İdam Mangasının Bile Aklını Başından Alan Casus Mata Hari
144 yıl önce, 7 Ağustos 1876'da, dünya 20. yüzyılın en gizemli kadınlarından birini tanımaya başladı: Mata Hari. Sadece bir dansçı, seks işçisi ve hatta casus olarak tanınmakla kalmamış, aynı zamanda hain ilan edilen bu kadın, tarih boyunca adı hala konuşulmaya devam eden bir efsane haline gelmiştir.
Mata Hari'nin hayatı, araştırmacıların ve tarihçilerin günümüzde dahi üzerinde kafa yordukları yüzlerce efsaneye ve olaya sahiptir. Ancak asıl soru hala akıllarda: Gerçekten casus muydu?
MATA HARİ'NİN ZORLU BAŞLANGICI
Mata Hari'nin doğum adı, Hollanda'nın Leeuwarden kasabasında dünyaya gelen Margaretha Geertruida Zelle’dir. Zelle ailesinin dört çocuğundan tek kız olan Margaretha, zengin bir ailenin çocuğuydu. Babası, şapka dükkanı işleten ve petrol endüstrisine başarılı yatırımlar yapan varlıklı bir adamdı. Ancak bu lüks yaşam kısa sürdü. Margaretha henüz küçük yaşlardayken babası iflas etti ve ailesi dağılmaya başladı. Babasının annesini boşamasının ardından, 15 yaşındaki Margaretha annesini kaybetti. Ailesinin yaşadığı bu dramatik çöküş, genç kızı yalnız bırakmadı.
Margaretha, vaftiz babasıyla yaşamak üzere kasabaya gönderildi, burada öğretmenlik eğitimi aldı. Ancak okul müdürünün ona yaklaşımı nedeniyle, vaftiz babası onu okuldan aldı ve Margaretha'nın hayatı daha karmaşık hale geldi. Ailesinin dağılması ve acı veren kayıplar, onu yalnız bırakmadı ve sonunda amcasının Lahey'deki evine sığındı.
GENÇLİK DÖNEMİNDE EVLİLİK VE AİLE HAYATINDAKİ KRİZLER
19 yaşına geldiğinde, Margaretha, 39 yaşındaki Hollandalı subay Rudolph MacLeod ile evlendi. Bu evlilik, bir gazete ilanı ile başladı. Aralarındaki büyük yaş farkına rağmen evlendiler, ancak kısa süre sonra ilişkileri büyük bir hayal kırıklığına dönüştü. MacLeod'un bir metresi vardı ve Margaretha, evliliğinde mutlu değildi. Çift, Endonezya'nın Java Adası'na taşındı ve burada Margaretha, bir oğul ve bir kız çocuk sahibi oldu. Ancak, hayatın onlara sunduğu trajedi yine peşlerini bırakmadı. 1899'da, oğulları, bir aile hastalığının tedavisinden sonra hayatını kaybetti. Bu trajik olaydan sonra, Margaretha, Hollanda'daki ailesine geri dönmek zorunda kaldı.
Kısa bir süre sonra, Margaretha ve eşi boşanma kararı aldılar ve maceralı bir süreç başladı. Ancak, eşi kızını ona vermek istemedi ve bu durum, Margaretha’nın hayatındaki başka bir büyük kayba yol açtı. Kızı da 21 yaşında vefat etti. Beş parasız bir şekilde Paris'e giden Margaretha, burada “Lady MacLeod” adıyla sahne almaya başladı.
PARİS'TE YÜKSELEN YILDIZ: MATA HARİ
Paris’e geldikten sonra Margaretha, “Mata Hari” olarak tanınmaya başladı. Bu isim, Endonezya'da dans etmeyi öğrenen ve oranın geleneklerine hakim olduğu iddialarıyla birlikte tüm Avrupa'da hızla yayıldı. Ancak, araştırmalar bu iddiaların gerçeği yansıtmadığını ortaya koydu. Mata Hari, aslında Endonezya kökenli değildi ve bu, kendi uydurduğu bir yalandı. Şöhretinin zirvesine doğru adım attıkça, sahne gösterileriyle büyük ilgi gördü. Özellikle dekolteli dansları ve egzotik havasıyla dikkat çekti.
Dans kariyerinde oldukça başarılı oldu ve Paris’in yanı sıra Avrupa'nın çeşitli başkentlerinde de tanınmaya başlandı. Ancak, bu başarıların arkasında başka bir gerçek vardı. Yaşının ilerlemesiyle birlikte, dansçılığını sürdürebilmek için farklı bir yola başvurmak zorunda kaldı. Pek çok yüksek rütbeli asker, politikacı ve nüfuzlu isimle ilişkiler kurarak, bir seks işçisi olarak hayatını sürdürmeye başladı. Aynı zamanda kumar tutkusu, tüm parasının bu oyuna harcanmasına neden oldu.
BİR CASUS OLARAK MATA HARİ: SAVAŞIN GÖLGESİNDE
Birinci Dünya Savaşı başladığında, Mata Hari’nin kaderi de hızla değişti. Savaşın ardından, bir zamanlar sanatsal bir kişilik olarak tanınan Mata Hari, savaşın tehlikeli baştan çıkarıcı figürlerinden biri olarak görülmeye başlandı. Hollanda vatandaşı olması, onu Fransız ve Alman gizli servislerinin radarına soktu. 1916'da, Rus kaptan Maslov ile tanışarak aşık oldu, ancak Maslov kısa süre sonra savaşta bir gözünü kaybetti. Bazı kaynaklara göre, Maslov'u görmek ve ona yardımcı olabilmek için, Mata Hari, Almanya'ya karşı casusluk yapmayı kabul etti. Fransız istihbaratına, ona bilgi verebilmesi için gereken her şeyin sağlanacağı vaat edildi.
Mata Hari, çok geçmeden Almanya prensi Wilhelm'i baştan çıkararak ondan kritik bilgiler almayı planladı. Ancak bu plan, Fransız istihbaratına Mata Hari’nin aslında Almanya için çalıştığını düşündürdü. Şüpheler arttı ve Mata Hari’nin çifte ajan olduğu ya da Almanya’nın ona bir tuzak kurmak amacıyla casus olarak kullandığına dair söylentiler yayılmaya başladı.
TUTUKLANMASI VE SONUÇLARI
1917 yılında, Mata Hari, Paris’te bir otelde tutuklandı ve Almanya için casusluk yapmakla suçlandı. Bu suçlama, çok sayıda askerin ölümüne neden olmuştu. Duruşmada Mata Hari, her zaman Fransa’ya sadık olduğuna yemin etti ve “Bir fahişe olduğumu kabul ediyorum, ama casus asla! Ben her zaman aşk ve zevk için yaşadım” dedi. Ancak, bu açıklamalar ona kurtuluş sağlamadı. Ertesi gün, Mata Hari suçlu bulundu ve idama mahkûm edildi.
Mata Hari'nin son günleri, Paris'teki hücresinde geçerken, avukatı, hamile olduğunu söylemesi için ona baskı yaptı. Ancak Mata Hari, bu öneriyi reddetti. İnfazından sonra, cesedi Paris'teki bir anatomi müzesine verildi. 2000 yılında yapılan bir incelemede ise, kalıntılarının kaybolduğu ortaya çıktı. 1954 yılında müzenin taşınması sırasında, Mata Hari'nin kalıntıları kaybolmuştu.
GİZEMLİ BİR MİRAS
Mata Hari'nin hayatı, birçok yönetmene ve senariste ilham kaynağı oldu ve onun hayatını konu alan pek çok film, kitap ve dizi üretildi. Ancak, onun gerçek kimliği, hala gizemini koruyor. Casus muydu, yoksa sadece bir kadının yaşadığı trajik bir hikayenin kurbanı mıydı? 1917’deki idamından 100 yıl sonra, Fransız yetkililer, onunla ilgili tüm belgelerin gizliliğini kaldırmadılar ve dosyalar, ancak 2017 yılında açıldı.
Mata Hari'nin yaşamı, gizem, dram ve entrika ile örülmüş bir hikâye olarak, tarihin en etkileyici ve en çok konuşulan figürlerinden biri olarak varlığını sürdürüyor.