Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“HADDİ AŞANLAR” DA VAR, “AKILLI İNSANLAR” DA VAR

– 146-
Kul haddi nasıl aşıyor? Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu ile kendini hissetme izni verildikten sonra, o hissedişten sonra müstakilliğini ilan edip haddi aşıyor. Haddi aşmak budur. Kişi o yabancı görüntüye “BEN” dedikten sonra müstakilliğini ilan ediyor. Kur’an-ı Kerim’de “haddi aşmayın” denildiğinde anlayacağımız budur: Müstakillik ilan etmeyin! Ama “A” Takdim Formu “BEN” yaşantısında olanlar (örtücüler, kâfirler, fasıklar, zalimler) “haddi aşmak” ifadesini böyle anlamıyor; onu, hayatlarında bildikleri duygu ve düşüncelere göre koydukları sınırları aşmakla ilgili bir “haddi aşmak” sanıyorlar. Oysa Allah için “had” budur, Kur’an-ı Kerim’de bahsedilen “haddi aşmak” müstakillik ilan etmektir. “Haddi aşmayın”ı bunun dışında tarif etmek tamamen Kur’an’a ters bir tarif yapmak olur, tamamen yanlış ve Kur’an dışı bir tarif olur. Haddi aşma: Sen sana izin verildiği kadar kendine “BEN” dediğini unutma, bu iznin sana neden verildiğinin idrakindesin, bunu kaybetme, müstakilliğini ilan edip de bu idrakı bozma, ötesine geçme, bu idrakla yaşa! Bir kişi işleriyle böyle meşgul olursa Rabbine yönelmiş ve haddi aşmamış olur. Haddi aşarsa ne olur? Allah’ı örter, örtücü olur. Haddi aşarsa kâfir olur. Bu yüzden, tefekkürlerimizde ayetlerin meali olarak hep diyoruz ki, muhtar değilsiniz! Özgür bir iradeye, özgür bir akla fikre, hepsini toplarsak özgür bir güce sahip değilsiniz! Allah’ın dışında ayrıca güç sahibi olan bir varlık yok, zaten Allah’ın dışı diye bir şey yok! Demek ki muhtar değiliz. Öyleyse, yaşarken nasıl davranacağız? Muhtar olmadığımızı hiç aklımızdan çıkarmadan ama sanki güç sahibiymiş gibi davranacağız. Bu, kaderin yaşanabilmesi için önemli çizgidir: Muhtar değilsin ama sanki bir güç sahibiymişsin gibi davran. Bu dengeyi koruyarak yaşamak o kadar ince ve öyle bıçak sırtında ki çok dikkat etmek lazım. Dikkat edin, muhtarmış gibi davranmak sizi muhtar duruma düşürmesin. Unutmayın ki asıl hakikat şudur, şu idrakta olun: Ayrıca muhtar olan da muhtar olmayan da yok, illa Allah. İzin verildi ve “BEN” dedik, muhtar olmadığımızı idrak ettik, ama muhtar olmadığını idrak eden de YOK, illa ALLAH.
EZANI DİNLERKENKİ İDRÂK
Bu sayfada sizlerle yaptığımız tefekkür paylaşımları o kadar önemli ki… Paylaştığımız bu ilim ve onun hali, kişiyi sürekli dinamik bir mirac yaşantısına sokar. Bu tefekkürlerle, bizi hayrete götüren bilgileri peş peşe patlayan tomurcuklar gibi yakalar ve miraçları yaşarız. Bu vesileyle, bu tefekkürleri sıkı takip eden bir mübarek kardeşimizin paylaştığı bir halden bahsedeyim. Tefekkür paylaşımlarını tek tek okuyup inceleyen, söyleşilerimizin ses kayıtlarını dikkatle dinleyen bu kardeşimiz, “ben bu işi nasıl hallederim?” telaşıyla saniyesini saniyesine eklediği bir halde iken Ezan’ı dinliyor, dinlerken de bir şeyi fark ediyor. Onu e posta ile paylaşmıştı. Ezan’ı nasıl dinlememiz gerektiği bize hadislerle öğretilmiştir, değil mi? Ezan bittikten sonra okunacak salâvat bile öğretilmiştir. Ezan’ı dinlerken “Hayye ale’s-salah ve Hayye ale’l Felah”a gelindiğinde “La havle ve La kuvvete illa Billâh” denilmesi de bu kapsamdadır. Biz, “böyle tembihlenmiş” diye bunu yapıyoruz, ama öneren onu bize niye önermiş, Efendimiz (SAV) nasıl bir idrak ve nasıl bir yaşantı içerisinde ki bize öyle bir şey önerilmiş? İşte bunu o kardeşimiz Ezan’ı dinlerken yakalıyor. “Hayye ale’s-salah; haydi salâta” daveti İnsan-29 gereğidir ve bir amel içerir. Ezanı dinledik, “haydi salâta” denildi, kalkıp salâta gidiyoruz, başlıyoruz. Hangi idrakla? İnsan-30 idrakıyla! İnsan-30 idrakıyla