- Haberler
- Faydalı Bilgiler
- Hallac-ı Mansur Kimdir? Hallac-ı Mansur Hayatı
Hallac-ı Mansur Kimdir? Hallac-ı Mansur Hayatı
Aziz Yıldırım ile Ali Koç başkanlık seçimleri sebebiyle Habertürk TV canlı yayınına çıktı. Aziz Yıldırım canlı yayında Ali Koç'a Hallac-ı Mansur ile ilgili bir atıfta bulundu. Fenerbahçe'nin neden yıllardır şampiyon olamadığını Soran Yıldırım “Aliciğim sana bir şey tavsiye edeyim Hallac-ı Mansur’u oku. Benim ne dediğimi anlarsın.” dedi.
Aziz Yıldıtım-Ali Koç programı sonrasında “Hallacı Mansur kimdir, nasıl öldü?” sorusu merak edildi. İşte cevabı, Hallac-ı Mansur kimdir? Hallac- Mansur hayatı.
Peki Hallac-ı Mansur kimdir?
Hallac-ı Mansur, tam adıyla Ebû’l-Muğîs el-Hüseyn bin Mansur el-Hallâc, 858 yılında İran’ın Fars bölgesinde doğmuş ünlü bir İslam mistiği ve sufi düşünürüdür. İslam tarihinde tasavvuf alanında önemli bir yere sahiptir ve en çok “Enel Hak” (Ben Tanrıyım) ifadesiyle tanınır.
Asıl adı “Ebû’l Moğıt Huseyn bin Mansûr bin Mehemmed Beyzâvvî” idi. Babasının mesleğinden dolayı “Hallâc” lakabını aldı.
Tahirîler devri İran’ının günümüz Güney Horasan Eyaleti’ne bağlı Nehbendan şehristanının Meyghan Kırsalı’ndaki “Tûr” köyünde dünyaya geldi.
Görüşleri ve yaşamıyla tartışmalı değerlendirmelere konu olan ünlü mutasavvıf. Kişiliğiyle pek çok Müslümanın deneyimlerini, ülkü ve özlemlerini dile getirdiği için kimilerinde hayranlık, kimilerinde öfke uyandıran yaşamı ve ölümü İslam tarihinin en çok sözü edilen öykülerinden biridir. Baba mesleğinden dolayı Hallaç (pamuk atıcısı) adıyla tanınır. Ayrıca “manevi sırları hallaç pamuğu gibi attığı” benzetmesiyle “Hallac-ı esrar” olarak anılır. Hallac-ı Mansur’a dayandırılan tasavvuf öğretisi de Hallaciye adıyla bilinir.
İnanışa göre Zerdüşt dinine bağlı olan büyükbabası, sahabilerden Ebu Eyüb’ün soyundan geliyordu; babası sonradan Müslüman olmuştu. Hallaç, İran’daki mezhep çatışmaları nedeniyle genç yaşta Tur’dan ayrılarak, Arap kültürünün önemli merkezlerinden biri olan Vasıt’a, ardından Tuster’e gitti. Bu yaşlarda tasavvufa yöneldi. Tuster’de ünlü mutasavvıflardan Sehl bin Abdullah et-Tusteri’ye bağlandı ve onunla Basra’ya gitti.
Daha sonra Bağdat’a geçerek Amr bin Osman el-Mekki’ye bağlandı; bu sırada ünlü mutasavvıf Ebu Yakub el-Akta’nın kızıyla evlendi. Hallaç, Bağdat’ta Cüneyd-i Bağdadi’yle tanıştı ve ondan hırka giydi. Ne var ki coşkun kişiliği nedeniyle aralarında çıkan anlaşmazlıktan dolayı kısa sürede Cüneyd’den de ayrıldı.
İlk haccından (896) sonra Bağdat şeyhleriyle bütün ilişkisini keserek Tuster’e gitti. Dört yıl boyunca katı bir çile yaşamı sürdürdü. Sufi hırkasını çıkardı; halk arasına karıştı. Fars, Huzistan ve Horasan’da halkı yazıları ve konuşmalarıyla Tanrı aşkına çağırmaya başladı, çevresinde çok sayıda mürit topladı. Bu dönemde hadis ve fıkıh bilginleriyle ilişkileri gitgide bozuldu.
