Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

HACI BEKTAŞİ VELİ VE SARI SALTUK

Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında evliyanın büyüklerinden birisi de Hacı Bektâşı Veli’dir. Asıl adı, Seyyid Muhammed bin İbrahim Ata olan Hacı Bektaşı Velî 1281 (H.680)’de tarihî Türk şehirlerinden birisi olan Nişabur’da doğmuştur. Seyyid olup soyu Hz. Ali’ye dayanır. 1338 (H.738) tarihinde Kırşehir yakınlarında vefat etmiştir.
Bektaşı Velî küçük yaşta iken ilim öğrenmesi için, âilesi tarafından Ahmed Yesevî’nin halifesi Şeyh Lokman-ı Perende’ye teslim edilmiştir. Hacı Bektâşı Velî tahsilini tamamladıktan sonra Anadolu’ya geldi. Halka doğru yolu göstermeye başlayıp, kıymetli öğrenciler yetiştirdi. Kısa zamanda herkes tarafından tanındı ve büyük iltifat/övgü ve rağbet/değer gördü… Bundan dolayı Osmanlı sultanları tarafından sayılıp, sevildi. Hacı Bektaşi Velî Orhan Gâzi ile sohbet etti. Kuruluşu Orhan Gâzi dönemine kadar götürülen Yeniçeri ocağı kurulurken duada bulundu. Onlara İslâmiyet’ten ayrılmamalarını nasihat etti. Böylece Hacı Bektâşı Velî’yi kendilerine manevi pir olarak kabul eden bu ordu, manevi hayatını ve disiplinini O’na bağladı. Hacı Bektâşi Velî asırlarca Yeniçerilerin piri, üstadı ve manevi hamisi olarak bilindi. Büyük evliya Hacı Bektâşi Veli’nin derslerini dinleyen, sohbetlerine katılan ve ondan feyz alanlara tasavvuftaki usule uyularak “Bektâşi” bu yola da “Bektâşiyye” veya “Bektaşilik” adı verildi. Bektâşiler zamanla azaldı. İki üç asır sonra hakiki Bektâşilik unutuldu. Timur Han’ın önünden kaçan Hurufiler kendilerini kurtarmak için Bektâşi tekkelerine sığındılar. Kendilerini Bektâşi gibi göstererek bu tarikatı kendilerine siper olarak kullandılar. Haramlara helal, nefsin arzu ettiği kötü isteklere serbesttir demekle, bozuk ruhlu insanlar arasında yayıldılar. Halk arasında anlatılan Bektaşi fıkraları bu sahte Bektâşilere aittir (Arif, 2012, s. 9-10).
Bektâşiliğin felsefesini “Eline, beline, diline sahip olmak” düşüncesi oluşturur ki, ele, bele ve dile sahip olmak aynı zamanda İslâm ahlakının temelini oluşturur.
Anadolu’nun Türkleşmesinde ve İslâmlaşmasında büyük etkileri olan tarikatların Rumeli’nin İslâmlaşması ve Türkleşmesinde de büyük tesirleri olmuştur. Hacı Bektâşı Velî’nin halifesi Sarı Saltuk’u, henüz Türk ordularının ulaşamadığı bir dönemde, Rumeli topraklarına, İslâm’ın sesini duyurmak üzere gönderişi, üzerinde çeşitli yorumlar yapılmaya değer katacak kadar büyük önem arz eder. Gürcistan beyini İslâmlaştırıp, O’na elini öptüren Sarı Saltuk Rumeli’de gerçekten, başarılı faaliyetlerde bulunmuştur.
Hacı Bektâs halifelerinin, İslâmlaştırma işini rastgele değil de, belli bir organizasyon ve mantıklı bir plana göre yaptıkları açıktır. Halifelerinden bir kısmını Rumeli’ye gönderen Sarı Saltuk, Kara Donlu, Barak Baba, Hoy Ata ve Can Baba gibi halifelerini de, Moğol zümrelerini İslâmlaştırmakla görevlendirmişti. Bu, programlı sıkı faaliyetlerin sonucu, çok sayıda Şamanist Moğol kabileleri İslâm’a girmişti (Cebecioğlu, 1991, s.18).
Osmanlılardan önce bir İslâmlaşma olayı da Sarı Saltuk’un müridleri ile Rumeli’ye geçmesi, Dobruca’da İslâmiyeti yaymasıdır. Orada evliya olarak tanınan Sarı Saltuk’un hâtırasına İbn Batûta şahid olmuş; Evliya Çelebi ve diğer Osmanlı eserlerinde de yaşamıştır. H. 632 (1263) de Rumeli’ye geçen Sarı Saltuk ile aynı zamanda Moğollara mağlup olarak Bizans’a kaçan II. Keykâvus ve tâifesi arasında da bir ilişki vardır. Keykâvus imparator tarafından mensupları ile Rumeli’ye sürgün ve haps olunmuş; bazı beyleri ve oğlu İstanbul’da zorla Hıristiyan edilmişti. Dobruca’da yaşayan bu Müslüman Türk topluluğu daha sonraları Hıristiyan olmuştur ki Gagauz (Keykâvus)ların da aslında bu Müslüman Türkler olduğu gözüküyor (Turan, 1969b, s.192).
Meşhur İslâm ansiklopedisi âlimi Yâkut, 1228’de, Halep’te Hanefi mezhebi üzere tahsilde bulunan, yüzleri ve saçları sarışın bir Başkırt taifesine/grubuna rastlamış; onlardan akıllı birisine memleketleri ve durumları hakkında bilgi sormuş ve “Memleketimiz İstanbul’un ötesinde Efrenç ümmetinden Hungar (Macar) denilen bir kavmin ülkesinde olup otuz köy halinde kıralın tebeası Müslümanlarız, Macar kıralı, isyan ederiz endişesiyle, hisar yapmamıza izin vermez. Biz tamamıyla Hıristiyan memleketler ortasında bulunmaktayız. Kuzeyimizde Slavlar, güneyimizde Frenklerin prensi ve İsa’nın vekili olan Roma papasının memleketleri, doğumuzda Rum memleketleri vardır ve Endülüs bizim batımızdadır. Dilimiz Efrenç dilidir; onların kıyafetindeyiz ve savaşta da hizmetlerinde bulunuruz” cevabını almıştır. Hıristiyanlar arasında nasıl Müslüman oldukları sorusuna karşı da: “Ecdadımızdan işittiğimize göre eski zamanda Bulgar (İtil) diyarından yedi Müslüman gelerek aramıza yerleşmiş; bizi tatlı sözlerle hatalarımızı söylemiş; doğru yolu göstermiş ve Müslüman olmamıza sebep olmuşlardı. Biz buraya Fıkıh tahsiline geldik. Memleketimize dönünce halk bize itibar edecek ve din işlerini idaremize verecektir. Memleketimiz ile Halep arasında bulunan İstanbul’un her iki tarafa uzaklığı iki buçuk aylık yoldur cevabını vermiştir” (Turan, O. 1969b. s.191).

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER