Hüdai Efsanesi: Şifalı Suların Mucizesi ve Kralın Kurtuluşu
Afyonkarahisar'ın Sandıklı ilçesinde bulunan Hüdai Kaplıcaları, yalnızca şifalı sularıyla değil, kökenine dayanan bir efsaneyle de ünlüdür. Tarih boyunca bölge, Bizanslılar döneminde Salutaris olarak adlandırılmış ve önemli bir termal tedavi merkezi olarak bilinmiştir. Kaplıcadaki hamamların büyük bir kısmı da Bizans dönemine aittir. Ancak Hüdai Kaplıcaları'nın bulunmasına dair en ilgi çekici anlatım, nesilden nesle aktarılan efsanevi bir hikâye ile ilişkilendirilir. Bu hikâye, kaderin cilvesi ve şifalı suların mucizevi gücünü gözler önüne serer.
Hükümdarın Derdine Derman Arayışı
Bir zamanlar, huzur ve mutluluk içinde yaşayan bir hükümdar varmış. Halkını sevdiği gibi halkı da onu sever, ülkesinde bolluk ve bereket içinde bir yaşam sürülürmüş.
Hükümdarın her isteği anında yerine gelir, kimse onu üzmeye cesaret edemezmiş. Ancak bu büyük mutluluğun gölgesinde, hükümdarın içini kemiren tek bir dert varmış: Çocuğu olmuyormuş.
Güzel ve zarif eşiyle birlikte, bir evlatları olsun diye her gün tanrılarına dua eder, yalvarırlarmış.
Yıllarca süren bekleyişin ardından, mucizevi bir şekilde kraliçe hamile kalmış. Zamanı geldiğinde nur topu gibi bir erkek çocuğu dünyaya getirmiş. Hükümdar ve kraliçe, oğullarına kavuştukları için tarifsiz bir mutluluk içindeymiş. Ancak kader, onların bu mutluluğunu uzun sürdürmemiş; bir süre sonra hükümdar amansız bir hastalığa yakalanmış. Hekimlerin çabaları sonuç vermemiş ve hükümdar hayata gözlerini yummuş.
Kraliçe, hem eşinin yasını tutarken hem de tüm sevgisini oğluna vermiş. Oğlunu herkesten sakınır, adeta gözü gibi bakarmış. Ancak hükümdarın ölümünden sonra, taht ve kraliçenin varlığına göz diken kötü niyetli vezir, gizli bir plan yapmaya başlamış.
Altın Sandıktaki Tuzağın Başlangıcı
Vezir, kraliçeye bir gün huzurunda şöyle demiş:
"Sevgili kraliçem, oğlunuza duyduğunuz sevgi ve koruma arzusunu biliyorum. O yüzden geleceğin kralını daha güvenli bir yerde büyütmek gerektiğini düşünüyorum. Kimsenin kötü niyetli bakışlarına maruz kalmaması için, oğlunuzu altın bir sandığın içine koyarak orada saklamalıyız. Böylece yedi yaşına geldiğinde sağlıklı bir şekilde halkımıza kral olarak ilan ederiz."
Kraliçe, vezirin önerisini iyi niyetli sanarak kabul etmiş. Oğlunu altın sandığın içine yerleştirmişler, ancak çocuk bu dar ve havasız yerde hareketsiz kalmış. Zamanla gelişememiş, zayıf ve güçsüz bir hale gelmiş. Bacakları tutmaz, bedeni sağlıksız ve cılız bir çocuk haline dönüşmüş. Kraliçe, oğlunun bu durumunu görünce saçlarını yolup feryat etmiş; ancak elinden bir şey gelmemiş. Oğlundan bir kral olamayacağı düşüncesiyle vezire danışmış:
"Ne yapmalıyım, vezir? Bu çocuk böyleyken nasıl bir hükümdar olabilir?"
Vezir ise tam da beklediği cevabı almış olmanın sevinciyle:
"Sevgili kraliçem, maalesef bu çocukla ülkenizi korumanız mümkün görünmüyor. Bağrınıza taş basarak onu feda etmelisiniz. Gelişmemiş ve hasta bir çocuktan kral olmaz," diyerek kraliçeyi ikna etmiş.
Kraliçe, büyük bir acıyla oğlunun öldürülmesi emrini vermiş. Çocuğu bir seyise teslim ederek onu saraydan uzaklara götürmesini ve öldürmesini istemiş.
Seyisin Merhameti ve Kaderin Yolu
Ancak yaşlı ve merhametli seyis, küçük çocuğu öldürmeye kıyamamış. Onu ıssız bir dağa götürmüş ve bir derenin kenarına bırakmış. "Ölmeyecek olanı Allah öldürmez," diyerek saraya geri dönmüş. Çocuk, doğanın kollarına terk edilmişken, Tanrı’nın bir lütfu olarak yaşlı bir kadın çocuğu bulmuş.
Bu kadın, kendi dizlerinden muzdarip olduğu için şifa bulmak amacıyla Hüdai’nin şifalı sularına sık sık gidermiş. Çocuğu kucağına alan kadın, ona yiyecek vermiş, yanında büyütmeye karar vermiş. Kadın, her gün Hüdai Kaplıcaları'na giderken çocuğu da yanına alırmış.
Çocuk da kadınla birlikte sulara girip çamurlarla oynar ve yıkanırmış. Günler geçtikçe mucizevi bir şey olmuş:
Kadının dizlerindeki şişlikler azalırken, çocuğun da bacakları iyileşmeye başlamış. Önce ayakta durmayı öğrenmiş, sonra düzgün bir şekilde yürümeye başlamış. Şifalı suların etkisiyle zamanla güçlenmiş, sağlıklı ve kuvvetli bir delikanlıya dönüşmüş.
Çocuğun Mucizevi Dönüşü
Seyis, saraydan ayrıldıktan sonra sık sık çocuğu bıraktığı dağlık bölgeye gidip onun izini aramış.
Bir gün, kadın ve delikanlıyla karşılaşmış. Kadına, yıllar önce buralarda bıraktığı hasta bir çocuk hakkında bilgi sormuş. Kadın ise gülümseyerek:
"Aradığın çocuk bu delikanlıdır," demiş. "Onu bulduğumda sakat ve güçsüzdü. Ancak Hüdai’nin şifalı sularıyla iyileşti ve bugün aslan gibi bir genç oldu."
Seyis, duyduklarına inanamayarak delikanlıyı saraya götürmüş. Kraliçeye oğlunun yaşadığını ve tamamen iyileştiğini anlatmış. Kraliçe, oğlunu gördüğünde sevinç gözyaşlarına boğulmuş. Oğlunu bağrına basarak hasret gidermiş.
Yeni Kral ve Hüdai Kaplıcaları'nın Doğuşu
Ertesi gün, kraliçe oğlunu resmen kral ilan etmiş. Halk da yeni hükümdarı büyük bir coşkuyla karşılamış. O günden sonra, Hüdai’nin şifalı sularına olan inanç yayılmış. Kaplıca bölgesine yeni yapılar inşa edilmiş ve Hüdai Kaplıcaları, insanların dertlerine derman bulduğu bir yer haline gelmiş.
Bugün bile Hüdai Kaplıcaları, hem tarihiyle hem de efsaneleriyle varlığını sürdürmektedir. Yüzyıllardır insanlar, bu kaplıcaların mucizevi sularına inanarak buraya gelir ve şifa arar. Hüdai Kaplıcaları, yalnızca bedensel hastalıklara değil, aynı zamanda efsanelerin gücüyle ruhlara da şifa dağıtmaya devam etmektedir.