İkinci haccından (905) sonra denize açılarak İslam’ı yaymak amacıyla Hindistan ve Türkistan’a gitti, Çin sınırlarına kadar dolaştı. Onun bu gezisi sırasında İslam dinine kazandığı Müslümanlar daha sonra Mansuri olarak anıldı. Daha sonra üçüncü kez hacca giden Hallaç, Hicaz’da geçirdiği iki yılın ardından Bağdat’a döndü ve buraya yerleşti (y. 908). Son haccı sırasında tam bir kendinden geçme durumuna girdi. Ünlü “Ene’l-Hak” (Ben Hakk’ım) sözünü bir vecd anında bu dönemde söylediği anlatılır.
HALLÂC-I MANSÛR ÖLÜMÜ
Hallac’ın tutuklanmasının ve korkunç biçimde öldürülmesinin koşullarını, yaşadığı ve ürün verdiği ortamın yoğun toplumsal, ekonomik, siyasal ve dinsel gerilimleri hazırladı. Hallac’ın görüşleri ve etkinlikleri gerek devlet yöneticileri, gerek din yetkilileri tarafından kuşkuyla karşılanıyordu. Kaldı ki yeni biçimlenen tasavvuf öğretileri ve uygulamaları İslamın fıkıh ve kelam sistemiyle henüz yeterince bütünleştirilebilmiş değildi.
Hallac’ın yolculuk tutkusu ve tasavvuf deneyimlerini kendisini dinleyen herkesle paylaşma çabası şeyhlerinin de hoşuna gitmemişti. Onun İslâmî yaymayı amaçlayan yolculukları, şiddet eylemleriyle Abbasi yönetimini tehdit eden Karmatilerin yıkıcı etkinlikleriyle de ilişkilendiriliyordu. Ayrıca karısı aracılığıyla, Mezopotamya’nın güneyinde patlak veren Zenci ayaklanmasıyla bağlantı kurduğu öne sürülüyordu. Nitekim Hallac’ın “Ene’l-Hak” sözüyle Karmatilerin ve Zenci kölelerin öğretileri arasında bir koşutluk vardı. Öte yandan Hallaç, adil bir vergilendirmeden yana olan, Halife Muktedirin başmabeyincisi Nasr el-Kaşuri’yle yakın ilişki içindeydi.
Hallaç yaklaşık 911’de Sus’ta yakalanarak hapsedildi. İlk yargılanmasında Şafii kadısı İbn Sureye onun öldürülmesine karşı çıktı ve aleyhinde istenen fetvayı vermedi. Daha sonra Maliki kadısı Ebu Ömer ile İbn Mücahid ve İbn Buhlul da Hallac’ın öldürülemeyeceği yönünde karar verdiler. Büyük mutasavvıfın öldürülmeksizin tutuklu kalması ününün daha da yaygınlaşmasına yol açtı. Sonunda Vezir Hamid, Ebu Ömer’den Hallac’ın öldürülmesi yönünde bir fetva elde etmeyi başardı. Bunun üzerine Hallaç önce kırbaçlandı; ardından kolları ve bacakları kesildi, asılarak halka teşhir edildi. Başı kesildikten sonra yakılarak külleri savruldu.
HALLÂC-I MANSÛR’UN ESERLERİ
Çeşitli kaynaklarda Hallac’a dayandırılan 50’ye yakın yapıttan söz edilirse de bunlar günümüze ulaşmamıştır. Hallac’ın yapıtlarının derlenmesine büyük katkıda bulunan Fransız Katolik araştırmacı Louis Massignon’a göre Hallac’dan bugüne ulaşan metinler:
altı mektup,
350 kadar özdeyiş,
konuşmalarına ilişkin 74 özet,
80 şiir,
27 rivayet ile
11 bölümlük Kitabü’l-Tevasiri’den oluşmaktadır.