• Haberler
  • Genel
  • Görmez'den faizsiz bankacılık uyarısı – Kocatepe Gazetesi

Görmez'den faizsiz bankacılık uyarısı – Kocatepe Gazetesi

Güncel Dini Meseleler İstişare Toplantısı’nda Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez de konuştu. Görmez, hayatın her alanında iktisat yapılması gerektiğini söyledi İşte Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in konuşmasının tam metni:Sözlerime bir dua ile başlamak istiyorum. Cenab-ı Hak'tan, bu gün üçüncüsünü düzenlediğimiz ‘Güncel Dinî Meseleler İstişare Toplantısı’nı müsmir ve bereketli kılmasını niyaz ediyorum. [&hellip]

Görmez’den faizsiz bankacılık uyarısı

Güncel Dini Meseleler İstişare Toplantısı’nda Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez de konuştu. Görmez, hayatın her alanında iktisat yapılması gerektiğini söyledi

İşte Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in konuşmasının tam metni:
Sözlerime bir dua ile başlamak istiyorum. Cenab-ı Hak’tan, bu gün üçüncüsünü düzenlediğimiz ‘Güncel Dinî Meseleler İstişare Toplantısı’nı müsmir ve bereketli kılmasını niyaz ediyorum.
Bu toplantılardan ilki, 18-20 Mayıs 2002 tarihlerinde İstanbul’da yapılmış ve Dinin anlaşılması ve yorumlanması konusundaki metodolojik yaklaşımlar gündeme getirilmişti. Bunun yanında başta hac olmak üzere çeşitli ibadet konuları güncel bir perspektiften ele alınmıştı. Aynı şekilde kadın problemleri ile ilgili dini tartışmalar da bu toplantının gündem maddelerinden biriydi.
Bundan beş yıl sonra yapılan ikinci toplantı ise, daha çok güncel fıkıh problemleriyle ilişkiliydi. Bu toplantının üç ana maddesi vardı:
Sosyal hayatla ilgili problemler
Dini açıdan problem oluşturan tıbbî meseleler
Ticârî ve iktisâdi muamelelerden kaynaklanan fıkhî meseleler.
Öyle anlaşılıyor ki üç yıl aradan sonra düzenlediğimiz bugünkü toplantıda, nazar-ı dikkatimizi daha dar bir alana teksif etmiş bulunuyoruz. Zira bildiğiniz gibi bugünkü toplantının oturumları, sadece iktisadî ve ticârî konulara münhasırdır. Toplantı gündemlerinin bu şekilde genelden özele doğru bir seyir takip etmesi, umulan faydanın elde edilmesi bakımından oldukça önemlidir.
İslam’ın iktisad anlayışı
İslami anlayışta, iktisad, kendi haline bırakılmış kapitalin mecrasını gözlemleyen bir bilim değildir. İslam, ferde servet sahibi olmayı çok gören, baskıcı bir anlayışı da kabul etmez. İslam zaviyesinden bakıldığında iktisâd, sadece ticari hayata inhisar edilemeyecek kadar kapsamlı ve şümullü bir kavramdır. İktisad, kazanma (iktisap) ve harcamadan (infakta) tutun, hayatın bütün alanlarında itidalden ibarettir. İtikatta iktisad, ibadette iktisat, hayatın her alanında iktisat…
Söz ticari muamelelere geldiğinde ise; İslam’ın iktisat namına ortaya koyduğu şeyler bir bütün olarak, nasıl kazanmalı ve nasıl harcamalı sorularının cevabıdır. Zira ne kadar karmaşık olursa olsun bütün iktisadi haksızlıkların temelinde çok basit bir his vardır. Yaşanılan bütün iktisadi tecavüzlerin kökeninde “sen çalış ben yiyeyim” bencilliği yatar. Benciliğinin mağlubu olan insan, aldatmaktan, sömürmekten, zulmetmekten çekinmez.
İslam sömürü düzenine karşı son derece sade ve külli hükümler getirmiştir. Bu hükümler, insanlık bencillik marazıyla malul olduğu sürece konduğu günkü tazeliğini ve canlılığını sürdürmeye devam edecektir. Evet, asr-ı saadetten günümüze kadar, iktisadi yapıda çok önemli değişiklikler olmuştur.. Özellikle son birkaç asırda daha yeni ve daha karmaşık ticari muamelelerin ortaya çıktığı hepinizin malumudur. Mal, hizmet, değer, para gibi iktisadın temel kavramları daha derin ve daha karmaşık anlamalar kazandığı da doğrudur. Fakat bu çeşitlilik ve karmaşıklık karşısında İslam Peygamberi’nin bu günün ölçüleriyle, ancak bir kasaba sayılabilecek bir şehrin, küçük bir pazarında, bir hurma teknesinin başında irad ettiği ‘bizi aldatan bizden değildir’ sözü, bu gün dahi bütün sadeliğiyle hükümfermadır.
Bankacılık:
1.Faizsiz bankacılık denildiğinde konunun fetvâ ile ilgili iki yönü vardır. Başka bir deyişle karşımızda bu konuyla ilgili olarak iki müstefti bulunmaktadır. Bunlardan ilki, bu müesseselerle çalışan, bu müesseseler vasıtasıyla yatırımda bulunan fertlerdir. Nitekim bu konuda din işleri yüksek kurulumuza önemli sayıda soru gelmektedir.
Bu konudaki ikinci müstefti ise bizzat bu kurumların kendileridir. Bu kurumlar da yaptıkları iş ve işlemlerin İslam’a uygunluğu noktasında ilim adamlarının bilgisine başvurmak durumundadır. Kuşkusuz, soruların iki taraflı olması, bu kurumların kendilerini yenilemeye ve daha güçlü bir yapıya kavuşmalarına vesile olacaktır. Dolayısıyla bu konudaki istifta-ifta ilişkisi, faizsiz bankacılığın daha da gelişebilmesi açısından son derece önemlidir. Zira bu müesseselerin ülkemizdeki geçmişi yaklaşık 25 y��ldan ibarettir. Takdir edersiniz ki bu süre, bu konuda gerekli tecrübeyi kazanabilmek için yeterli bir süre değildir.
2.Gün geçtikçe, yatırım, teşebbüs, harcama gibi kavramların daha çok gündemimize girdiği bir çağda faize bulaşmadan, helalinden iktisadi hayata katılma ihtiyacı ve talebi günden güne artmaktadır. Bu müesseselerin faaliyet hacminin giderek genişlemesi de bu konudaki ihtiyacın ve talebin fazlalığını göstermektedir.
Fakat, bankaların toplumsal karşılığının olması, bu konuda ciddi bir talebin olması, bu müesseselerin kendilerini alternatifsiz görmeleri sonucunu doğurmamalıdır. Bu alternatifsizlik, söz konusu müesseselerin kendilerini merkez alarak, kar-zarar bölüşümünü tek taraflı olarak belirledikleri bir sisteme de dönüşmemelidir. Aynı şekilde faizsiz yoldan yatırımda bulunmak isteyen kimse de faizden kaçmak isterken daha ağır bir mali yükle karşı karşıya bırakılmamalıdır. Bu müesseselere ihtiyaç duyulması, adaletsiz uygulamalar için bir fırsata dönüştürülmemelidir. Bankacılık, kalkınmayı sağlayan adaletli bir araç olarak değerlendirilmelidir.
Varlığını, toplumdaki dini hassasiyete borçlu olan kurumlar, ticarî faaliyette bulunmanın ötesinde bir misyon taşıdıklarının farkında olmalıdır.
Faiz-enflas-yon-ticari muameleler konusundaki metot.
1.Gerek hukukî hükümler gerekse dini hükümler bireylerin tasarrufları için sınırlar (hududullah’ı geniş yorumlamak gerek) koyar. Bu sınırlar, helaller ile haramlar arasını ayıran sınırlardır. Bu sınırların içinde kalan kısım helal alanı; dışında kalan kısım ise haram alanı ifade eder. Bu sınırın delilsiz, hüccetsiz ve keyfi bir şekilde genişletilmesi Allah’ın hakkına tecavüzken, daraltılması ise kulun hakkına tecavüzdür. Bu açıdan Yüce Allah tarafından konulan sınırların yerinin değiştirilmemesi son derece önemlidir. Maalesef bu konuda zaman zaman itidalden uzak iki farklı yaklaşımla karşı karşıya kalabilmekteyiz. Bunlardan ilki sedd-i zeria prensibinin aşırı bir şekilde uygulanmasıdır. Harama giden yolların kapanması adına, zaman zaman helal olan şeylerden vazgeçildiği, hatta bunun fetva marifetiyle tamim edildiği görülmektedir. Bu yaklaşımın neticesinde zanlar, şüpheler hatta vehimler zihinlere yön verebilmektedir. Bu durumdan kurtulabilmenin yolu zannı, şüpheyi ve vehmi, ilme hatta yakine dönüştürebilmekten geçmektedir. İşte bu görev ilim adamlarına düşmektedir. Öyleyse, gerçek rahmet ve bereket, alimlerin ictihadındadır. (ihtilafın rahmet olduğu söylemine tariz var).
Bu yaklaşım tarzının karşı tarafında başka bir yaklaşım daha vardır ki; o da ticarî konuları ele alırken, ihtiyaç ve zaruret kavramlarını aşırı bir şekilde kullanmaktır. Maalesef, zaruret ve hacet kriterleri üzerinde yeterince durabilmiş değiliz. Örneğin zekattan muaf olan mallardan sayılan “havaici asliye”, kavramı bir anda riba bahsinde aktif bir rol üstlenebilmekte ve ev, araba gibi şeylerin edinilmesinde faize girilmesinde sakınca görülmeyebilmektedir.
Bu durumda, ticari konular hakkında manzara sisli, puslu ve muğlak kalmaktadır. Belki ilim adamlarımız bu fikrime iştirak etmeyeceklerdir. Ancak dışarıdan görülen manzara maalesef önemli ölçüde bu şekildedir.
2.Kuşkusuz özelde ticari konular genelde ise her türlü güncel konu ve sorun hakkında takip ettiğimiz metodu yeniden gözden geçirme ihtiyacımız vardır. Bu konuda söylenecek çok şey olduğu muhakkaktır. Ancak ben birkaç hususa temas etmekle iktifa etmek istiyorum.
Burada, toplantımızın adında da geçen “güncel” ifadesine özellikle dikkat çekmek istiyorum. Aslında riba bildiğimiz ribayken, alışveriş bildiğimiz alışveriş iken, üzerinde tartıştığımız bütün bu konuları güncel yapan şey nedir? Bu konu üzerinde biraz durmalıyız. Güncellik kavramı değişimle ilişkilidir. Yani, Problemler eski problemler olmakla birlikte yeni mahiyetler yeni formlar yeni yönler kazanmaktadır. Bugün yapmamız gereken şey işte bu değişimi iyi takip etmek ve bu değişme “yokmuş gibi” yaklaşmamaktır. Hükümlerin belirli bir formu ve ruhu olduğunu nazarı itibara alarak, formu taşıdığımız gibi ruhu da günümüze taşımalıyız. Hükümlerin ruhu ise hikmet-i teşriin anlaşılmasıyla mümkündür. Başka bir deyişle hüküm vermek, hükümlerin birer şablon gibi ele alınıp bir furû-ı müteferrika’ya mekanik bir tarzda tatbikinden ibaret değildir. Hikmete istinat etmeyen bir şekli bir hüküm, ruhsuz bir bedene benzer. Aynı ruhu taşıyan bir insanın, zaman içerisinde fiziki açıdan değişmesi ne kadar tabii hatta zaruri ise hükümlerin -“kendi” kalabilmek için- değişebilmesi de o kadar tabiidir. Sadece şekle itibar edilip maksadın, mananın, gayenin, mağzânın ihmal edilmesi şeklinde gerçekleşen bir faaliyet, “fıkh” kelimesinin etimolojisi ile de çelişmektedir. Zira hepinizin bildiği gibi fıkh, dikkatü’l-fehm olarak ifade edilmiştir. Fıkh, zahir ötesinde, lafızların derununda yatan dakik manaya ermektir. Öyleyse, madem ki karşımızda “güncel” konular var; bizim de bilgi ve bakışımızı “güncel” hale getirmemiz son derece önemlidir. Zaten burada bulunuş gayemiz de bundan ibarettir.
Sabit hüküm ile değişken vakıa ilişkisini dikkate almaktan bahsederken, “Riba’nın hükmü nedir?” sorusunu yeniden sormayı teklif etmiyorum. Zira bu İslam’ın en açık sabitelerinden biridir. Fakat “ribâ nedir ve hangi muameleler ribevîdir?” sorusunu, üzerinde durduğumuz zeminin daha da sağlamlaştırılması bakımından yanıtlamamız gereken bir soru olarak görüyorum.
3.Gözlemleyebildiğim kadarıyla gerek iktisadi konularda gerekse diğer fıkhî problemler karşısında biraz geriden geliyoruz. Yani meseleler toplumun gündemine iyice girmeden ve bu konuda belirli teamüller ve anlayışlar oluşmadan biz bu konuları gündemimize alamıyoruz. Bu durumda, söz konusu teamül toplumda iyice yerleştikten sonra verilen hükmün de toplum üzerinde beklenilen tesiri meydana getiremediğini görüyoruz. Tabii ki; İmâm Şâfiî’nin “ben vuku bulmamış bir konu hakkında hüküm vermem” sözünün, hele hele kurumsal bir fetvâ merciî açısından benimsenmesi gerektiğini düşünüyorum. Fakat vuku bulmuş konular hakkında geç kalınmamasını da aynı derecede önemli buluyorum.”

Bakmadan Geçme