- Haberler
- Kültür Sanat
- Halide Edip Adıvar, Zafer Müzesi'ni Anlatıyor
Halide Edip Adıvar, Zafer Müzesi'ni Anlatıyor
Milli Mücadele'nin yakın tanığı, yazar Halide Edip Adıvar Türk'ün Ateşle İmtihanı kitabında şimdi Zafer Müzesi olarak kullanılan binada gördüklerine yer vermişti.
Milli Mücadele sırasında gösterdiği yararlılıkla Onbaşı rütbesi alan, Kurtuluş Savaşı sonunda Çavuşluk rütbesine yükselen Halide Edip Adıvar, Türk’ün Ateşle İmtihanı kitabı araştırmacılar için önemli bir kaynak eser ortaya koydu.
Anadolu Ajansı’nın kurulmasında rol alan, Milli Mücadele’de Yunan mezalimini raporlaştıran Halide Edip Adıvar’ın ilk basımı 1928 tarihinde İngilizce olan, sonrasında Can Yayınları tarafından basılan Türk’ün Ateşle İmtihanı kitabından ‘Ateşle imtihandan sonra gayeye varış’ bölümünde, Büyük Taarruz’dan bir gün sonrasını anlattığı bölümü aktarıyoruz:
“Afyon yolu, bir yıldır kullanılmadığı için nereden gideceğini pek bilemiyordu. Karanlık basmış, yollar görünmüyordu. Şoför de bir yanlış yola sapmıştı. İki saat sonra, tüfek seslerinden cepheye yaklaşmış olduğumuzu anladım. Yunanlıların eline düşmek ihtimalimiz vardı.
Geriye döndük. Bu karanlıkta görünen tek ışık Afyon’un yakınındaki Çobanlar Köyü’nden geliyor olmalıydı. Önümüzdeki karanlıkta başları beyaz sargılı şekiller dolaşıyordu. Yaralılar birbirine dayanarak Çay’a gitmeye çalışıyorlardı. Arabadan hemen atladım.
— Merhaba, hemşeri. Bu yol Afyon’a gider mi?
— Doğru Afyon’a çıkar. Ama yoldan ayrılmayın. Çukurlar bomba dolu.
Bunu söyledikten sonra beklemeden yoluna devam etti. Afyon’un yüksek kayalıklarını gördüğüm zaman, ortalıkta birtakım haki renkli gölgeler göze çarpıyordu. Yunanlıların yakmış olduğu evlerin harabelerinde hâlâ ateş vardı. Karargâh birkaç saat önce Afyon’a girmişti. Büyük bir evin kapısında durduk. Emirberler merdivenlerde zabitlerin eşyalarını taşıyorlardı. Zabitler odalarından çıkıyorlar ve bana:
— Merhaba, Onbaşı, diye sesleniyorlardı. Aralarında Binbaşı Tahsin de vardı. Benim tam
zamanında yetiştiğimi tahmin etmişti. Cephedeki emirberim Ali Rıza henüz gelmemişti. Fakat Binbaşı Tahsin’in emirberi Memiş bana hizmet etti. Önce yüzümü yıkadım. Binbaşı Tahsin bana:
— Hemen Başkumandan’a rapor ediniz. Çavuşu iki defadır geldi, sizi sordu, dedi. Başkumandan’ın nerede olduğunu sorduğum zaman, yandaki odada olduğunu söyledi. Sokaklar, siyahlı insan çağlayanlarıyla doluydu. Evler ışıklı. Bir kadın grubu, Kumandan’ın pencerelerine gözleri dikili duruyor. Aralarında ihtiyar bir hatun beni yakalayarak iki yanağımdan öptü. Ben de onun iki elini öperek başıma koydum. Ondan sonra sıra ile hepsi boynuma sarıldılar. Bu, zaferin temelinin kendileri olduğunu hissetmeyen bir grup. Nihayet, Sakarya günlerininkinden daha büyük bir sofa. Büyük bir masa. Zabitler dolaşıyor. Bir küçük odanın kapısı açık. Yuvarlak bir masada iki lâmba yanıyor. Fevzi Paşa ile Mustafa Kemal Paşa bir harita üzerine eğilmişler, bir şeyler konuşuyorlar. Mustafa Kemal Paşa’nın başında yüz güneş birden doğmuş gibi yüzü parlıyor.
— Safa geldin, Hanımefendi.
— Tebrikler Paşam, nihayet muvaffak oldunuz.
Bir kahkaha:
— Evet, nihayet bu işi yaptık. Buraya nasıl geldiniz?
— Az daha Yunanlıların arasına düşüyordum.
— Ben de bugün Yunanlıların arasına düşüyordum.
Bunu söylerken yine gülüyordu.
Sizin düşmeniz çok büyük bir felâket olurdu. Yine bir kahkaha:
— Gelin, Hanımefendi. Yemek yiyelim.
Fevzi Paşa karşımda oturuyor ve memnun olduğu anlardaki gibi sağ göğsüne vurup gürüldüyordu. İsmet Paşa da oradaydı. Geçmiş günlerde neler çekmiş olduğunu düşünerek Mustafa Kemal Paşa’nın neşesi insana ferahlık veriyordu.”