Sırtında heybe Haliben fırladı aniden yola!
Kıvranıyor, sallanıyordu bir sağa, bir de sola.
Bir sancı ki iman tahtasının dal ortasında.
Cinler heyheylenmişti sanki kafatasında!
Geceleyin doğruldu. İyi değildi bu hali.
Doktora ulaşmalıydı, kalmasa da mecali.
Ah.. Ne yaptı, bilemedi, ayarı kaçırmıştı.
Onca hamur işini nasıl da uçurmuştu?!
Hiç hoşaf kalmamıştı, koca hoşaf tasında.
Sildi, süpürdü her şeyi kaşla göz arasında.
Hamur işleri okkalıydı, birer kağnı tekeri gibi!
Hoşaf çukur sahanda; essah görünmüyordu dibi.
Dört ağzaçık, üç bükmeyi hayret nasıl da büktü?!
Bu yük sıska bedenine bir hayli ağır yüktü.
Kıvranarak uyandı dalgın uykusundan.
Bu başka bir sancıydı, ürperdi korkusundan!
Gece vakti, Dağbaşı, Doktor yok, hastane yok.
Ulaşamazsa şehire? İşler o zaman bombok!
Soğuk terlerle takatının bittiğini sezdi.
Bu patika yollarda az mı seğirtti, gezdi?…
Bir gayretle onca yolu nasıl da katetti geçti.
Gece yarısı demedi, kalktı şehre gitmeyi seçti.
Bastığı yeri bilmeden, sette, bette koşuyor.
Şehir ışıkları göründü, son tepeyi aşıyor.
Bir çeşme var ilerde, şırıltısı geliyor.
Haliben buraları el yordamı biliyor.
Başını daldırıyor çeşmenin aharına.
Avuç avuç su döküyor ateş çıkan bağrına.
Bir bulantı, bir kusma, yer gök karma karışık.
Birazcık rahatlama, doğsa birazcık ışık!..
Dedi: “Yarap biliyorsun. Ben günlerdir açtım.
Nimetini bulunca da biraz fazla kaçırdım.
Arif- “Saman elinse, samanlık kendinin” der.
Nimetine şükreder, onu hep ölçülü yer.”
Dedi ve çeşme başında öylece yıkıldı kaldı.
Belki dünyayı değiştirdi, belki de rüyaya daldı,
Güneşin ilk ışıkları yüzüne vuruyorken.
Köpeği Garip koşarak geliyordu ilerden.
Durdu.. Haliben’in başında yüzünü çok yaladı.
Kıpırtı görmeyince de üç beş sefer havladı.
Garip son çare Haliben’in yüzünü denkledi ve işedi!
Haliben ayıldı: “Bu çeşmenin tadı da çok berbat!..” dedi.
İyi ki sevmedi Garibinkini tiksindi, kana, kana içmedi!!.
27.08.2000
YAZARLAR
TÜMÜ