Hicret kaçış değil, zemin arayışıdır

Müftü Burhan İşliyen Hicret’in basit bir göç hadisesi olmadığını, taşıdığı anlam bakımından büyük önem arz ettiğini belirtti Afyonkarahisar il Müftüsü Burhan İşliyen Hicret, Muharrem ayı ve Aşura Günü ile ilgili açıklamalarda bulundu. Hicri, 1 Muharrem 1435 ve Miladi 4 Kasım 2013 Pazartesi gününün hicri yılbaşı olduğunu hatırlatan Müftü Burhan İşliyen şu bilgileri aktardı:HZ. ALİ DEVRİNDE [&hellip]

Hicret kaçış değil, zemin arayışıdır

Müftü Burhan İşliyen Hicret’in basit bir göç hadisesi olmadığını, taşıdığı anlam bakımından büyük önem arz ettiğini belirtti

Afyonkarahisar il Müftüsü Burhan İşliyen Hicret, Muharrem ayı ve Aşura Günü ile ilgili açıklamalarda bulundu. Hicri, 1 Muharrem 1435 ve Miladi 4 Kasım 2013 Pazartesi gününün hicri yılbaşı olduğunu hatırlatan Müftü Burhan İşliyen şu bilgileri aktardı:
HZ. ALİ DEVRİNDE BAŞLADI
“İslâm âlemi olarak 4 Kasım 2013 Pazartesi günü Sevgili Peygamberimizin (sas)’in Mekke’den Medine’ye hicretinin 1435. yılını ve Muharrem ayının ilk gününü idrak etmiş olacağız. Müslümanlar için bir dönüm noktası olan hicret, tarihte yeni bir sayfa açmıştır. Hz. Ömer’in Halifeliği döneminde hicretin gerçekleştiği gün, Hz. Ali’nin teklifiyle hicrî takvimin başlangıcı sayılmıştır. O günden itibaren de İslam âleminde 1 Muharrem hicrî takvimin başlangıcı olarak kabul görmüştür. Dolayısıyla, Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in Mekke’den Medine’ye hicretini tarih başlangıcı olarak kabul eden takvime “hicri takvim” denir.
Müslümanların resmi bir takvimleri yoktu. Bazı önemli olayları tarih başlangıcı olarak tayin ediyorlardı. Bu da zaman zaman karışıklığa sebep oluyordu. Bu karışıklık Hz. Ömer devrine kadar sürdü.
Yaşanan bazı olaylar, Müslümanların resmi bir takvim kullanmalarını kaçınılmaz kılmıştı. Hz. Ömer’in emriyle bir takvim belirleme komisyonu oluşturularak bir toplantı yapıldı. Toplantıda çok sayıda görüş bildirildi. Toplantıya katılanlardan Hz. Ali’nin, sevgili Peygamberimiz (s.a.v)’in Mekke’den Medine’ye hicret ettiği tarihi hicri takvimin başlangıcı olarak teklifi kabul edildi. Böylece Hz. Ömer döneminde resmi bir takvim belirlenmiş oldu.
ZULÜM HİCRETİ BAŞLATTI
İslam ve dünya tarihinin en önemli hadiselerinden biri hicret hadisesidir. Hicret hadisesini iyi kavrayabilmek için öncesinde yaşananları bilmek gerekir. Mekke’de neler olmuştu ki, Peygamberimiz (s.a.v) Mekke’den Medine’ye hicret etmek zorunda kalmıştı?
Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e peygamberlik görevi 610 tarihinde verildi. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) insanları İslam’a davete başladı. Her yeni sabahta gönüller Kur’an-ı Kerim ile aydınlanıyor ve Müslümanların sayıları çoğalıyordu. Müslümanların sayılarının çoğalması, küfrün karanlığında kalpleri kararmış olan müşrikleri çıldırtıyordu. Bu çıldırış müşrikleri zulüm yapmaya yöneltti. Müslümanlara karşı akla hayale gelmeyecek işkence ve baskılar yapmaya başladılar.
MÜSLÜMANLAR BUYÜK EZİYET ÇEKTİ
Kalpleri taşlaşmış müşrikler zulüm, işkence ve baskılarını öylesine acımasızca uyguluyorlardı ki, dayanmak mümkün değildi. Allah’ın birliğini, Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr etmeleri için zorlanan Müslümanlar, akıl almaz işkenceler karşısında inanmış oldukları yüce davadan zerre kadar taviz vermiyorlardı. Bu durum müşrikleri iyice çileden çıkartıyordu.
Müşrikler başta ekonomik olmak üzere Müslümanlara çeşitli ambargolar uygulama kararı aldılar. Ambargoyu öylesine acımasızca uyguluyorlardı ki, Müslümanları açlıktan adeta ölüme terk ettiriyorlardı. Yiyecek bir şey bulamayan Müslümanlar, ağaç yaprakları yemek zorunda kalıyorlardı. Bir örnek verecek olursam; sahabeden Sa’d bin Ebi Vakkas açlığını gidermek için yiyecek bir şey bulamayınca yerde bulduğu bir deri parçasını yemeye çalışmıştır.
İLK HİCRET HABEŞİSTAN’A
İnsanlık dışı uygulamalar karşısında göç etmeyi düşünen bazı Müslümanlara, Peygamberimiz (s.a.v) Habeşistan’a gitmelerini tavsiye etti. Bir hac mevsiminde de Mekke’ye gelen bir grup Medineli, İslamiyet ile müşerref oldular. Peygamberimiz bir zaman sonra sahabeden bazılarının Medine’ye göç etmelerine izin verdi. Böylece İslamiyet, Medine’ye de girmiş oldu.
Mekke’den Medine’ye göç günbegün çoğalınca, bu gelişmelerin aleyhlerine olacağını anlayan müşrikler çok önemli kararlar aldıkları yer olan “Darü’n-Nedve”de toplandılar. Uzun görüşmeler sonucunda Ebu Cehil’ in teklifiyle, sevgili Peygamberimiz’i öldürmeye karar verdiler.
HİCRET MEDİNE’DE SONLANDI
Yüce Allah müşriklerin aldıkları bu kararı, Cebrail aleyhisselam vasıtasıyla Peygamber Efendimiz’e bildirdi. Bunun üzerine Peygamberimiz Efendimiz (s.a.s) en yakın dostu Hz. Ebubekir (r.a)’e hicret için izin verildiğini ve birlikte yola çıkacaklarını söyledi. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) kendisinde bulunan emanetleri sahiplerine verilmesi şartıyla Hz. Ali (r.a)’ye teslim etti ve Hz. Ali’yi kendi yatağına yatırarak evinden çıktı.
Peygamber Efendimiz, en yakın dostu olan Hz. Ebubekir ile Mekke’den ayrılarak Sevr mağarasında saklandılar. Sonra Medine’ye doğru yola çıktılar. Çetin geçen yolculukları sonucunda Medine’ye ulaştılar. Medine halkı tarafından sevinç gösterileriyle karşılandılar. Böylece hicret hadisesi gerçekleşmiş oldu.
HİCRET BASİT BİR GÖÇ DEĞİL
İslam tarihinin en önemli hadiselerinden biri olan hicret basit bir göç olayı değildir. Hicretin gerçekleşmesiyle İslamiyet Mekke dışına taşınmıştır. İslamiyet dalga dalga Medine’den yayılmış ve dünyadaki bütün kararmış kalpler İslam nuru ile aydınlanmaya başlamıştır.
Hicret, Allah rızası için; anadan, babadan, evlattan, yardan, diyardan, maldan, mülkten hatta candan vazgeçmenin ibretli ve meşakkatli bir öyküsü; Yüce dinimizin rahmet yüklü mesajlarını bütün insanlığa ulaştırmak için çıkılan kutlu yolculuğun adıdır.
Hicret, yardımlaşma, dayanışma, paylaşma, dostluk ve kardeşliğin ifadesidir. Kardeşine kucak açarak onunla evini, iş yerini, yiyeceğini ve varlığını paylaşmanın; kardeşini himaye etme ve sahiplenmenin adıdır.
KAÇIŞ DEĞİL,
ZEMİN ARAYIŞI
Hicret, asla maddi zorluklar ve zorlamalar karşısında bir kaçış değil; aksine İslâm’ı öğrenmek, öğretmek, yaşamak ve yaşatmak için yeni imkân ve zemin arayışıdır. Ve esasen bir anlamda Hicret, “Medeniyete Göç Etmektir.”
Bugün bizim için de bir hicret söz konusudur. Fakat bu hicret sadece göç edecek yer ve yurt aramak değil; her durumda daha iyinin, daha güzelin peşinde koşmak, İslâm’ı daha bir samimiyet içinde yaşamaya çalışmaktır. Hicret işte bu yolculuğun adıdır. Hz. İbrahim’in (as) dediği gibi, hepimiz Rabbimize hicret etmekteyiz. Geçici olan bu dünyadan, ebedi olan gerçek âleme doğru göç etmekteyiz. Buradaki hicret, Sevgili Peygamberimizin bir hadislerinde buyurduğu gibi, Allah’ın yasaklarını terk etmektir.
KERBELA TÜM
MÜSLÜMANLARIN ACISIDIR
“Hicret her daim hakkı üstün tutmak ve dünyadaki bütün mazlumlara sahip çıkmaktır.”
Bugün Hicri yılbaşını kutlarken dünyadaki zulüm, işkence ve haksızlıklara karşı İslam birliğine ne kadar muhtaç olduğumuzu bir kez yine görmüş bulunmaktayız.
Muharrem Ayı ve Kerbelâ hadisesine gelince; Hz. Hüseyin’in de aralarında bulunduğu 70 kişinin Kerbelâ’da şehit edilmesi ile alakalı bu talihsiz hadise, özellikle milletimiz başta olmak üzere mezhebi ve meşrebi ne olursa olsun, bütün Müslümanların asırlardır dinmeyen ortak acısı olmuştur. Kısaca hicret Müslümanlar için bir milattır ve Hicret Müslümanların asırlardır dinmeyen ortak acısıdır..!
AŞURA ŞEHİTLERİN YAD EDİLMESİDİR
Muharrem ayı ve bu ayın 10. Günü olan Aşure, tarih boyunca Müslüman toplumlar açısından ayrı bir önem taşımaktadır. Muharrem ayı, aynı zamanda Hz. Peygamber’in torunu Hz. Hüseyin’in ve çoğu Ehl-i Beyt mensubu 70’den fazla insanın siyasi ihtiraslar uğruna Kerbelâ’ da şehit edilmesi nedeniyle Müslümanların ortak hafızasında büyük bir acının tarihidir. Bu talihsiz hadise özellikle milletimiz başta olmak üzere mezhebi ve meşrebi ne olursa olsun, bütün Müslümanların asırlardır dinmeyen ortak acısı olmuştur. Kerbelâ’ da acımasızca şehit edilen Hz. Hüseyin ve arkadaşları, bu hadisedeki asil duruşu ve haksızlıkla karşısındaki onurlu mücadelesiyle bütün müminlerin gönüllerinde taht kurmuş, ona ve yakınlarına bu zulmü reva görenler ise insanlığın ortak vicdanında mahkûm edilmiştir.
Kerbelâ olayı, dünyanın hangi bölgesinde yaşarsa yaşasın, hangi dini-kültürel alt kimliğe mensup olursa olsun, İslam toplumlarının hemen hemen hepsinde önem atfedilen bir hadisedir. Bu öneme istinaden Muharrem, Âşura ve Kerbelâ’ nın, İslam toplumlarının dini-kültürel hayatında da bazı yansımaları olmuştur. Müslüman coğrafyasında bu ayda tutulan oruçlar, pişirilip dağıtılan aşureler ve Kerbelâ’ da Hz. Peygamber’in torunu Hz. Hüseyin ile beraber ailesi ve yanında bulunanlardan şehit olanların yâd edilmesi bunların başlıca olanlarıdır.
ACILARDAN DERS ALMALIYIZ
Günümüzde bütün Müslümanlara düşen önemli görevlerden biri, bu tür müessif olaylardan ibret almak, dersler çıkarmak ve birlik ve beraberliğimizi zedeleyecek her türlü olumsuz tutum ve davranışlardan kaçınmaktır. Bu vesile ile; Hicri yeni yılınızı bütün Rûh-u Cân’la tebrik ediyor, günahlardan hicrete vesile olmasına, yaşanabilecek tüm acıların bertaraf olmasına, Müslüman toplumumuz için rahmet ve berekete vesile olmasına, ağız tadıyla Muharrem ve Aşurayı idrake nail olmaya Rabbimizin bizleri muktedir kılmasını niyaz ediyor, sağlık ve esenlikler diliyorum.” (Kocatepe Haber Merkezi)

Bakmadan Geçme