gitmezsek (salât dâhil yaptığımız her işi o idrakla yapmazsak) “taklit ehli” oluruz. Salâta İnsan-30 idrakıyla gitmezseniz örtücü olarak gidersiniz. Peki, İnsan-30 idrakıyla gittiğimizi nasıl ifade ederiz? “Ve La havle ve La kuvvete illa Billâh” diyerek! O kardeşimiz bunu fark etmiş elhamdülillah. Müthiş bir şey, değil mi? Bunu fark etmesi ne kadar hoş bir hal, bunu kavramış olması ne kadar güzel, elhamdülillah. Salâta İnsan-29 idrakıyla yaklaşan kişi, “bende bir müstakil güç var, ben gücümü namaz için kullanıyorum” der ve örtücü olur. Salata giderken biz “öyle bir güç yok; la havle ve la kuvvete illa Billâh” diyoruz, çünkü ancak O dilemişse yapılır. “La havle ve La kuvvete illa Billâh” demekle şunu söylüyoruz: Muhtarmış gibi davranıp salâta gidiyorum ama muhtar olmadığımı biliyorum. Kalkıp salâta gitmekle muhtarmış gibi davrandık, İnsan-29’u yerine getirdik, Rabbimize yöneldik. Ama hemen İnsan-30’u hatırladık: Muhtarmış gibi davransam da muhtar değilim: “Ma teşaune (siz dileyemezsiniz) yani La havle ve La kuvvete! İlla en yeşaAllah (dileyen Allah’tır), yani illa Billâh!
İŞLERİ ÖRTÜCÜYE Mİ BIRAKACAKSINIZ?
ALLAH’I ÖRTENLER Mİ DÜNYADA BAŞARILI OLSUN?
SAVAŞ HER YERDE! SAVAŞ HER AN!

Muhtarmış gibi davranmak ama muhtar olmamak bir girdap da getirir, buna özellikle tasavvufla meşgul olanlarda rastlanır. Bu girdap İnsan-29’u kavrayamamaktan veya İnsan-30’un cazibesine fazla kapılmaktan kaynaklanır. “Fazla kapılmak” dengeyi sağlayamamaktır. İnsan-30 ve İnsan-29’un bir mana olabilmesi için dengelenmesi gerekiyor. Birini görmezden gelir de diğerine ağırlık verirseniz dengeyi sağlayamazsınız, gereksiz bir fazlalık oluşur. Denge sağlandıktan sonra olan fazlalık güzeldir! Dengesiz tek yönlü fazlalık size amelde yanlışlıklar getirir; zihni, aklı kaydırır. Ne gibi? Kişi dünya işlerinden elini eteğini çeker, “artık ben şu işleri yapmak istemiyorum” demeye başlar. “Niye?” dersiniz, “Bu işler boş, ne gerek var” der, böyle bir yanlışa düşer. Bu tamamen İslam Sistemi dışında bir haldir, yanlıştır, sapmadır. İşleri örtücüye mi bırakacaksınız? Örtücüler mi başarsın? Allah’ı örtenler mi dünyada başarılı olsun? Kişinin bir müteşebbis, bir girişimci olduğunu düşünün, bir iş yeri açıyor onlarca kişiye ekmek parası kazandırıyor. Bu işi o yapmazsa insanlara işi, aşı, maaşı kim verecek? Bir örtücü verecek. İşi, imkânları, parayı onlar mı versin? İnsanlar ihtiyaçlarını karşılamak için bir örtücünün işyerine mi gitsinler? Düşünün ki Allah rızası için savaşa katıldınız, yeri geldi göğüs göğüse savaşacaksınız. “Haydi” dediklerinde siz “savaşmaya ne gerek var, nasıl olsa hepimiz bir gün öleceğiz” deyip beklerseniz olur mu? Böyle savaşabilir misiniz? Böyle bir savaş övülmüş mü? Eğer siz Allah için canla başla savaşarak şehitliği önemsemez ve şehitliğe doğru gitmezseniz ayet ve hadislere göre yanlış yaparsınız. Biliniz ki savaş yalnızca cephede değil, her yerde! Savaş her an! Her an örtücü olmak, olmamak savaşı var ve siz zaten hayatta bu savaşın içerisindesiniz. Hatta bu savaşın “mutlaka başarı” mantalitesiyle devam etmesi gerekiyor; mutlaka başarı! Bu başarı, “muhtar değilsin ama muhtarmış gibi davran” idrakiyle dengelenmiş bir başarı olmalı. Yani başarıyı yakalamak bizi muhtar duruma düşürmemeli! Bunu ayetle öğreniyoruz: “Ma tevfîkî illa Billahi.” Hud Suresi 88 bu kadar açık söylüyor: Ayrıca başaran YOK, illa ALLAH. Herhangi bir başarıda idrakımız bu olmalı. Dolayısıyla, işlerinizde başarı sağlamalısınız ki bu ayetin gereğini yerine getirebilesiniz. Bir başarı halinde “aklımla gücümle başardım, sen de çalış ve başar” kimyasına bürünürseniz muhtar olursunuz. Sakın Muhtar olmayın. Muhtar olursanız haddi aşarsınız.
AKILLI İNSAN KİMDİR, KİME AKILLI DENİR?
Haddi aşmak denince akla “israf etmek” de gelir. İsraf nedir? Bize verilen gücü ve özellikleri yanlış kullanmak mıdır? İnsan kendindeki gücü ve özellikleri (ona ne verilmişse onu) örtücü olarak kullanırsa israf etmiş olur. Onları örtücü kullanırsanız da, hiç kullanmazsanız da israf etmiş olursunuz. Allah’ın verdiğini Allah yolunda kullanırsak israf etmemiş, doğru yapmış oluruz! Ancak o zaman israfın dışında kalırız! Ayet buyuruyor ki; onlar Allah’ın verdiğini Allah yolunda kullanırlar. Onlar akıllı olanlardır, Kur’an onlara “ül’ül elbab” der.
Akıllı insan kimdir, kime akıllı denir? Akıllı insan önemli! Çünkü bu yolda ilerlemek, cennete gidebilmek ancak akılladır. Öyleyse akıllı insan kime denir? Akıllı, öğrendiği bilgilerle hareket edendir, öğrendiklerini uygulamaya koyandır, öğrendiği bilgilere göre davranandır. Hayatınızda vardır, bazen birinin bir davranışı olur, “ne akıllı insan!” dersiniz. Niye? O bir şeyi öğrenmiştir ve o bilgiye göre davranıyordur, bu yüzden ona “akıllı” dersiniz. Akıllı kelimesinde amel vardır, ameli yönlendiren bir bilgi vardır, bu yüzden iki şeyi birden içerir; bilgi ve o bilgiye göre hareket! Akıllı insan bilgisini uygulayan, bilgiye göre davranandır. Bunu neden bastırarak söylüyorum? Bilgili insanla akıllı insanı kesinlikle karıştırmayalım diye! Bu yolda ilerlerken yapılan hatalardan birisi de odur çünkü. Kişiler bilgili olduklarında bilginin yettiğini sanarak yanılırlar. Ayetlere bakarsanız, hep ikisi beraberdir: “İllelleziyne amenu ve amilüs salihati.” Onlar zarar görmez deniyor, onlar hariç tutuluyor, onlar cehenneme gitmeyecek deniyor. Kimler? Akıllı olanlar; inananlar ve salih amel işleyenler. İkisi beraber! Bilgili olanlar değil, buna lütfen çok dikkat edin. Dikkat edin ve dinlediğiniz zaman da akıllı kişiyi dinlemeye çalışın, bilgili kişiyi değil! Çünkü, bilgili kişi şeytanın oyuncağıdır, şeytan bilgili kişiyi çabuk kandırır. Âlimler şeytanın en kolay kandırdığı gruplardandır! Bir kıssada şeytan şöyle diyor: Ben imanı kavi bir cahili zor kandırıyorum, ama âlimleri çabuk kandırıyorum. Hayattan bir örnek verelim: Deprem. Bir kişi depremle ilgili çok bilgi sahibi olsa, “depremde nasıl davranılır, konutların depreme karşı nasıl inşa edilmesi lazım, depreme karşı nasıl korunulur?”u çok iyi bilse, ama hiç bu bilgiye göre davranmasa, deprem geldiğinde korunabilir mi? Bilgili diye deprem ona zarar vermeden geçer mi? Hiç fark etmez! Siz ona “akıllı birisi” der misiniz? “Ne akılsız adam, ilk önce onun evi gitti. O kadar da biliyordu ama önce onun evi gitti” dersiniz. Ona “akılsız” damgasını basarsınız! Niye? Çünkü biliyordu ama yapmadı! Deprem konusunda akıllı kimdir? Deprem bilgisine göre tedbir alandır, yani korunmuş olandır. O hali Kur’an “müttaki” diye tarif eder. Müttaki korunandır. Bu yüzden müttaki olmak akıllı olmaktır, bilgiye göre hareket etmektir. Buna çok özen gösterelim. Kur’an’a göre akıllı, “illelleziyne amenü ve amilüs salihati” kapsamında olandır; yani “B” anlamında inanan ve onun gereğini yapan akıllıdır. Bilgili, bildiği halde tedbir almamış olan? O müttaki değildir. Ayetlerde geçen “akletmeyecek misiniz?” uyarısına bir de böyle bakalım mı?

Edep; Ya Hu -146-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER