• Haberler
  • Genel
  • Ibrahim Küçükkurt'un ardından – Kocatepe Gazetesi

Ibrahim Küçükkurt'un ardından – Kocatepe Gazetesi

Elveda Usta gazeteci, Basın Şeref Kartı sahibi, Kocatepe Gazetesi'nin kurucusu, saygıdeğer büyüğümüz İbrahim Küçükkurt 77 yaşında aramızdan ayrıldı.Kendisine Yüce Allah'tan rahmet, yakınlarına ve tüm sevenleri-ne başsağlığı diliyorum.O, Afyonkarahisar basınının duayeniydi.Yalnız basının değil, kültürün, eğitimin, yerel tarihin, kısaca Af-yonkarahisar'ın duayeniydi.***Uzun zamandır elime kalem almıyordum.Babıâli'de çeşitli gazete ve dergilerde yaklaşık yirmi yıl boyunca günlük köşe yazıları yazdığım, [&hellip]

Ibrahim Küçükkurt’un ardından

Elveda

Usta gazeteci, Basın Şeref Kartı sahibi, Kocatepe Gazetesi’nin kurucusu, saygıdeğer büyüğümüz İbrahim Küçükkurt 77 yaşında aramızdan ayrıldı.
Kendisine Yüce Allah’tan rahmet, yakınlarına ve tüm sevenleri-ne başsağlığı diliyorum.
O, Afyonkarahisar basınının duayeniydi.
Yalnız basının değil, kültürün, eğitimin, yerel tarihin, kısaca Af-yonkarahisar’ın duayeniydi.
***
Uzun zamandır elime kalem almıyordum.
Babıâli’de çeşitli gazete ve dergilerde yaklaşık yirmi yıl boyunca günlük köşe yazıları yazdığım, röportajlar, inceleme-araştırma yazıları hazırladığım halde, akademik yazılar dışında çok seyrek olarak kaleme dokundum.
Dostlarımın tüm ısrarlı tekliflerini nazikçe geri çevi-rerek, kendimce haklı-haksız bazı mazeretlere sığınarak yazarlıktan biraz uzak kaldım.
Ama zaman içerisinde öyle olaylar, öyle durumlar ortaya çıkıyor ki, kılıcı yeniden kuşanmak, kaleme tekrar sarılmak zorunluluğunu hissediyor insan.
İşte onun beklenmedik kaybı da tam böyle bir durumdu. O yüzden bir kez daha klavye başına oturma gereği duydum.
***
Kendisini ilkokul yıllarımdan tanıdığımı söyleyebilirim. Ailenin en küçüğü, değerli dostum Aliihsan Küçükkurt okul arkadaşımdı, onun sayesinde ağabeylerini tanıma fırsatı bulmuştum.
Ortaokul-lise yıllarında, yoldan gelip geçtikçe, Alacahamam’ın ön tarafındaki Kocatepe bürosunun önünde durur, camda asılı olan gazeteyi dakikalarca okurdum.
Mülkiye’yi bitirip İstanbul’da basın hayatına atıldıktan sonra hemen her yaz tatilinde Afyon’a geldiğimde mutlaka Kocatepe’ye uğrar, rahmetli İbrahim Ağabey’le, rahmetli Şükrü Ağabey’le uzun uzun sohbet ederdim.
Onların görüşlerinden, yaşam deneyimlerinden çok dersler çıkardım.
***
Küçükkurt kardeşler bir kere teknolojiye çok yakın ve yatkın, çağın gereklerine ayak uydurmaya çalışan, bilinçli gazetecilerdi.
Basın sektöründe masaüstü yayıncılık uygulamalarının yaygınlaşmaya başlamasıyla ben de kolları sıvayıp geleneksel gazetecilikten elektronik gazeteciliğe geçiş yaptım.
İstanbul Üniversitesi’ndeki gazetecilik master eğitiminden sonra bir de Marmara Üniversitesi’nde bilgisayar donanımı ve yazılımı konusunda lisansüstü eğitimi alma gereği duydum, doktoramı da bilgisayarlı iletişim ve internet üzerine yaptım.
O dönemlerde hem eğitim alıyor hem de masaüstü yayıncılık yani bilgisayarlı dizgi, tasarım ve baskı teknolojileri konusunda eğitim veriyordum, aynı zamanda bayisi olduğum Macintosh sistemlerinin kuruluşunu da yapıyordum.
Kocatepe Gazetesi’nin bilgisayar sistemlerinin kuruluşunu da teveccüh gösterip o yıllarda bizim uzmanlığımıza emanet etmişlerdi.
Birkaç yıl sonra kendi isteğimle Afyon’a taşındığımda buna en çok sevinenler, Kocatepe kurmayları olmuş ve, “çok şükür, uzman ayağımıza geldi.” demişlerdi.
***
O tarihlerde, sayısı bir elin parmaklarından az olan uzun soluklu gazeteler içinde Kocatepe’nin apayrı bir yeri vardır. Bunda, ilkeli yayıncılığın, özellikle işin başında İbrahim Küçükkurt gibi büyük bir ustanın bulunmasının çok önemli payı olduğunu itiraf etmek gerekir.
Son röportajlarından birinde Rahmetli, Kocatepe’nin başarısındaki sırrı şöyle açıklıyordu:
“Küçükkurtlar Afyonkarahisar’ın basın hayatında pek çok ilke imza atmışlardır. Kocatepe Gazetesi çizgisini bozmadığı, taraf tutmadığı, memleket meselesi olmadıkça kişilerle pek fazla uğraşmadığı, doğruya doğru dediği için güvenilir bir gazete olmuştur. Bizim tarafımız daima dev-let, millet, memleket olmuştur. Böyle olduğu için de bugünlere kadar gelebilmişizdir.”
Künyesinde de belirtildiği üzere, Kocatepe’nin, ilk sayısından bugüne kadar olan yazılı ve görsel arşivi Af-yonkarahisar’ın yakın tarihteki siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel ve sportif geçmişinin güvenilir bir tanığıdır.
Çeşitli akademik araştırmalar için zaman zaman bu arşivden fazlasıyla yararlanmışımdır.
***
Rahmetli İbrahim Küçükkurt, arşivin ve belgelemenin önemine inanır ve bunun gereğini de lâyıkıyla yerine getirirdi.
Allah vergisi mükemmel bir hafıza, hiç kesilmeyen bir araştırma ve sonuçlandırma azmiyle birleştiğinde ortaya İbrahim Küçükkurt tablosu çıkıyor.
Bundan birkaç ay önce Sayın Valimiz, Emniyet Müdürümüz ve İl Jandarma Komutanımızla birlikte aynı masada sohbet ederken, sol yanımda bulunan Rahmetli İbrahim Küçükkurt, Afyonkarahisar’ın elli, hatta yüz yıl önceki yakın tarihiyle ilgili öylesine ayrıntılı bilgiler verdi, o kadar net tarihler, yer ve kişi isimleri saydı ki, sağ yanımda bulunan Jandarma Komutanımızın hayretten ağzı açık kaldı, takdir dolu gözleri faltaşı gibi açıldı, “Bu yaşta bunları en ince ayrıntısına kadar hatırlıyor olmak, inanılır şey değil!” demekten kendini alamadı.
O, ileride ihtiyaç duyacağına inandığı hiçbir şeyi atmadı, sakladı, biriktirdi, belgeledi. Önce beynine kaydetti, sonra diğer kayıt ortamlarına aktardı.
Başarılı yayıncılığın temeli de zaten sağlam bir arşive, güçlü belgelere sahip olmak değil midir?
Hafızasındaki mükemmel kayıtların sesli ve yazılı ortama aktarılması amacıyla Afyon Kitap Kulübümüz hayırlı bir çalışma yürütüyordu. Onun anılarını kayda alıyordu, ancak bildiğim kadarıyla bu çalışma tam olarak sonuca ulaşamadan ecel onu bizden ayırdı.
İbrahim Küçükkurt, Afyonkarahisar için çok zengin bir hazineydi, başlı başına bir değerdi. Ne yazık ki biz bu değerden yeterince yararlanamadık. Aniden bize veda edeceğini düşünemedik. Pek çok şeyi erteledik ya da ihmal ettik.
Toplumda böylesi değerler zor yetişiyor. Daha hayatta iken bu insanlarımıza sahip çıkalım, sarılalım, deneyimlerinden, birikimlerinden yararlanmaya, onlardan aldıklarımızı genç kuşaklara aktarmaya çalışalım.
Yarın değil, bugün, şimdi!
Önce en yakınlarımızdan başlayıp büyüklerimizi konuşturalım, yaşayıp gördüklerini anlattıralım, söylediklerini yazılı, sesli, görüntülü kayda geçirelim. Böylelikle yerel ve ulusal kültürümüzü bizden sonrakilere kalıcı belgelerle aktarmış olalım.
Eğer bu görevi yapmıyorsak, yapamıyorsak, gençliğin yozlaştığından, kültürümüzü bilmediğinden, sevgi-saygı duygularını taşımadığından boş yere yakınıp durmayalım.
***
Kocatepe Gazetesi dışında onun basın alanındaki en önemli çalışmalarından birisi, Zafer Gazetesi’dir. Bence bu çalışma, yerel basın tarihimizde mutlaka incelenmesi ve bilimsel araştırma konusu yapılması gereken bir örnek olaydır.
Gazetenin çıkış öyküsünü Rahmetli’nin ağzından dinleyelim:
“1989’un yaz aylarında Rahmetli Ahmet Kocaşaban bir gazete çıkarma niyetinden bahsetti ve buna öncülük etmemi istedi. Çıkarılacak gazete son sistem bilgisayarlarda hazırlanan, ofset baskılı ve bol fotoğrafla desteklenen bir gazete olacaktı. Kardeşlerimle de görüştükten sonra İbrahim Yüksel, Fatih Gümüş, Recep Yaşayacak ve spordan sorumlu Salih Özkılınç ile birlikte gazeteyi çıkarmaya başladık. “Zafer” adını verdiğimiz bu gazete Ordu Bulvarı’nda Karayiğit Apartmanı’nın zemin katında yayın ha-yatına atıldı. Zafer Gazetesi’nde de yıllarca aynı çizgiyi yani “Zafer yazdıysa doğrudur” anlayışını devam ettirdik. Okuyucuya güven telkin ettik. Ve uzun bir süre böyle gitti. Zannederim 1995 yılıydı, gazetenin el değiştirmesi gündeme gelince ekip olarak görevimizi bıraktık. Gazete de çok uzun ömürlü olmadı biz ayrıldıktan sonra, çünkü belli bir yayın politikası kalmamıştı.”
O tarihte İstanbul’da bulunuyordum ve yaz tatili için kısa süreliğine Afyon’a gelmiştim. Yanlış hatırlamıyorsam, Haziran ayının ilk haftasıydı. Gazeteci dostlarıma bir selâm vermek için apartmanın giriş katına uğradım.
Yeni kiralanmış olan bu gazete idarehanesinde, İbrahim Küçükkurt Genel Yayın Yönetmeni, İbrahim Yüksel Yazı İşleri Müdürü, Fatih Gümüş İstihbarat Müdürü, Polat Yılmaz Haber Müdürü, Salih Özkılınç Spor Müdürü, Recep Yaşayacak da yazar olarak görev üstlenmişlerdi.
Binaya girdiğimde hummalı bir çalışmayla, hatta telâşlı bir koşuşturmayla karşılaştım. Nedenini öğrenince şaşırıp kaldım: Gazetenin yayına başlama tarihi 15 Haziran olarak duyurulmuş, afişler bastırılıp dağıtılmıştı, ama ortada makineden, bilgisayar sisteminden eser yoktu! Yani ilân edilen tarihte yayına başlamak imkânsızdı.
Gazete dizgisi için Ankara’dan birkaç tane elektronik daktilo göndermişlerdi, hepsi o kadar! Ceviz büyüklüğündeki kafa üzerine harflerin yerleştirildiği, modası geçmiş IBM daktilolar… Üstelik bunların kullanımını bilen kimse de yoktu.
Geçmişte İstanbul’da bizim de kullanmış olduğumuz, miadını doldurmuş bu cihazlarla bir gazetenin sayfa tasarımı yapmak bir yana, iki yana hizalı tek sütun yazı çıkartmak bile mümkün değildi.
İbrahim Küçükkurt’a durumu rapor edip bu işin imkânsızlığını anlattım. Olayın vahametini hemen anladı ve “Söyle, ne yapmak gerekiyorsa yapalım.” dedi.
Bu işin ancak profesyonel dizgi-mizanpaj sistemleriyle ve buna uygun bilgisayarlarla yapılabileceğini açıkladım, gerekli teknik bilgileri de yazılı olarak kendisine ilettim.
Hemen bir firmayla anlaşılıp siparişler verildi, kısa zamanda cihazlar geldi. Sayfa tasarımını yapmak için de Ankara’dan Ramazan Usta getirtildi. Sonunda, ilan edilen tarihte gazete yayın hayatına başladı.
Ancak sistem yeni kurulmuş olduğu ve çalışanların bu alanda yeterli deneyimi bulunmadığı için sık sık teknik sorunlar çıkıyor, çoğu zaman gazetenin yayınında aksamalar meydana geliyordu. Sonunda İbrahim Küçükkurt’un tepesi attı ve sistemi kuran firmayı kapı dışarı etti.
Ben Afyon’daki süremin dolduğunu ve artık İstanbul’a dönmem gerektiğini söylediğimde İbrahim Ağabey benden özel olarak ricada bulundu, işler rayına oturuncaya kadar bir süre daha gazetede kalmamı ve yardımcı olmamı istedi.
Sevdiğim, saydığım bir büyüğümün isteğini geri çeviremezdim, İstanbul’daki işlerimi askıya aldım ve o yaz boyunca Afyon’da kalıp personele masa üstü yayıncılık ve bilgisayar konusunda eğitim verdim.
***
Genel Yayın Yönetmenliği yaptığı dönem boyunca İbrahim Küçükkurt gazetenin her şeyiyle ilgilenir, yayın politikasına yön verme yanında, teknik ve idari konularda da titizlik gösterirdi.
Gözünü budaktan, sözünü dudaktan sakınmadığı için haklı olduğuna inandığı ve doğru bildiği hemen her konuda haber ve yorum yapmaktan çekinmez, resmi-özel kişi, kurum, kuruluş, kimsenin hatırına bakmaz, haber gerçekse onu mutlaka yayınlar ve haberin de arkasında dururdu.
Fikri takip sahibiydi, olayların ve gelişmelerin ardını güder, öncesi ve sonrasını analiz eder, haberde gerçeklik, yorumda dürüstlük ilkesini hep ön planda tutardı.
Teknik sorunlardan ya da muhabirlerin eksik bilgi toplamasından kaynaklanan yayıncılık kazaları veya hataları ortaya çıktığında da okuyucuya saygısından dolayı kesinlikle özür ya da düzeltme yazısı yayınlanmasını isterdi.
***
Eğitim alanındaki gelişmeleri yakından izler, özellikle üniversiteyle ilgili yayınlara büyük özen gösterirdi.
Zaten 1974 yılı başlarında ilimizde bir yüksekokul açılması fikrini ilk kez Kocatepe Gazetesi’nde ortaya atmış ve bu fikrin takipçisi olmuştu.
Afyon Kocatepe Üniversitesi’nin çekirdeği sayılan Maliye Muhasebe Yüksek Okulu’nun kurulması, onunla birlikte bu uğurda fedakârca çaba harcayan bir avuç insanın eseriydi.
Bugün 35 bine yakın öğrenciyi barındıran, 80 binin üzerinde mezun vermiş olan Afyon Kocatepe Üniversitesi’nin temelleri onun ısrarlı girişimleriyle atılmıştı.
38 yıllık geçmişine bakıldığında, üniversitemizin hemen her önemli adımında onun ayak izlerini bulmak mümkündür.
Yıllar içerisinde tek tek biriktirdiği, koca bir salon dolusu kitaplarını üniversiteye bağışlaması, uluslararası standartlarda hazırlanan iki ciltlik dev eser Afyonkarahisar Kütüğü’nün yayınlanmasına önayak olması ve daha nice anlamlı çalışma, hep Afyon’un parlak geleceğinin ışığı olarak gördüğü Afyon Kocatepe Üniversitesi’ni onun nasıl değerlendirdiğinin göstergesidir.
Eğitime somut katkı amacıyla 8 bin dönümlük arsasını, okul yapımı için Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağışlamasından ise hemen hiç söz etmemiştir.
***
O, eğitime gösterdiği ilginin belki çok daha fazlasını yerel kültüre göstermişti. Afyon Kitap Kulübü gibi, örneğine ancak büyük şehirlerde rastladığımız bir düşünce platformunun ve aydınlar meclisinin yıllar boyunca baş müdavimi olmuş, bu kulübün aylık toplantılarına sürekli katılmaya çalışmıştı.
Ayrıca Afyonkarahisar Yerel Tarih Araştırmaları Merkezi AYTAM’ın toplantı ve etkinliklerinde de hem dinleyici hem de konuşmacı olarak hazır bulunmuş, bu platformda yerel kültür ve tarihle ilgili anılarından berrak kesitler sunmuştu.
Hiç unutmam, Afyon Kitap Kulübü’nde yaptığım “Evren ve Miraç Mucizesi” konulu bir sunumu diğer katılımcılarla birlikte dikkatle izliyordu. Konuşmamın sonlarına doğru bir an kendisiyle göz göze geldik,
-Hz. Peygamber’e (a.s.) sevgi ve saygısından olsa gerek
– o şahin bakışlı gözlerinden munis yaşlar süzülüyordu.
***
O şimdi bizden uzakta, ama eski gazeteci dostlarıyla birlikte… Başta kaderdaşı, kalemdaşı, karındaşı Şükrü Küçükkurt olmak üzere, daha önce cenaze namazlarını kıldığı rahmetli gazeteciler, Recep Yaşayacak, Fatih Gümüş ve diğerleriyle… Bir namazlık saltanatın ardından, inşaallah sonsuz bir saltanatı yaşamak üzere…
Evet, şairin dediği gibi:
Neylersin, ölüm herkesin başında.
Uyudun, uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali, o musallâ taşında.
İmaret Camii’ndeki o tahtın üzerine konulduğunda, bütün Afyon onu kaybetmiş olmanın şokunu, acısını, hüznünü yaşı-yordu.
Her ne kadar Bâkî kendi şahsı için;
Kadrini seng-i musallâda bilip ey Bâkî
Durup el bağlayalar karşına yârân sâf sâf
demiş olsa da Afyon halkı İbrahim Küçükkurt’un kadrini, o musallâ taşına konmadan önce de biliyordu.
***
Güle güle üstadım!
Mizan terazine konacak çok fazla şeyi yanında götürüyorsun.
Bilmiyorum, varsa taksiratın mağfur, kabrin nûr, mekânın cennet olsun!
İ.Hakkı Nakilcioğlu
2 Ocak 2012
Kocatepe Gazetesi

Neyin kaldı Afyon?

Şehirleri güzel yapan nedir? Deniz kıyısında olması mıdır bir şehri yaşanır yapan? Kaldırımların düzgünlüğü yada sorunsuz trafik midir yoksa o şehri yaşanır kılan? Evlerin lüks oluşu, alış veriş merkezleri midir yoksa, “güzel şehir” ifadesinin sebebi? Sizleri bilmem ama benim için hiç biri değilmiş. Bir yeri yaşanır yapan da güzelliğini veren de içindeki insanlarmış.
Henüz 20’li yaşların başındaydım “Afyonkarahisar” adında bir maceraya başladığımda. O zamana kadar sadece “dinlenme tesisleri” sanılan yerin aslında bir kent olduğunu öğrendiğimde; hiç bilmediğim bir kültürde, hiç tanımadığım insanların arasında yeni bir yaşama başlamıştım. Yepyeni akrabalar edindiğim bu şehir ikinci memleketim oldu önce. Abim Sezer’le başladı yeni ve kan bağı olanlar kadar bağlı olduğum akrabalarımla tanışmam. Zamanla kardeşlerim, dayım, eniştem ve iki amcam oldu. Ne kadar lanet bir yılmış ki bu 2011 iki amcamı birden aldı. Gazeteciden öte amcamdı, yol göstericimdi Şükrü ve İbrahim Küçükkurt. Ne zormuş oysa rehbersiz, karanlıkta ve hatta yalnız kalmak.
Hiç merak ettiniz mi Afyon’u neden sevemez öğrenciler? Kolay değildir Afyon’da ev bulmak, ev sahibi ikna etmek, insanlara güvenmek. Oysa insanlar size güvendiğinde, sizi kendilerinden biri gibi gördüğü zaman en yaşanır şehridir belki Türkiye’nin. İşte benim için Afyon’da insanların bana güvenmesi de, kolayca ve hiç sıkıntı çekmeden 7 yıl yaşamam da iki amcam ve abim sayesinde olmuştur. Yine gazetecilik yapsam da başka bir kurumda olsaydım yada sadece ajans muhabirliği yapsaydım; Afyon yine bu kadar rahat, bu kadar güzel olur muydu acaba? İkinci memleketim diye bilir miydim yine? Hiç sanmıyorum.
“Her ölüm erkendir”. Bu cümleyi her gün daha fazla düşünmeye, her an doğruluğuna daha fazla inanmaya başladım. Hiç cenazeye katılmamış, hiç bir yakınımı kaybetmemiştim. Önce bir yaz dedemi kaybettim. Emeklilik planlarımın esin kaynağı, bir çok eğlencemin temeli, dedemin ölümüyle üzüntüyü, yıkılmanın ve acının bedenin her zerresinde hissedilmesi öğrendim. Sonra Afyon’da başladığım yeni haya-tımda, dedem gibi gördüğüm Şükrü Amcam’ı kaybettik. Gazetecilik ortamının bulunduğundan farklıydı bizim durumumuz. Birlikte büro beklemek, ortak Sezer’e inat durmak hatta sanayide o yaş grubunun insanlarıyla sohbet etmekti. Orta yaşın üstündeki insanlar kulübüne kabul edilmek, görmüş geçirmişlerden biri olmaktı o hoş sohbetlerde yer almak. 2011 Uğursuzluğunu gösterdi sonra, aldı Şükrü Amcam’ı. Hani sen bizi merak etme diye bir yazı yazmıştım gidişinin ardından. İşlerin başında olduğunu, giderken bile bana öğrettiklerini anlatırken, “Amcamız başımızda, sen bizi merak etme” demiştim.
Yaz aylarında bir karar arifesinde, her zaman olduğu gibi fikir veren pek çok kişinin söylediklerini kulak ardı edip, kendi bildiğimi okuma kararı almıştım. Tam başvuru süresi bitecekken, İbrahim Amcamın tavsiyesiyle 6 aydan kısa sürecek vatani görev için Afyonkarahisar’dan, ikinci vatanımdan hatta evim gördüğüm; o soğuk ama sıcak insanların yaşadığı Anadolu şehrinden kısa süreliğine ayrıldım. Ne zordur askerken bir yakınızı kaybetmek bilir misiniz? En acı haberi, içinden çıkmanızın imkansız olduğu kalabalık bir ortamda almak. 2011 İkinci kez üzmüştü. Annemin ananesini kaybettik. Balkan savaşlarının sonunda doğmuş bir Pomak güzeliydi. Çok acı, zorluk ve sevgi görmüştü. Oysa ki daha Pomakça’yı öğrenecektim kendisinden. Gözyaşlarımla o ilk geceyi geçirirken, bir yarım eksik kalmıştı.
Vatani görev de bitti gibi olmuşken, ilk iş Afyonkarahisar’a yol aldım. Ne kadar heyecanlıydım o yolda. Çevre yolundan Karahisar Kalesi’ni görürken daha mutlulukla, yaşam sevinciyle dolmuştum. Tüm dostları, arkadaşları, akrabaları hatta sevmediklerimi bile görmüştüm. İbrahim Amcam’a askerlik sonrası planlarımı anlatmıştım. Destek vermiş, tavsiyelerde bulunmuştu. Hatta yaptıklarıma biraz gülüyordu. Bi-rimiz bürodan ayrılırken; “buralarda mısın?” diye sorduğunda “Antalya’ya ailemin yanına gidip geleceğim ama buralardayım” demiştim. Nereden bilirdim ki, hayatın bu kadar kısa, ölümün hepimize bu kadar yakın olduğunu. Şimdi bir yanım daha eksik. Küçük bir sahil kasabasından, bir okyanusu ne kadar tanıyabilirim. Oysa dinleyeceğim koca bir hayat, öğreneceğim eski ve bambaşka bir Afyon vardı daha. Ben küçük sahilde bir kaç kürek yol almışken, geldi ölüm.
İstanbul yolunda, gecikmeler nedeniyle mahsur kaldığım bir hava limanında aldım haberi. Hani sözlerin bittiği, kelimelerin boğazınıza düğümlendiği anlar olur ya, o an İbrahim Amcam’ın ölüm haberi anıydı. Sadece ben değil, çevredeki her şey siyah-beyaz olmuştu. Yılbaşı yoğunluğu nedeniyle otobüslerde yaşadığı doluluk, herkesin acısını paylaştığı an orada olamamak ne kötüydü. Oysa belki en iyi-siydi, benim gibi sevdiklerini kaybetmeye dayanıksız birinin, acısını dimdik yaşayan insanlara yük olmaması. Ama şimdi kabullenemiyorum ne koca ananemin ne de İbrahim Amcam’ın ölümünü. Sanki gidip, onları bıraktığım yerde bulacak gibiyim.
Hiç telefonla konuşmaya korktuğunuz oldu mu? Kabullene-mediğimden midir bilmem Afyon’dan herhangi birini bile aramaya kor-kuyorum? Düşünüyorum da “neyin kaldı be Afyonkarahisar?”. Yollarında Türkiye’nin en iyi asfaltı olsa, trafiğin bir daha hiç sıkışmasa yine eskisi gibi güzel görünecek misin gözüme? Seni güzel yapan insanlar bir bir giderken, sana gelirken aynı heyecanı duyabilecek miyim? Ayaklarım geri geri giderken şimdi Kocatepe’ye nasıl gideceğim? Sen gelene kadar, senin masana oturmak; sen varken güzeldi İbrahim Amca. Sen yokken o masa en az bizim kadar sessiz, yalnız şimdi.
Gerçi ölüm sadece bu dünyadan ayrıldığı söylenir. Peki ölenler ne-reye gider? Bence ölen biri; bin olur, on bin olur da; onu sevenlerin kalbine taşınır. Hatırladıkça körüklenecek bir kor halinde taşınır kalplere, yüreğin en derin gizli dehlizlerine. Günlük hayatta unutulsa da sık sık kaybolursunuz o dehlizlerde. Her kayboluş, acıyı ve özlem ateşini yeniden alevler.
Bir zamanlar Tayfun Talipoğlu, “sevdiklerinize, onları sevdiğinizi bugün söyleyin. Yarın çok geç olabilir demişti.” İbrahim Amca’mla son konuştuklarım, destek verdiği planlarımı düşünüyorum o elim haberden beri. Bir söz benim, gerçekleştirmek için elimden geleni yapacağım. Ama bir şey daha öğrendim. Hayatı ne zaman, ne olacağını unutmadan yaşamamak. Artık içimde bir şeylerin yarım kalmaması için, önemli bir ders aldım. Hayalleriniz varsa, görmek istediğiniz yerler yada bir sevdiğinizle konuşmak, bir şeyler anlatmak; hiç olmasa sadece onu sevdiğinizi söylemek; bugün harekete geçin. Yarın çok geç olabiliyor.

Onur BAYRAMOĞLU
3 Ocak 2012 / Kocatepe Gazetesi

RAHMET DİLEĞİ
Rüyamda merhum Şükrü’ yü gördüm,
Çok neşeliydi, sevinçli buldum,
Oynadı zıpladı, şaşırdım kaldım,
Öğle sonu, acı haberi aldım,
Malûm olmuştu, Şükrü’nün ruhuna,
İbrahim varmıştı, kardeşinin yanına,
İlâhi İbrahim, derdin ki bana,
“Unutma şapkanı tak şu başına
İçine yün giy, palto al koluna,
Güvenme, Afyon’un yazı kışına
Nasılsa öleceğiz, ölmesine
Ayaktan gidelim, yürürcesine”
Kaşını kaldırdın, gülerek gittin,
İçimizi burktun, sen oyun ettin,
Bilirim üzülmemi istemezsin,
Senin hakkında, kim ne derse desin,
Bizce “KOCATÜRK’ tün yine öylesin,
Dilerim Allah’tan, sana af mağfiret,
Küçükkurt, ailesine sağlık selâmet,
Bir ömür sürdü, seninle arkadaşlığım,
Sohbete devam için, cennette buluşalım.
A. Galip LEBLEBİCİOĞLU
2 Ocak 2012
Kocatepe Gazetesi

Hatırehli

Her ölüm, bir sayfanın okunmaya devam edi-lişini, ancak yazılma safhasının bitişini temsil eder benim için. Hele hayır-hasenatı bol bir kişiyse vadesi yeten, o sayfa hiç kapanmaz. Okunur, okunur, okunur.
Ölümde dua ve elem içiçe geçer. Dua, müteveffanın ahiret huzuru için bir yakarış hâline gelir. Elem ise “Ölüm, Allah’ın emri, ayrılık olmasa” kabilinden…
***
En üzücü yanı ise yitirişin, yitirilen kimsenin elini bir daha öpememe, onunla bir daha sohbet edememe, bilgilerinden istifade edememe, danışamama hâli. Ki bu hâller, kara haberin alındığı saat, gün, hafta içinde değil de “acının soğuduğu” farz edilen, bir anlık zaman dilimlerinde aklına düşüverir insanın. Asıl acı budur belki. Bir bayramda, bir tartışma anında, bir karar öncesinde başvurabileceklerinin sayısı azılmıştır kişinin. “Şimdi yaşasaydı da sorsaydım” diye hayıflandığımız vakitler, kimi zaman başucumuzda, kimi zaman telefonumuzda, kimi zamansa dereden-tepeden bir dost sohbetinde çıkıverir karşımıza.
***
Ve pişmanlık kaplar içinizi: “Keşke daha çok danışıp, daha çok güzel söz söyleseydim”…
***
Bir haberden dönüşte gazete kapısından girdim. Sessizlik hâkimdi. “İbrahim Amca’yı kaybettik” cümlesini işittim. Halbuki habere giderken İbrahim Amca’nın hastaneye kaldırıldığını biliyordum. Ama o tanıdık “Bize bir şey olmaz” fikri yine başıma üşüşmüş, “Bunu da atlatır. Bir haftaya kalmaz, gazeteye gelir” demiş ve kendimi avutmuştum. Babamın vefatında da telsizi dinleyen Sezer Abi’nin “Sizin apartmana ambulans istediler” cümlesinin bendeki tesiri “Bize bir şey olmaz” şeklindeydi.
Fakat yine “bize bir şey oldu”. Cüneyt Bursalıoğlu’nun kurduğu “İbrahim Amca’yı kaybettik” cümlesinin şaka olmasını istedim. Bekledim. Ama hassas konularda şaka yapılmayacağının da bilincindeydim. Boş boş bakmış olacağım ki Bursalıoğlu tekrarladı:
“Gerçekten söylüyorum, İbrahim Amca’yı kaybettik.”
Şimdi ne desek boş…
***
Kocatepe Gazetesi’nin kurucularından merhum Şükrü Küçükkurt’un hayatının son döneminde gazetede işe başlamıştım. Şükrü Amca’nın sözünü sakınmadığını, baş eğmediğini, bildiği yolda yürüdüğünü anlatmıştı kıdemli ağabeylerim. Gazetede işe başladıktan 11 ay sonra Şükrü Amca’yı kaybettik. Şükrü Amca’yı kaybettikten 11 ay sonra da İbrahim Amca aramızdan ayrıldı.
***
İbrahim Amca da Şükrü Amca gibiydi. Bildiği yol ne ise şaşmayan, bize de doğru bildiğimiz yolda yürümemizi öğütleyen bir büyüğümüzdü.
Yakınlarının cenaze ilanlarında kullandığı “hatırehli” kelimesi, aslında kardeşi ve kendisini tanımlıyordu. Hatırehli olmak zor zanaatti ve İbrahim ve Şükrü Küçükkurt, bu zanaatin üstesinden gelmişlerdi. Kim “İmdat” istese yanında olmuşlar, yapılacak, ellerinden gelen her şeyi yapmışlar. Bilinen hayırları olmuş, ama bilinmeyen, saklı kalmasını istedikleri hayırları da… Kimseye “eyvallah”ları olmamış.
Sadece son yolculuklarında “lisan-ı hâl” ile “eyvallah” demişler…
***
Hayatları azim ve çalışkanlık dolu iki örnek insanı tanıdığım için kendimi şanslı addediyorum.
Murat ARISOY

2 Ocak 2012 / Kocatepe Gazetesi

İbrahim Amcam

Kocatepe Gazetesi’nin kurucularındandı. Daha geçen Şubat kaybetmiştik kardeşini, Şükrü Amcamızı. Vefat haberinden sonra bizler üzülürken onun başı hep dikti. Ve bize; “Dua etmekten başka elimizden bir şey gelmez çocuklar. Ancak dua edeceğiz” diyordu. Diyordu ancak içinden fırtınalar kopuyormuş. Bir hafta sonra Şükrü Amca için verilen yemekten sonra kendini bırakması, ağlaması beni öyle çok duygulandırmıştı ki. O salonda sevenlerinin telkinleriyle ayakta duruken ben karşı köşedeki bir koltukta ona bakarak ağlıyordum. Şükrü Amcamız rahatsızlığından sonra gazete-ye bizi ziyaretine geldiğinde bile “Patron hoşgeldin” diyerek kardeşinin yüzünü güldürmeye çalışıyordu. Yüzü gülüyordu. Bizim de yüzümüzün gülmesini istiyordu. 10 ay geçti aradan ve bir kara haber daha…
Bu kez onun kara haberi…
Geçen Cuma günü Sandıklı İlçe Stadı’nda Sandıklı Belediyespor’un Gebzespor’la ligde ilk devrenin kapanış maçı vardı. Sabah okula gidip 12.00’ye kadar sürecek ders-ten hemen sonra Sandıklı’ya geçip Sandıklı Belediyespor’un maçına yetişme planındaydım. Çok şükür hocamız da biraz erken bıraktı ve ben de 12.00 arabasına rahatça yetiştim. Sandıklı Belediyespor’un maçına 10-15 dakika kala stada giriş yaptım. Maçın ilk devresi Sandıklı Belediyespor’un 1-0’lık üstünlüğüyle sona erdi. İkinci devrede de Sandıklı Belediyespor 2 gol daha buldu.
Maç bu şekilde devam ederken telefonum çaldı. Ben Afyonkarahisar’dan arkadaşların maçın sonucunu merak ettiklerini düşünerek telefonu cebimden çıkardım. Arayan gazetemizin muhabirlerinden Murat Arısoy’du. Telefonu açtığımda konuşan Murat değil editörümüz Burak Aydın’dı. Telefonda donuk bir sesle:
-Hüseyin nerdesin?
-Sandıklı’dayım ağabey. Hayırdır.
-Kaçta geleceksin?
-Bilmiyorum ağabey. Maç biter bitmez arabaya binmeye çalışacağım.
-Tamam. Bak şimdi…
-Ağabey söyle…
-İbrahim Amca vefat etti. Haberin olsun.
-… Ne diyorsun ağabey saçmalama.
-Oğlum ne saçmalaması…
Murat Arısoy alır telefonu
-Hüseyin biz de çok üzgünüz İbrahim Amcayı kaybettik.
…….
Telefon kapanır.
İnanamadım. Sezer ağabeyi aradım.
-Ağabey İbrahim Amca nerede?
-İbrahim Amcanı kaybettik Hüseyin…
Olamazdı.. Daha bir gün önce sevenlerine hediye almak için biriktirdiği kuponlar hakkında konuşmuştuk ve ben her zaman Yaysat’a gidip kuponları imzalatırken yalnızca bu günlüğüne bu görevi Şükrü Cüneyt Bursalıoğlu’na dev-retmiştim. Onu konuşmuştuk en son.
-Amca kusura bakmayın ben gidemedim. Cüneyt Ağabeye söylemiştim.
-Sağol oğlum sağol. Aldım ben kuponları. Sen derslerinle ilgilen önemli olan o. Zaten yük oluyoruz.
-Yük falan olmuyorsunuz Amcam. Her zaman başımla beraber.
-Sağol oğlum.
-Amca çay ister misiniz?
-Yok oğlum. İçtim
-Peki amca ben yukarıya çıkıyorum.
T-amam oğlum bak sen işine.
Son konuşmamız buydu. Bir gün sonra da ölüm haberini aldım. Sezer Ağabey’in de ölüm haberini vermesinden sonra başım döndü. Ellerimin titrediğini hissettim.
Üzülmek bu olsa gerekti. İbrahim Amcamın benim için bambaşka bir yeri vardı. Gerek gazetede bulunduğum zamanlarda gerekse askerde olduğum dönemde de hep desteğini gördüm. Belki bu nedendendir. Hep içimden gele gele ‘Amca’ dedim. İnsanın kendi ailesinden bile bu destekleri görmeyip, patronundan bu sıcaklığı görmesi pek fazla mümkün olmayan bir şeydi. Okulu kazandığımda bile ilk olarak onunla paylaştım.
-Kutlarım oğlum, senin kazanacağına inanıyordum. Zeki çocuksun sen. Şimdi yabancı dil öğreneceksin kurs paran da benden. Okulunu takılmadan bitir. Kutlarım, çok sevindim.
Neler düşündüm neler. O dimdik yürüyen, İbrahim Amcamız yoktu artık. Şükrü Amcamız gitmişti, ama İbrahim Amcamız var diyorduk. Güç alıyorduk, onun koltuğunda bulunmasından. Büyüğümüzdü. Her sözü güzel her sözü, özdü.
O an askerde İbrahim Amca hakkında düşündüğüm şeyler aklıma geldi.
Askerdeyken; “İleride eğer bir kız istemeye gideceksem de İbrahim Amcama danışırım. Kimsem olmasa da ona derim. O bana babalık yaptı. Bu göreve de o layıktır” diye düşünmüştüm. Ama olmadı. Nasip değilmiş. Keşke o yaşasaydı da istemeye gelmeseydi diye düşündün o an.
İbrahim Amcamız yok artık. Koltuğu bomboş kaldı…
Amcam özleyeceğiz seni. Hem de çok…

R. Hüseyin Biçer
2 Ocak 2012
Kocatepe Gazetesi

İbrahim Hakk’a Yürüdü

Dini, tasavvufi terimlerden olan Hakk sözcüğü, kavramı sözlükte; “Gerçek, sabit ve doğru olmak. Gerekmek, bir şeyi gerçekleştirmek; bir şeye yakinen muttali olmak; Gerçek doğru. Varlığı kesin olan şey; çoğulu hukuk.”http://m.kocatepegazetesi.com/”İnsanın gücü ölçüsünde (varlığın gerçeklerini) bilmesi; hakk’ı bulma, hakk’a uygun davranma” anlamındadır.
Anlaşılmayacak bir ifade yok. Bu kavramı kullananların bu anlamları bilmesi ve devamında: Varlığın gerçeklerini bilmesi, bulması, yaşamıyla gerçekleştirmesi; bu ilahi bilgilerle amel ederek (yaşayarak) görevini tamamlaması gerekmektedir. Sorun buradadır.
Bilmek, sorumluluk artırır. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” denilince bunu anlamak gerekir. İblis kimin yanına yaklaşamayacak? “İçlerinden riyaya sapmamış, samimi kulların müstesna” olanlar.
Nimetlerin, hikmetlerin kaynağı; samimiyet.
İbrahim’in durumu ne? Yakınında olan, sürekli ilişkide bulunan, çalışmalarında, söyleşilerinde bulunanlar nasıl bilirler yaşamında samimiyetini. Övünmesi, övülmesini hoş görmesi var mıydı? Kişilere yardım gerektiğinde geri durduğu olmuş mudur? Yapabildiği yardımlardan selâm beklemiş midir? Herhangi bir durum ve ortamda isteklerde bulunmuş mudur kendisine? Kamusal görev anlayışı nedir, nasıldır?
Yarım yüzyılı aşan birlikteliğimizin ardından gördüğüm; Sözcüğün anlamlarına uygun bir yaşam ve görevin tamamında, anlamlara uygun sona varma… Geldim… İnsanların samimi ilgileri, sevgileri ile coşkun ama çok sakin, çok rahmet dolu bir sema altında kararlı ve duygulu bir yürüyüş…
İbrahim, kişisel tavır ve davranışları üzerinde zaman zaman değerlendirmelerde bulunurdum kendi dünyamda. Her hayırlı, iyiliği gerektiren iş ve olayda vardır. Hakk’ın bir armağanı olan belleği, Afyon için, insanlarımız için iyilik pınarıdır. Bal yapmayı bilenler tanır ve halka hizmete çağırırdı. Bunların en göze batanı, en iyi bilenini, (Afyon Kocatepe Üniversitesi) kurulmasındaki planlaması ve ortama uygun çalışması sonucu ortaya çıkan yararları ölçülemeyecek çapta bir olanak…. Herkese.
Kentin; her yönde geliştiği, geliştikçe, hızını artıran, yeni olanaklara ulaşan yeni doğasında AKÜ’nün erişilmez katkısı… Hepi-mizin, herkesin gönülden hoşnutluğu…
İşte Hakk’a yürüyüş…
Hakk’ı tanımak, emirlerini bilmek samimiyetini yaşamı ile tanıklamak…

Hüseyin Şenşaştımoğlu3 Ocak 2012 Kocatepe Gazetesi

ÇINAR ALTINDAN

Bir Kıymetli Büyüğümüz Ardından (Afyonun hakiki anlamda muhtarı idi)
Kocatepe Gazetesi Sahibi, yazı işleri müdürü mahalli basınımızın duayenlerinden kıymetli büyüğümüz İbrahim Küçükkurt’u kaybettik.
Eskişehir iktisadi ticari ilimler akademisinde görev yaparken aynı zamanda Kocatepe gazetesini de çıkaran İbrahim ağabey, Eskişehir de meydana gelen sel felaketi yüzünden gazetesini Afyon’a taşıdı.42yıldır Afyon basınında fırtınalar estirdi.
Şahsi gözlemlerime göre halkının avukatı olan ağabeyimiz her devirde haksızlık ve usulsüzlüğe karşı mücadele etti.
Afyon Kocatepe üniversitesinin temelini teşkil eden mali bilimler fakültesinin kurulmasına öncülük eden İbrahim ağabey her hükümet devrinde üniversitenin kurulup gelişmesinde öncülük etti.En son tıp fakültesinin kurulmasında gerek eski Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer, gerekse sağlık bakanı İbrahim Özsoy’la defalarca temas ederek tıp fakültesinin kurulmasına katkıda bulundu.On ay kadar kardeşi, Kocatepe gazetesi sahiplerinden Şükrü arkadaşımızı kaybeden İbrahim ağabey çok üzgündü.Gazeteciliği bırakmamakla birlikte ağırlığı yeğeni Sezer Küçük-kurta bırakmıştı. Zaman zaman fikir teatisinde bulunduğum İbrahim ağabey kanser hastalığının yayılmasına sebep olan ve şehrimizin her tarafında binlerce kira ödeyerek kiralanan apartmanlardaki baz istasyonlarının şehrin dışına çıkılmasına gayretlerime destek vermişti. Kendisinin daha evvel Kocatepe gazetesindeki bazı yazılarımı sert bulmasına rağmen haklı davalarımda yol gösterici olmuştur. En son ki yazılarından birisi ise bir büyük kuruluşumuzun ailesinin hakikatin dışına çıkıp efsane uydurulmasına karşı çıkmıştı müessenin büyümesini hakikate uygun anlatmıştı.
Aziz hatırasını saygıyla anıyor, kendisine yüce mevladan rahmet dilerken sayın eşine, kardeşlerine, yeğenlerine,bütün yakınlarına baş sağlığı diliyoruz.
Allah rahmet eylesin!

Vural Çetinel
Denge Gazetesi
03 Ocak 2012

Güle, güle 2011
hoş geldin 2012

Devreden ilah-i nizam içinde, yıllık takvim yapraklarını kopartarak tükettiğimiz bir yılla, su gibi akıb giden zamanla, 2011 geride bırakarak 2012 yılına milletçe mutluluk içinde girdik.
Öncelikle 50 yılı aşkın bir süre arkadaşlığımız, dostluğumuz, kardeşliğimiz olan, Kocatepe Gazetesi kurucusu H. İbrahim Küçükkurt’u, 2011 yılının son gününde kaybetmenin derin acısını yaşıyarak geçirdiğimizi üzüntüyle belirtmek istiyoruz.
Merhuma Cenab-ı Allah’tan rahmet, Kocatepe çalışanlarına, Küçükkurt ailesine tekrar başsağlığı diliyoruz. Yerel basın H. İbrahim Küçükkurt’u unutmayacaktır.

Hakkı Özsoy
Türkeli Gazetesi
2 Ocak 2012

Adam gibi

Birkaç gün önce Hakkın Rahmetine kavuşan sayın büyüğümüz, abimiz İbrahim KÜÇÜKKURT’a Allah’tan rahmet diler, şiiri kendisine atfederim. Saygılarımla.
ADAM GİBİ YAŞA
ADAM GİBİ ÖL
Adam olmak erdemidir insanın
Adam gibi yaşa, adam gibi öl.
İnsanlığa ışık tutsun yaşamın
Adam gibi yaşa, adam gibi öl.
***
Onurunla yaşa varsa mayanda
Kötülere olma sakın payanda
Yaptıkların iz bıraksın duy anda
Adam gibi yaşa, adam gibi öl.
***
Haklı ile haksızları bir tutma
Çıkar için insanları uyutma
Kötülükten fayda gelmez unutma
Adam gibi yaşa, adam gibi öl.
***
İnsanları hor görerek ayırma
Yaşamında kimseleri kayırma
Kursağını haram ile doyurma
Adam gibi yaşa, adam gibi öl.
***
Sevgi olsun donanımın kuşamın
Bilgi ile aydınlansın akşamın
Kimliğinin aynasıdır yaşamın
Adam gibi yaşa, adam gibi öl.
***
Her eylemin ilaç olsun bir derde
Adın sanın saygı görsün her yerde
Aman verme şerefsize namerde
Adam gibi yaşa, adam gibi öl.
Şiir Fikret Yılmaz Çavdar’a aittir.
Sevgili abimiz İbrahim Küçükkurt’ta adam gibi yaşayıp, adam gibi ölenlerdendir. Afyonkarahisarımıza Kocatepe Üniversitesini kazandıran şahsiyettir. Kendisini minnetle anarken tekrar Allah’tan rahmet dilerim.

F. Turgut
DENÝZLÝOÐLU
Emekli Banka Müdürü
4 Ocak 2012
Kocatepe Gazetesi

İBRAHİM KÜÇÜKKURT

Daha birkaç gün önce gördüğüm, ayaküstü sohbet ettiğim; değerli büyüğüm İbrahim Küçükkurt’un vefatı sanki beni yaşamdan ayırdı !.. Konuşulanı duymaz, baktığını görmez ve hiç bir şeyi algılayamaz oluyor insan!” Daha zamanı mıydı” diye içinden mırıldanıyorsun , takdir Allahtan olunca kabulleniveriyorsun “Ayrılmayı”.
Anılar gözümün önünde canlanıveriyor: yıl 1969, lise son sınıfta öğrenciyim. Sınıfımıza dışarıdan bir öğrenci geliyor. Boylu poslu, kendisini hemen fark ettiren, güzel de konuşan bir öğrenci. Edebiyat öğretmenimiz Hüseyin Ulutürk. Kompozisyon dersinden çoğumuz başarısız. Hacı beş aldın mı, senden mutlusu yok !.. Kompozisyon dersinden yazılı oluyoruz, sınıfın yarısı ofluyor, pufluyor… Sonuçlar okunuyor: 3-4-5-7 notlarını alıyoruz. Öğretmenimiz, Ali İhsan Küçükkurt :10 dediğinde hepimizin ağzı açık vaziyette, gözle-rimiz fal taşı gibi açılmış, şaşkın vaziyetteyiz!.. Öğretmenimiz tebrik etti arkadaşımızı. İsmi Zeki olan bir arkadaşımız:” o’nun abisi gazeteci” demişti. Bizde abisi gazeteci olan birisinin kompozisyon dersinden en üst notu alabileceğini o yılarda öğrenmiştik. Ali İhsan Küçükkurt’la arkadaşlığımız o yılların saflığında, samimiyetinde hala devam eder yıllardır. O’nun İbrahim Abisi bizim de abimiz olmuştu artık . Hiç unutamadığım yardımı Ticaret Lisesi’ndeki 3 öğrencime yapmıştı. Kendisi Bozcalar Şirketinin danışmanı idi. Sakatlar Haftasında ortopedik ayakkabılar yaptırmıştı öğrencilerime. Yaptığı yardımların duyulmasını istemezdi hiç bir zaman.
Afyon’un gündemini “ ZAFER GAZETESİ’nin” belirlediği günler. Hepsi birer dev olan gazeteciler: İbrahim Küçükkurt, Recep Yaşyacak, İbrahim Yüksel, Fatih Gümüş. Araştıran, haber kovalayan, doğru neyse bulup çıkaran, yönetenlere yardımcı olan insanlar. Bende haftada bir gün köşe yazısı yazarak beraber olma şansını yakaladım. Her birinden çok şey öğrendim…1995 yılında veda ettiler ZAFER GAZETESİNE. Onlarla bende ayrıldım. Yazılarıma KOCATEPE GAZETESİ’nde devam ettim 1999 yılına kadar.
Kitap Kulübü’nde geçen “şahane zaman”lar. Bilginin paylaşıldığı, yeni şeylerin sindirildiği, hatalara rağmen insanların dost kalabilmeyi başardığı saygılı zaman dilimleri. Üniversiteden de değerli öğretim görevlileri katılırdı toplantılarımıza. Biz onlardan, onlar ve bizler de İbrahim Abi’m izden çok şey öğrenirdik. “Hacı Kadir şöyle mi diyorsun” sözleri şimdi bile kulaklarımı çınlatıyor…
Özgeçmişine şöyle bir göz atıverelim isteseniz: 6 Eylül 1934 yaşama merhaba der. İlk öğretim ve orta okulu Afyon’da okur. Ticaret Lise’si Eskişehir. Üniversite İstanbul. Üniversite öğrencisi iken yurt müdürlüğü. 6-7 Eylül 1955 olaylarının canlı tanığı. Anadolu Üniversitesine öğretim görevlisi olarak başlama, 25 Mayısta Adnan Menderes’in Eskişehir Mitingindeki kalabalıkların coşkusu… Aynı topluluğun 27 Mayıs sessizliği ve suskunluğu. Toplulukların çok kısa sürede davranış değişiklikleri! Ve hayat tecrübesi… 30 Ağustos 1965 Kocatepe Gazetesi’nin yayın hayatına başlaması.1972 de 10 bin tirajını yakalama. Maliye yüksek okulunun açılışı, ardından Kocatepe Üniversitesi’nin açılışı. Daha bir çok hizmetin Afyon’a kazandırılışı. En büyük başarısı Kocatepe Gazetesi’nin uzun soluklu başarısı.
Muzaffer Uyar arkadaşımız O’n unla sohbet edip geçmişteki Afyon’un sosyal yapısını irdelettirerek CD ortamına aktarmaya başlamıştı. Ne yazık tamamlayamadı. Afyon’un eşrafını, esnafını, sülalesini ve insanlarını O’nun kadar detaylı yarınlara bırakabilecek birinin olduğunu zannetmiyorum. İnsanlar ölmeden önce beynindeki bilgileri bir yerlere aktarabilse ne şahane olurdu. Şehir Kütüphanelerin kurulması bunun için çok önemli. Belediye Başkanları bu hizmeti yapabilirlerse o şehir ne kadar zengin olur.
Merhum büyüğümün Neriman Ablamızdan başka bir sevgilisi daha vardı ! Hiç kimse vazgeçiremedi o’ndan. Doktordan bile izin almış , günde en fazla üç kez beraber olmalarına. Kimse Veli Bey ne yaptın demeyin. Eşinden başkasına meyli olmayacağını dünya alem bilir. Ama, Sigaraya karşı zaafını da kimse inkar edemez. Sigarayı bırakabilseydi, sağlığı bozulmazdı diye düşünüyorum. Yaşam jübilesini yine herkesten farklı yaptı. Her yeni yılda, yeni umutlarımızla birlikte bizlerle olacak…
Afyon hafızasını kaybetti!.. herkesin başı sağ olsun. Kabri cennet olsun İbrahim Abi’mizin.
Veli Cengiz
Gazete 3
3 Ocak 2012

MİLÂTTAN ÖNCE, MİLÂTTAN SONRA

Kentler vardır, kentlerde yaşayan kişiler vardır…
Yüz binlerce kentli arasında pek azının ismi yaşadığı kentle özdeşleşir; kentin ismi onunla, onun ismi yaşadığı kentle anılır.
Tıpkı İbrahim Küçükkurt ve Af-yonkarahisar gibi.
Düne kadar İbrahim Küçükkurt’suz bir Afyonkarahisar düşünmek mümkün değildi…
Ne yazık ki artık düşünmek ve alışmak zorundayız.
Çünkü Afyonkarahisar Küçükkurt’unu kaybetti.
Yaşamı boyunca dilinden düşmeyen bir duası vardı:
“Hepimizin gideceği yer orasıdır. Allah ele düşürmesin.”
Duaları kabul oldu, ele düşmediği gibi ayağıyla Hakk’a yürüdü.
***
Dolu dolu yaşam öyküsü, kendi deyimiyle “Milattan Önce ve Milâttan Sonra” olmak üzere iki bölümdü.
Milâttan Önce, Afyonkarahisar ölçeğinde çok renkli ve çok hızlı bir yaşamı vardı.
Bir sabah Yeğeni Salih Özkılınç telefon açıp:
“Abi, inanamayacaksın ama Dayım Hac’ca gidiyor” dediğinde,
“Yok artık!…” diye tepki verdiğimi bugün gibi hatırlıyorum.
Onu yakından tanıyanların rüyalarında bile görse inanmayacağı bir durumdu bu. Bir gece aniden karar vermiş, içkiyi ve diğer alışkanlıklarını bırakıp sessiz sedasız Hac’cın yolunu tutmuştu. İşte onun için o gün milâttı. Milâttan sonra abdestinde namazında bir pir-ü fani oldu. Yalnız başkaları gibi inzivaya çekilmedi, yaşadığı kentle ilgili her olumlu hareketin yanında ve içinde olmaktan geri durmadı.
***
Babamı kaybettiğimizde daha 9 yaşındaydım. Üniversite mezunlarının parmakla gösterildiği o dönemde, Eskişehir İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nde okumakta olan Ağabeyim, annemizin ve 4 kardeşinin bakımını üstlenmek üzere okulunu bırakmış ve Afyonkarahisar’a dönerek Yüntaş’ta çalışmaya başlamıştı. İbrahim Küçükkurt, Yüntaş’ın müdürüydü ve kendisini ilk kez burada tanımıştım. Biz yaşam çizgimizi yeniden çizmeye çalışırken, Küçükkurt’u “Dağ gibi” hep arkamızda bulduk. Karşılaştığımız sorunları birer birer aşarken hep yanımızdaydı. Sonra “Okuyamazsa hiç olmazsa bir meslek sahibi olur” düşüncesiyle yaz tatillerinde beni onun kurduğu Kocatepe Gazetesi’ne çırak olarak verdiler. Onun kurduğu Afyon Kocatepe Üniversitesi’nin temelini oluşturan Afyon Maliye Muhasebe Yüksek Okulu’nda okudum, ama yine onun mesleğini, gazeteciliği seçtim.
Deyimin tam anlamı buysa, Küçükkurt’un “Elinde büyüdüm”. Kocatepe’nin bugünkü patronu Sezer Küçükkurt’un henüz dünyada olmadığı yıllarda Küçükkurt’un rahle-i tedrisinden geçerken gazeteciliğin alfabesini, yaşam gerçekleriyle mücadele etmeyi, sosyalleşmeyi, insani ilişkileri hep ondan öğrendim. Onun, her ortamda benden söz ederken sık sık tekrarladığı “Benden doğmuş olsa, huylarımız bu kadar benzemezdi” sözleri, yaşamımdaki rolünün bir özeti olsa gerek.
***
Ümmiye Talay’ın, “Afyonkarahisar basınının gelişmesinde ve şekillenmesinde büyük rolü olan gazeteciler arasında gösterdiği” İbrahim Küçükkurt’u, sadece gazeteci olarak ele almak büyük bir fotoğrafı küçük bir çerçeveye oturtmaya çalışmaktan farksızdır. 1965 yılında Anadolu’ya ilk dizgi makinesini (Entertype) Kocatepe gazetesi ile sokan İbrahim Küçükkurt’tur. 1989 yılında Afyonkarahisar basınında ofset teknolojisini ve masaüstü yayıncılık sistemini getiren, İstanbul gazetelerini aratmayacak nitelikteki yayınları ile gazete bayilerinde satılan ilk yerel gazete olma unvanını alan Zafer Gazetesi’ni kuran ekibin başında da yine Küçükkurt vardır. Kıbrıs Barış Harekâtına Anadolu’dan katılan ilk ve tek savaş muhabiri olan Küçükkurt’un, Libya’nın devrik lideri Kaddafi’nin çadırına konuk olduğu, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurucusu Rauf Denktaş ile çok yakın ilişkiler içerisinde bulunduğu, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlarından Prof. Dr Sadi Irmak’ı Afyonkarahisar’da konuk ederek ağırladığı, Hisarbank gibi ulusal bir bankada yönetim kurulu üyeliği yaptığı göz önüne alındığında, onun sade bir Anadolu gazetecisi olmadığını, çalışmalarının uluslararası düzeye ulaştığını görmek mümkündür.
***
Tam bir protokol adamı olan, askeriye, siyaset ve bürokrasinin üst düzeyindeki kişilerle samimi dostluklar kurmayı başarabilen Küçükkurt, bulduğu her fırsatta Afyon-karahisar’ın propagandasını yaparken, Afyonkarahisar ve Afyonkarahisarlılar aleyhine söz etmeye kalkışanlara her kim olursa olsun izin vermeyecek, daha ileri gidenleri ise paylayabilecek kadar bir Afyonkarahisar sevdalısıydı. Gerek Milâttan Önce ve gerekse Milâttan Sonra Afyonkarahisar’ın yararına olacağını düşündüğü her taşın altına elini sokan Küçükkurt’un kuşkusuz en büyük eseri, 1974 yılında kendisi gibi eğitime gönül vermiş arkadaşlarının çabasıyla eğitime başlayan Afyon Maliye Muhasebe Yüksek Okulu ile temelini attıkları; bugün 11 fakülte, 3 enstitü, 5 yüksekokul, 1 devlet konservatuarı ve 15 meslek yüksekokulu; 34 bini aşkın öğrenci ve 2 bine yakın idari ve akademik personeli ile dev bir eğitim kurumu haline gelen Afyon Kocatepe Üniversitesi’dir. Kocatepe Üniversitesi de Küçükkurt’u “Fahri Doktora” payesi ile onurlandırmıştır.
Muhteşem bir hafızaya sahip olan, 60-70 yıl önceki olayları, yer, tarih ve kişi adlarını eksiksiz sayarak bugün gibi hatırlayan İbrahim Küçükkurt Afyonkarahisar’ın son yıllardaki canlı tarihlerinden biriydi de…
Afyonkarahisar, Küçükkurt’u kaybetmekle yalnız değerli bir evlâdını değil, aynı zamanda hafızasını da kaybetti.

İbrahim Yüksel
2 Ocak 2012
Kocatepe Gazetesi

Ruhunuz şad olsun
İbrahim amca

Gazetemizin kurucularından değerli insan İbrahim Küçükkurt 30 Aralık Cuma günü vefat etti. Mekanının cennet ruhunun şad olması he-pimizin duasıdır.
Bizlere her zaman hayat ve mesleki tecrübesi ile yol gösterici olan bir büyüğümüz oldu.
77 Yıllık ömrüne çok şey sığdıran bir kişilikti.
Vatanperver, medeni, dindar ve hiç bir hususta ölçüyü kaçırmayan özellikleriyle örnek bir insandı.
Onu biraz tanıyan herkes bu özelliklerini bilir.
Sözü sohbeti aranan, iki ayaklı canlı tarih olma özelliğine de sahipti. Hani deyim yerindeyse herkesin cemazüel evvelini bilen derin bir birikime sahipti. Kendisi ile sohbet etmek, onu dinlemek büyük bir zevkti. Lafı ağzındaydı. Eveleyip gevelemeden söyler, yüze başka arkadan başka konuşmazdı. Taşı gediğine oturturdu.
Her zamanki standart telkinleri arasında doğru bildiğimizden ayrılmamız gerektiği idi.
Sıkça tekrarladığı duası da Müslüman olsun veya olmasın insanların yatalak olmadan ömrünü tamamlaması olurdu.
Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece rahatsızlanıp yatan hasta olmadan ömrünü tamamladı.
Vefat haberini telefonda öğrendim. Her ölüm ani ve erken oluyor insanoğlu için. Çok üzüldük hepimiz. İnanmak istemedik. Daha Perşembe akşamına kadar bir arada olduğumuz İbrahim amcanın vefatına inanmak gelmedi içimizden.
Gazeteye geldiğimde masasının tümünü bir kaç dakika seyrettim.
Belki anlamsız gelecek ama iki kare fotoğrafını çektim. Kendisi ile son fotoğrafımı doğum günümden iki gün sonra gecikmeli olarak kutladığımız 23 Aralık Cuma günü onun masasında çalışma arkadaşlarımla birlikte çektirmiştik.
Yakın zamanda onunla birlikte yer aldığım fotoğraf karelerine baktım. Bizleri ziyaret eden konuklarımızla birlikte yer alan fotoğraflarımıza baktım.
Bizim için yeri dolmayacak büyüklerimizden bir tanesi de merhum Şükrü amcamızdan sonra İbrahim amca oldu.
1965 Yılında kurarak türlü zorluklarla doğru bildikleri yolda ilerleyip, itibarlı bir geçmişle bizlere hizmet etme imkanı tanıdıkları Kocatepe gazetesini miras bıraktılar.
Onları unutmak mümkün değil. Her ikisinin de ruhu şad olsun.

Burcu AYDIN

2 Ocak 2012/ Kocatepe Gazetesi

İbrahim Küçükkurt’un ardından

Önceki gün öğle namazına müteakip ilimizin yetiştirdiği en önemli değerlerden biri olan Gazeteci Yazar İbrahim Küçukkurt amcamızı son yolculuğuna uğurladık.
Onu tanıdığımız için, zaman zaman sohbetlerinde bulunma imkanı bulduğumuz için kendimizi son derece şanslı hissediyoruz.
Biz gibi bu meslekte 10-15 yıldır bulunan birçok kişi üzerinde emekleri vardır.
İbrahim Küçukkurt gibi insanlar kolay yetişmiyor.
Yetişse bile bu meslekte sürekli kalmıyor.
Aile hayatı, siyasi hayatı, meslek hayatı vb. sebeplerle yollarını ayırıyorlar.
Ama İbrahim Küçukkurt aralıksız tam 60 yıldır basın camiasının hep içindeydi. Bizlere hep ışık, önder oldu.
Bizler için İbrahim Küçukkurt, Şükrü Küçükkurt, H. Hakkı Özsoy ve Galip Leblebicioğlu goncanın 4 yaprağı oldu.
Bizlere her zaman yanlışın değil doğrunun yanında olmamız gerektiğini öğrettiler.
Bizlere hep güçlünün değil haklının yanında olmamız gerektiğini öğrettiler.
Bize gazetenin asıl görevinin ne olduğunu beynimize işlediler.
İşte bu yüzden böyle değerlerin kıymetini iyi bilmemiz gerekiyor.
Kolay yetişmiyor böyle gazeteciler…
İbrahim Küçükkurt amcamızın geçtiğimiz yıl 24 Temmuz Basın Bayramı nedeniyle Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Solak hocanın verdiği yemekte söylediği sözler dün gibi aklımda.
İbrahim Amca, “Sansürün kaldırılışının yıl dönümünü kutluyo-ruz. Peki soruyorum buradaki muhabirlere: Gerçekten sansürün kaldırıldığına inanıyor musunuz? Bulduğunuz bir gerçeği patronunuza sormadan yayınlayabilir misiniz? Elbette yayınlayamıyorsunuz? O zaman sansür basının üzerinden hala kalkmamış. Ama adet olmuş biz sansürün kaldırılışını her yıl kutluyoruz”
İşte bu kadar gerçekçi, işte bu kadar açık yürekli ve cesaretli.
Yine bir meslektaşım anlatıyor.
Bir gün siyasi ünvanı olan bir kişi İbrahim Amca’ya gelir.
-İbrahim Amca sizin muhabir bizim hakkımızda yazılar yayınladı…
Siyasi sanıyor ki, “Siz üzülmeyin, ben onun kulağını çekerim”
İbrahim Amca cevap veriyor, “Evet yazabilir, siz aksini kanıtlayabiliyor musunuz?”
İşte yanında çalıştırdığı muhabirin gerçek olarak yayınladığı habere bu kadar sahip çıkan.
İbrahim Küçukkurt amcamıza Allah’tan rahmet ve Kocatepe Gazetesi başta olmak üzere tüm Afyonkarahisar basınına baş sağlığı diliyorum.
Acılarla geçen 2011 yılının son günü yine büyük bir acı yaşadık.
Acımız tarifsizdir.Mejnun Sancak
Anahaber Gazetesi
2 Ocak 2012

Kocatepe

Bakmadan Geçme