Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

HAZRETİ ÖMER’İN MÜSLÜMAN OLUŞU – Kocatepe Gazetesi

Muharrem Günay 30 Eylül 2015 Çarşamba 03:00:00
  Hz. Hamza’nın Müslüman olmasından sonra Mekkeli müşriklerin telâş ve endişeleri had safhaya varmıştı. Çünkü parmakla gösterilen kahramanlardan biri de Müslüman olmuş, Resûlullahın saflarında yer almıştı. Bu beklenmedik hâdise, müşrikleri, büsbütün çileden çıkardı.
Hz. Ömer Müslüman olmadan önce bir gün, Resûlullah efendimizi, gördüğü yerde öldürmek niyetiyle evinden çıktı. Sevgili Peygamberimizi Mescid-i Harâm’da namaz kılarken buldu ve namazın bitmesini isteyerek, dinlemeye başladı. Habîb-i ekrem efendimiz, El-Hakka sûre-i şerîfini okuyordu.
Kalbim Meyletti
Hattâboğlu Ömer, Peygamber efendimizin okuduklarını hayranlıkla dinliyordu. Ömründe böyle güzel sözler duymamıştı. Bunu kendisi, sonradan şöyle anlatır:
“Dinlediğim bu sözlerin belâgatına, düzgünlüğüne, derli topluluğuna hayrân olmuş, niçin geldiğimi unutmuştum. Bu hâdiseden sonra, kalbimde İslâma karşı bir istek hâsıl oldu.”
Bu hâdisenin, Hz. Ömer’in Müslüman olmasında mühim te’sîri olmuştur. Çünkü kalbini yumuşatmış, Müslüman olmasına zemin hazırlamıştır. Hz. Hamza’nın Müslüman olmasından üç gün sonra, Ebû Cehil, müşrikleri toplayıp dedi ki:
Ey Kureyş! Muhammed, putlarımıza dil uzattı. Bizden önce gelen atalarımızın Cehennemde azâb gördüklerini, bizim de oraya gideceğimizi söyledi! Onu öldürmekten başka çâre yoktur! Onu öldürecek kişiye, yüz kızıl deve ve sayısız altın vereceğim!
Bir anda Hattâboğlu Ömer’in kalbinden, İslâma olan istek kayboldu ve yerinden fırlayarak dedi ki:
– Bu işi Hattâboğlundan başka yapacak yoktur.
– Haydi Hattâboğlu! Görelim seni! Bu işi senden başka yapabilecek kimse yoktur.
Hattâboğlu Ömer, kılıcını kuşanarak yola düştü. Giderken Nu’aym bin Abdullah’a rastladı.
Yolda Nuaym bin Abdullah kendisine sordu:
– Yâ Ömer, böyle şiddet ve hiddetle nereye gidiyorsun?
– Milletin arasına nifâk sokan, kardeşi kardeşe düşüren bir kimseyi öldürmeye gidiyorum.
– Yâ Ömer, güç bir işe gidiyorsun. Onun Eshâbı çevresinde pervane gibi dönmektedir. Ona bir şey olmasın diye titremektedirler, seni ne onun yanına yaklaştırırlar ne de O’na en ufak bir zarar vermene müsaade ederler. Bu sözlere çok hiddetlenen Hz. Ömer kılıcına sarıldı:
“- Yoksa sen de mi onlardansın? Önce senin işini bitireyim.” Dedi. Nuaym bin Abdullah cevap verdi:
– Sen benimle uğraşacağına, kardeşin Fâtıma ile enişten Saîd’in yanına git! Onlar, çoktan Müslüman oldular. Sen önce kendi yakınların ile uğraş!
– Hayır, onlar Müslüman olamazlar.
– Bana inanmazsan, git evlerine, kendilerine sor!
Bunun üzerine Hz. Ömer, kardeşini merak edip, öfkeyle hemen evlerine gitti. O sıralarda Tâhâ sûresi yeni nâzil olmuş, eniştesi Saîd ile kız kardeşi Fâtıma bu sureyi okuyorlardı.
Hattâboğlu Ömer, kapıdan bunların sesini duydu. Kapıyı çok sert çaldı. Onu, kılıcı belinde kızgın görünce, yazılı sureyi saklayıp, gizlediler. Sonra kapıyı açtılar. İçeri girince sordu:
– Ne okuyordunuz?
– Bir şey okumuyorduk.
– Hayır, okuyordunuz. İşittiğim doğru imiş. Siz de O’nun sihrine aldanmışsınız!
Hz. Sa’îd’i yakasından tutup, yere attı. Kardeşi, efendisini kurtarayım derken, onun yüzüne de öfkeli bir tokat indirdi. Yüzünden kan akmaya başladığını görünce, kardeşine acıdı. Fâtıma’nın canı yanmış, kana boyanmış idi. Fakat îmân kuvveti, kendisini harekete getirip, Allahü teâlâya sığınarak dedi ki:
Yâ Ömer! Niçin Allah’tan utanmaz, âyetler ve mu’cizeler ile gönderdiği Peygamberine inanmazsın? İşte ben ve kocam, Müslüman olmakla şereflendik. Başımızı kessen de bundan dönmeyiz.
Sonra Kelime-i şehâdet getirdi. Hattâboğlu Ömer, kızkardeşinin bu îmânı karşısında birden yumuşadı ve yere oturdu. Yumuşak sesle dedi ki:
Hele şu okuduğunuz kitabı çıkarın.
Fâtıma, âyet-i kerîme yazılı sahifeyi getirdi. Ömer bin Hattâb güzel okurdu. Tâhâ sûresini okumaya başladı. Kur’ân-ı kerîmin fesâhatı, belâgatı, ma’nâları ve üstünlükleri kalbini gitgide yumuşattı.
“Göklerde ve yeryüzünde ve bunların arasında ve yedi kat toprağın altındaki şeyler hep O’nundur.” (Tâhâ: 6) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuyunca, derin derin düşünceye daldı. Dedi ki:
– Yâ Fâtıma! Bu bitmez tükenmez varlıklar, hep sizin taptığınız Allahın mıdır?
– Evet, öyle ya! Şüphe mi var?
– Yâ Fâtıma! Bizim binbeşyüz kadar altından, gümüşten, tunçtan, taştan oymalı, süslü heykellerimiz var. Hiçbirinin, yeryüzünde bir şeyi yok. Şaşkınlığı büsbütün artmıştı. Biraz daha okudu.
“Allahü teâlâdan başka ibâdet edilecek, tapılacak hak bir ilâh, bir ma’bûd yoktur. En güzel isimler o’nundur” (Tâhâ: 8) ayet-i kerimesini okudu ve tefekküre daldı.
Düşünceli bir vaziyette dedi ki:
Hakîkaten, ne kadar doğru.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER