Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

GERÇEK HİCRET “A” TAKDİM FORMU”NDAN“B” TAKDİM FORMU”NA HİCRETTİR

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 17 Şubat 2018 Cumartesi 12:44:59
 

– 108 –
Bir kıssa vardır, Rabbi Hz. Yakub’a Hz. Yusuf’tan niye uzak kaldığını söyler. Yıllarca niye uzak kaldı? Bir Rasule söyleniyor, dikkat edin: Diğer çocuklarına “onu kurtların yemesinden korkarım” dedin, onu Allah’a teslim etmedin, “Onu Allah korur” demedin, Allah’ın koruyacağına güvenmedin, böylece ondan uzak kaldın… Bir rasulle ama bize öğretiliyor. Rasul sadece zorluğa, zor bir role tabi oluyor. Değilse o zaten bir rasul ve yanlış yapmaz. Biz Allah’a sığınmayı adet haline getirip o korkuyu yaşayalım diye! Öyleyse bu sığınma ve teslimiyeti, bu korkuyu yaşamamız lazım. Ayeti okuyunca Rasulün yanlış yaptığını düşünürseniz, onu sessizce kınama ve eleştirme telaşına düşünce, insan Allah’tan korunmayı, ona sığınmayı ve ona teslimiyetini unutabiliyor.   
KADER KONUSUNU TEREDDÜTSÜZ HALLEDİNCE HERŞEY ÇOK KOLAY ÇÖZÜLECEKTİR
Aslında kaderi çok önemsemek ve mutlaka halletmek gerekiyor. Kader konusunu hadislerden, ayetlerden tekrar tekrar okumalı, takıldığımız noktaları çözünceye kadar uğraşmalıyız. Onu halledinceye kadar gerçekten bilenlerle konuşmak, sorup araştırıp öğrenmek lazım, bilenlerle! Mutlaka kader konusunu halletmek gerekir, mutlaka! Kader konusunu tereddütsüz halletmiş olmak lazım. Onu hallettiğiniz bu yolda herşey çok kolay çözülecektir. Mesela öfke! Öfke kader konusunu hallettiğiniz ölçüde çözülecek bir şeydir. Kader konusunu anladım ama öfkeyi çözemiyorum diye bir şey olamaz, olmaz! Kader konusunu anladım ama hoşgörüyü çözemiyorum diye bir şey olamaz, olmaz! Kader konusunu anladım ama “A” Takdim Formu”ndan kurtulamıyorum diye bir şey olamaz, olmaz! O anlaşıldığı ve idraklaştığı ölçüde diğerleri oluşur, hepsi/her şey ona bağlıdır! Aslında (bu yüzden) öfke yutulması gereken bir şey değildir, yani onu yutmak marifet değildir. “Yutmak” bir başlangıçtır, asıl önemli olan öfkelenmemektir. Öfkelenmemek gerekiyor. Fiillerin tecellisini yaşayanın, fiilleri Rabbinden bilenin bu manada öfkesi olabilir mi? Artık onda ancak haşyet vardır, sığınma vardır, korku vardır, merhamet isteme vardır. Onda tanrılığını savunma amaçlı bir hücum, bir kınama yoktur, olamaz.
HZ. ALİ O FONKSİYONA SAHİP ÇIKSAYDI…
Rasulullah’ın verdiği hükme razı olmayıp da kendisine gelene, Hz. Ömer’in kılıcıyla hüküm verişi mesela bunu gösteriyor. Eğer korumaya çalıştığınız Allah’ın sistemi ise, sisteme ait o anki mücadelede mücadelenin gereği neyse onu yaparsınız. Siz sistemi korumaya çalışıyorsunuz, sistemi korumaya çalıştığınız zamanın konjonktürün gereği neyse, o yöntemden yararlanırsınız. Eğer koruduğunuz şey ilan ettiğiniz tanrının hakları değilse, kesinlikle öfke yoktur. Bir mücadele vardır ve o öfke değildir. “B”de öfkenin olmadığı, Hazreti Ali’nin savaştaki şu halinden, şu kıssasından da çok güzel anlaşılır. Kılıcını sallarken nihayet yere düşürdüğü bir kişiye kılıcını son kez vuracağı zaman, kişinin Hz. Ali’ye tükürmesi sonucu, Hazreti Ali birden kafasını salıyor ve kılıcını da çekiyor; “biraz önce seni Allah için öldürecektim, ama şimdi bu tükürüğün beni öfkelendirdi, eğer öldürürsem kendim için öldürmüş olacağım” diyor ve onu bırakıyor. Müthiş bir örnek değil mi? İkisinde de kılıç var, iki halde de savaşın içinde, bir savaşta. Ama birisinde, bu yaptığım “Ali’nin haklarını” korumaya girecek diye ödü kopuyor. “A”ya ait bir fonksiyon geldi onu savaşta buldu. “A” sürekli yeni fonksiyonlar üretir” diyoruz ya, savaşın ortasında ona o kişinin tükürüğüyle bir fonksiyon üretti. Ama bu mücadeleyi bilen Hazreti Ali radıyallahu anh, daha o fonksiyon devreye girmeden, yazılımını oluşturmadan onu anti virüs programıyla sildi, fark ettiği için ona sahip çıkmadı. O duyguya sahip çıksaydı, “sen bunu bana nasıl yaparsın.” diye, bir buradan bir oradan sallardı kılıcını, iki defa sallardı, ama hiç sallamadı. Fark ettiniz mi?
“NUR YİYİCİ” BİR CÜMLE
O “A” yapıyı dilinden tanıyarak mücadele etmek de çok önemlidir.
Mesela, bir kişi fiillerin tecellisini, esas kaynağını okudu, idrak etti, hemen içinde konuşmaya başlıyor: Bunu fark etmem ne iyi oldu. Aferin bana. Oysa “Bunu fark etmem ne güzel oldu”dan sonra “Aferin bana” değil de “hayrlı oldu, elhamdülillah” demek iyi olur. İkinci cümleyi fark edin, o “A”ya aittir, nur yiyici cümledir, “aferin bana” cümlesi nur yiyicidir, daha öncekileri yer bitirir. Dolayısıyla, sürekli izini sürüp, fark edip, “A”ya ait olanı bırakacaksınız, söylemiş olsanız bile. Onu söylemiş olsanız bile, fark edip, “estağfirullah” deyip Allah’a sığınmanız önemli bir mücadele ve “La ilahe illallah” zikrullahıdır, hatayı sevaba çevirir. Kişi dile getireceği duygularını Elhamdülillah Platformu’nda söylerse güzel olur. Mesela, bu yazıları takip eden ve memnun olan bir arkadaş “ne kadar da güzel şeyler öğreniyorum, ilmime çok şey katıyorum, çok hoş oluyor” derken bunları Elhamdülillah idrakıyla söylerse; “Allahım bize böyle bir şey nasib ettin, Sen dilediğin için bu nasip oluyor” diyebilir. Duygularını Elhamdülillah Platformunda söyleyince yanlış olmaz, yani “A” ya ait olmaz. Elhamdülillah demek “bu işte benim hiçbir iddiam yok Allahım” demektir, “Allahım bana böyle bir rol verdiğin için, bana böyle dilediğin için müteşekkirim” demektir. Bir tanrı cümlesi olan “Allahım bugün iyi yaptım” gibi cümlelerdeki mana yoktur orada. Eğer Elhamdülillah Platformu’nda değilse, “A” devreye girer ve “bu yazıları okumakla iyi bir iş yapıyorum, başka işler de yapabilirdim ama bunlarla meşgulüm, aferin bana” cümleleri başlar. Bu cümlelerin hiç ortaya çıkmaması lazım!
MÜCADELEYE DAİR BİR KARAR ALMAK TÖVBEDİR
“A”ya ait cümle ve davranışların hiç ortaya çıkmaması için ne yapmalıyız? Bu mücadeleyi yapmalıyız. Böyle yapınca, böyle yapa yapa o hal oluşur, mekanizması budur: Rahatsız olmak, tövbe etmek ve hedef koymak, yani dua etmek. Öyleyse “A”dan sürekli rahatsızlık duymak, çok rahatsız olmak ve o rahatsızlıkla ilgili bir karar almak gerekiyor. Karar budur ve kararın diğer adı tövbedir. Bir karar almak tövbedir. Karar alabilmek (tövbe edebilmek) için Mürid ismi, talip olana çok önemlidir. Tövbeden sonra bir hedef koymak yani dua yapmak da gerekiyor. “A”ya ait bir işi bir daha yapmayacağınız bir hale ancak böyle gidersiniz. Dua bir hedefinizin olmasıdır. “Duaları olmasa neye yararlar” ayeti “bir hedefi olmasa insan neye yarar” anlamındadır da. İnsanı insan yapan hedefidir. İnsanı insan yapan o hedef nedir biliyor musunuz? “Ve lem yekün lehü küfüven Ehad.” İşte bu hedefi olmasa insan neye yarar. Onu önemli yapan bu hedeftir, bu duadır.
HAMİD VE ŞEKUR İSİMLERİ
KAPSAMINA GİREBİLMEK
Çok önemlidir dediğimiz bir diğer konu Hamid ve Şekur isimleri kapsamına girmek idi. Mesela biz, “Ve lem yekün lehü küfüven Ehad” hedefine ulaşmamız için bizde açığa çıkan farkındalığa şükrederiz. Açığa çıkana şükretmek veya başka bir şeye şükretmek Şekur ismi kapsamında olmaktır. Şöyle ki: Siz “B” Takdim Formu”na girmişseniz, kendinizi “B” sırrında durum tespiti yapıyor halde bulduğunuzda zaten şükrediyor olursunuz, söylemeseniz bile siz o zaman Şekur ismi kapsamındasınız. Çünkü zaten siz o yola çıkarken; “gören Allah, bilen Allah, veren Allah, illa Allah” deyip çıktığınız ki gerçek şükür budur. Şekur ismi kapsamı budur. Bir de Hamid ismi kapsamında olmak var. Siz yaşadığınız bir şeyi yorumlarken, bir fikir ileri sürerken Hamid ismi devreye girer. O zaman da siz, “bunun takdiri Allah’a aittir; Elhamdülillah” demiş olursunuz. Böylece Hamid ismi kapsamına girersiniz. Hiç söylemeseniz bile hamd halidir, kendiliğinden. Şükür de Hamd de yaşanan bir şeydir zaten.
Elhamdülillah Platformu’nda yaşamak önemli! Hissettiğimiz şükran duygusu bize ister istemez bir sevinç getirir. Bu sevinç duygusu bazen coşkuya dönüşebilir. Eğer Elhamdülillah Platformu’nda olursa bu cezbeyi oluşturur. Bu sevinç ve cezbe elhamdülillah halinin yaşanışı kaynaklıdır, “A”ya ait değildir.
ZİKRULLAH İLE O MANALARIN
AÇILMASINI SAĞLAMAK GEREKİYOR
Bunları okuyorsunuz ve belki de çok gayretli olan bazılarınız “yarından itibaren inşaAllah böyle yapacağım” diyorsunuz. Bu gayet faydalıdır, ama yarından itibaren hemen her şeyiniz öyle olmaz. Öyle olması için, o halin olması için çok önemli çalışmalar gerekir. Bunlardan birisi “esma zikrullahı”dır. Esma’ül Hüsna’ları çok önemsemek lazım. Çünkü onların sizde açacağı manalar, sizin “ben artık şöyle yapacağım” demenize gerek kalmadan sizin öyle yaşamanızı sağlar. İzah edebildim mi? O manalar açılınca, bir plan yapmanıza gerek kalmaksızın siz öyle yaşıyor olursunuz zaten. Zikrullah ile o manaların açılmasını sağlamak gerekiyor. Ama lütfen çok dikkat edin, “B” idrakıyla olan yapıda.
“ESAS HİCRET” TANRILIK İLANINDAN
VAZGEÇİP, ORAYA “LA İLAHE” DEYİP
 “İLLALLAH” FORMUNDA OLMAKTIR
Önceki paylaşımlarımızda Hicret’e değinmiştik, bütün bu söylediklerimiz için hicret gerekiyor. Hicret çok önemlidir, hicret olmadan cennet olmaz, “B” yaşantısı olmaz. Cennetin çok önemli bir şartı hicret etmektir. Hatta takvimin başlangıcı için bile Hicret’i almışlar, “Hicri Takvim Yılı” diyoruz. Değişik önerilere rağmen, Efendimiz’in doğum günü gibi önerilere rağmen oturup, tartışıp Hicret’i başlangıç alıyorlar. Çünkü hicretin nasıl bir beyaz sayfa açmak olduğunu fark ediyorlar, bir idrakten bir idraka geçmek olduğunu biliyorlar elhamdülillah. Bir idrakten diğerine geçmek, göçmek hicrettir ve bu hayatımız için çok önemlidir. Gerçek hicret “A” Takdim Formu”ndan “B” Takdim Formu”na hicrettir, “Esas Hicret” tanrılık ilanından vazgeçip, oraya “La ilahe” deyip “İllallah” formunda olmaktır. Bu hicreti kim önemser? Talip olan! Hicret önemsendiği zaman, “A” Takdim Formu”nda yaptığınız neler varsa teker teker “B” hanesine taşırsınız. “A” Takdim Formu”nda bir insan nelere önem veriyorsa hepsini taşımalıdır. Kişi hayatındaki tüm kriterleri düşünüp “ben kendimi tanrı ilan ettiğimde benim için önemli kriterler şunlardı, hicrette onları tekrar ele almalıyım” der. “Bunlar gümrükten geçmez, hicrette bunları kapıdan almazlar” der ve o kriterleri “B”ye uygun hale getirir, kapıdan geçmeyenleri terk eder. Terk etmelidir, ter etmeliyiz. “A” Takdim Formu”nda edinmiş olduğunuz tüm alışkanlıkları ve adetleri terk etmedikçe hicret olmaz. Adet, gelenek ve görenekleri terk etmedikçe hicret olmaz. Bu yüzden terk etmek, terk edebilmek önemlidir. Terk etmek, “A”da ne kazanmışsan terk etmektir, senin için orada ne vardıysa terk etmektir. “A” Takdim Formu”ndayken şöyle olanlara çok önem verirdim” dediğiniz kriterleri “B”ye göre yenilemektir. Birisini önemli sayacaksanız “B” Takdim Formu”nun kriterlerine göre ele alıp ona göre saymalı, ona göre dostlar edinmeli, “önemli” mefhumunu ona göre oluşturmalısınız. Özellikle, “A” Takdim Formu”nda neleri ve kimleri sevmişseniz onları yeniden sevmek lazım. Ben seni tanrı gözüyle sevmiştim, o sevgiyi terk ediyorum diyerek sevgiyi “B”nin kriterleriyle yeniden oluşturmak lazım. Buna çocuğunuz dâhil, anne babanız, eşiniz dâhil, her şey buna dâhil. Ben seni tanrı gözüyle sevmiştim deyip o sevgileri bile yenilemek gerekir. Duygular da öyle! “A” Takdim Formu”nda, tanrılık halinde ne tür duygular varsa hepsini “B” haline taşımak lazım. Bu hicrette, eşya taşır gibi hepsini teker teker taşımak gerekiyor. Neyi unutmuşsanız, dönüp alıp “B”ye getirmeliyiz. Neler bu kapıdan geçmiyorsa, onları da tereddütsüz orada bırakmalıyız.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER