmaktan kendini koruyabilir.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti