Fransız Devrimi’nden başka devrimler de konuşulmalı
Afyon Kocatepe Üniversitesi tarafından her hafta Çarşamba günü sabah 07.00 ile 08.30 saatleri arasında Ahmet Necdet Sezer Kampusü Sosyal Tesislerinde düzenlenen Çarşamba Sabah Toplantılarının bu haftaki konusu “Fransız Devrimi ve Etkileri” idi. Toplantıya İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet Kemal Bayram başkanlık yaptı Yrd. Doç. Dr. Bayram, Türkiye’de genel olarak [&hellip]
Afyon Kocatepe Üniversitesi tarafından her hafta Çarşamba günü sabah 07.00 ile 08.30 saatleri arasında Ahmet Necdet Sezer Kampusü Sosyal Tesislerinde düzenlenen Çarşamba Sabah Toplantılarının bu haftaki konusu “Fransız Devrimi ve Etkileri” idi. Toplantıya İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet Kemal Bayram başkanlık yaptı
Yrd. Doç. Dr. Bayram, Türkiye’de genel olarak neden İngiliz Devrimi değil de daha çok Fransız Devriminin konuşulduğu sorusu ile başladığı konuşmasında “İngilizlerin 17. yüzyılda, Şanlı Devrim dedikleri ‘Glorious Revolution’ var veya Türkiye’de niye Rus Devrimini konuşmuyoruz da herkes niye daha çok Fransız Devrimini biliyor? Bunun üzerine düşünülmesi gerektiği kanaatindeyim” dedi.Fen-Edebiyat Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Mustafa Güler, “Fransa, milli irade-ler bakımından Osmanlı ile en yakın olan devlet. 1525 yılından itibaren, ki 1535 yılında insanların ‘kapitülas-yon’ dedikleri, Osmanlı belgelerinde ‘imtiyaz’ idi. Çünkü Osmanlı padişahı, o dönemde Avrupa krallarını kendisine denk görmediği için onlara imtiyaz verildi. Yani, onlara divanlarından, ticaret merkezlerinden faydalanma hakkı veriyor. Karşılığında aldığı hiçbir şey yok. İmtiyaz Hakname denilen veya kapitülasyon denilen şeyleri incelediğimizde, tamamen onların Osmanlıdan istedikleri, bekledikleri, limanlardan istifade eden halkın Osmanlı topraklarına geldiğinde ne olacağı meselesi var ve Fransızlar bu imtiyazları 1742 yılında Osmanlının Avrupa’da girdiği büyük savaşın sonucunda kalıcı hale getiriyorlar. Osmanlı o dönemde Fransa ile daha çok ilişki içinde oluyor veyahut Fransa’nın etkisinde kalıyor. Fakat sonradan ortaya çıkan ilginç bir şey: Osmanlı, Fransa ile o kadar içli dışlı olmasına rağmen Fransa’nın içinde ne olup bittiğini çok fazla fark etmiyor. Yani, 1720 yılında ilk Osmanlı elçisi 28 Mehmet Çelebi Paris’e gidiyor. Fransa’da gördüklerini ve yaşadıklarını padişaha aktarıyor ve bununla ilgili Osmanlı, birtakım yenilik faaliyetlerine giriyor. Siyasi anlamda Fransa’yı ihtilale götüren hususların hiçbirisini Osmanlı’nın gördüğünü ya da tahlil ettiğini o dönemdeki kaynaklarda göremiyoruz. 1789 yılında Halk Meclisi, kralın yetkilerini sınırlandırıyor. Yani, meşruti monarşiye bir anlamda sınırlama getiri-liyor. 1799 yılında Louis’yi idam ettikten sonra zamanla Cumhuriyet kuruluyor. Ama 1789-1792 yılları arasındaki süreçte İngiltere, Rusya, Almanya, Avusturya aslında gardını alıyor diyebiliriz. Hatta Fransa’ya savaş açıyorlar. Zaten 1792 yılında 1. Louis’nin öldürülmesinin arkasındaki sebeplerden birisi budur. Yani, Louis’nin Avrupa’dan kendilerine gelecek olan tepkiyi bir anlamda göğüsleyebilecek iradeyi gösteremeyeceğini düşünüyorlardı. Zaten arkasından da Napolyon, askeri idarenin başına geçerek, Fransa’yı önce İngiltere’ye sonra Rusya’ya, Almanya’ya ve en son da Osmanlı’ya karşı iyi bir konuma getiriyor. Yani, Fransız İhtilali’nin arka yapısını çok fazla bilmiyoruz. Sonradan öğreniyoruz ama o dönemde ne olduğunu, içerde ne yaşandığını, ne geliştiğini bilmiyoruz. Aslında Fransız İhtilali’nin başladığı dönem 1789 ama bittiği dönem 1792’dir. Ortaokullarda, liselerde, Fransız İhtilalinin getirdiği milliyetçilik akımları sebebiyle Osmanlı yıkıldı denir ama Osmanlı Devleti, o dönemde bunun farkında değil. Bu noktada, belki bizim ilim dünyamız için yeni olacak bir bilgiyi de aktarmak istiyorum: Osmanlı, o dönemde Fransa’nın kendisine karşı bir faaliyeti olup olmadığını bilmiyor. Hatta eskiden beri dost sanıyor. Ne zamana kadar? 1799 yılında Napolyon Mısır’a çıkarma yapıncaya kadar. Ama bir Osmanlı bürokratı, 1784 yılından itibaren Fransa’nın Osmanlı toprakları üzerindeki emel ve gayelerini fark ediyor. Bu kişi de Cezzar Ahmed Paşa’dır. O dönemde Sayda Valisi. Daha sonra Şam Valiliğine getiriliyor. 1784’ten itibaren çevresindekilere Fransızların Suriye, Filistin, Lübnan bölgesinde çok etkin olduklarını söylüyor. Fransızların ticaret kolonileri var. Halep’te de aynı şekil-de etkinler; konsoloslukları var. Antakya’da, Yafa’da ve İskenderiye’de de konsoloslukları var. Yani, Fransızlar yaklaşık 500-600 kilometrelik dar çerçevede 5 tane konsolosluk açmışlar. Cezzar Ahmed Paşa, Fransızların bir gün Suriye’yi, Filistin’i ve Mısır’ı işgal edeceklerini söylüyor. Volney adında bir Fransız seyyah, Cezzar Ahmed Paşa’ya, valilere ‘kalenin yüksekliği ne kadar? Neden bu kadar uzun kale yaptınız?’ tarzında garip sorular soruyor ve Cezzar Ahmed Paşa, o günden itibaren Fransız tüccar kolonilerini, valisi olduğu bölgeden çıkartmaya başlıyor. 1792’de bütün Fransızları vali olduğu bölgeden tamamen çıkartıyor. Elçilikleri, konsoloslukları da kapatıyor. Fransız konsoloslukları Osmanlı’ya büyük baskı yapmıyor. Fransızlar, ‘Aramızda imtiyazlar ve bunu 1740’ta kalıcı hale getirdik. Neden bize böyle davranıyorlar’ diyorlar. Cezzar Ahmed Paşa, uzun uzun dilekçeler yazıyor ve diyor ki ‘Sultanım bunlar bir gün burada sömürge idaresi kuracaklar. Niyetleri ticaret değil, siyaset yapmaktır. Bölge halkını Katolikleştirmeye çalışıyorlar; ben bunları almayacağım.’ Ve kendi vilayetindeki hiçbir bölgesine tek bir Fransızı almıyor. Tabi Osmanlı bunu ne zaman fark ediyor? 1798 yılında Napolyon İskenderiye’ye çıkarma yaptığında Osmanlı bunu fark ediyor. Yani, Fransız ihtilali’nin arka planda başlama tarihi 1770’ler olarak kabul ediliyor. 1789 yılında Halk Meclisi, padişahın yetkilerini sınırlandırıyor. Ama 1798 yılında Louis öldürülüp, Cumhuriyet idaresi kurulunca ihtilal tamamlanmış oluyor” dedi.xİktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Hüseyin Bayraklı, “Cezzar Ahmed Paşa, uluslararası ilişkilerde bir devletin niyetlerini çok iyi okuyabilen birisi olarak ayrı bir öneme sahiptir. Uluslararası ilişkilere bakarken, hiçbir ulusu kendine yakın-uzak görmeden, devletlerle olan ilişkisini başka nedenlere dayandırmadan devletin bekasını da ayakta durmasını ön planda tutan yeni liderlere ve idarecilerimize örnek olmasını diliyorum” dedi. Rektör Yardımcısı ve Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Belkıs Özkara, Fransız devriminin ekonomik boyutunu ele aldığı konuşmasında, Fransa’nın yüzyıl savaşlarıyla Amerika’daki kolonilerini İngiltere’ye kaptırdığını ve daha sonra o kolonilerden gelen birtakım ticari gelirlerini kaybettiğini belirtti. Prof. Dr. Özkara, “Fransa, Amerika’daki kolonileri İngiltere’ye kaptırınca, İngiltere savaş masraflarını çıkarmak için birtakım vergiler koyuyor. Bu da koloniler arasında huzursuzluk yaratıyor ve bu kolonilerin bağımsızlık mücadelesini Fransa parasal olarak destekliyor ve bu süreçte epey bir para harcıyor. Arkasından toprağa dayalı vergiler koymak isteniyor. Fransız devrimini tetikleyen şey, aristokrasinin ayrıcalıklı konumuna karşı hem halkın yoksullaşması hem de ticaret yoluyla zenginleşen burjuvazinin iktidara sahip olması ya da siyasi olarak güç kazanmak istemesiyle başlıyor” şeklinde konuştu. Neden Fransız Devrimi popüler?İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet Kemal Bayram, o dönemde koyulan vergilerin devrimle yakından ilgili olduğunu belirterek, “Devrimlerden bahsedilirken tarihte bir sürü devrim var. Ama neden Fransız devriminden daha çok söz ediliyor. Tarihi pers-pektiften bunun Türkiye tarihi, Cumhuriyet tarihi ile bir ilgisi var mı? Bunu çok merak ediyorum. Fransız Devriminden bu kadar söz edilmesinin Türkiye açısından çok ilginç olduğunu düşünüyorum. Bunun Türkiye’deki monarşi ya da padişahlık sisteminin kaldırılmasıyla bir ilgisi var mı? Mesela, tarihçilerin Türkiye’de Cumhuriyet’in kuruluşuyla Rusya’daki Bolşevik Devriminin süreç olarak birbirlerine daha çok benzediğini ifade etmelerine rağmen Türkiye’de Fransız Devrimi çok popüler. Bu, ilginç bir nokta. Yine bu açıdan bir başka ilginç konu da var ki mesela muhafazakâr düşüncenin babası olarak bilinen İngiliz düşünürü Edmund Burke’ın ‘Reflections on the Revolution in France (Fransa’daki Devrim Üzerine Düşünceler)’ adlı bir kitabı var. Mesela bu kitap, Fransız devrimini vahşet olarak tanımlar. Bu tür devrimlerin sonrasında Jakobenlerin ortaya çıktığını belirtiyor. Jakoben döneminde 500 bin kişinin giyotinden geçiril-diği görülmekte ve bu tam bir terör dönemidir” dedi.
“ABD’nin bağımsız-lığında Fransa’nın rolü var”Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Ergün, “İngiltere’de aristokratları devirmek çok zor. Burjuvaların yani aristokratların en yumuşak karnı Fransa’dır. Burjuvalar; ticaret ve şehirleşme dolayısıyla alabildiğine zenginleşmiş. İktidardan pay istiyorlar. Ama iktidar, aristokrasinin elinde bir şekilde. Yani, kral, dük, kont, vs. var; bir örgüt kurulmuş. Özellikle Yahudi kökenli sermaye, çok iyi para kazanmasına rağmen iktidara ortak olamıyor. O sırada, bizim hürriyet, kardeşlik, eşitlik sözcüklerinin içerisine yerleştirdiğimiz bir ideoloji, topluma propaganda edilmeye çalışılıyor. Yani, hürriyet olacak; hürriyeti engelleyen istihdam var. Eşitlik olacak ki bu eşitlik, elinde para olana büyük güç sağlayacak. Yani, eğer asilzade olmazsa, para konuşacak. Bir de kardeşlik, asilzadelerin asla kabul etmedikleri bir şeydi. Yani, o yumuşak karın ve Fransız İhtilali, kaba hatlarıyla, büyük ölçüde bir burjuva ihtilali olarak görülür. Aristokratlığın yıkıldığı, zengin tabakanın sanayileşmenin önünü açacak olan örgünün ortaya çıktığı bir dönem olarak görülür. Ama Fransa, zaten güçlü bir ülke. Yani, zayıf bir ülke olduğu için orda doğmuyor. Örneğin, Amerika Bileşik Devletleri’nin bağımsızlığında Fransızların Amerikalılara desteği vardır. Fransa’nın farkı planları var. Yani, Mısır’ı ele geçirmesi sırasında birçok mühendis ve finans firması, Süveyş Kanalı projesini geliştiriyorlar. Eğer Süveyş Kanalını açarlarsa, İngiltere’ye karşı çok büyük bir avantaj elde edecekler. Mısır’a hücumlarının esas nedeni, kanal projesini garanti altına almaktı. Fransa, şimdi Amerikalıların ‘national build’ dedikleri ulus oluşturma işini yapıyor. Condorcet adında bir Fransız düşünür, ‘milli eğitim’ hareketini başlatıyor. Fransa’da ‘milli’ sözcüğü, milletten ziyade millet oluşturma anlamındadır. Çünkü Fransızların kendi kaynaklarına göre, o dönemde bugünkü Fransızcayı konuşan halk, yüzde 22 civarında. Yani, halkın yüzde 78’i Fransızcadan dışında diller konuşuyor. Ama Condorcet, öyle bir milli eğitim projesi uyguluyor ki tüm Fransa, tek bir millet haline geliyor. Türkiye’de yapmak isteyip de yapamadığımız bir şey. Yani Türkiye’de neden Fransa’yı örnek alınıyor? İngiltere’yi örnek alamayız. Çünkü bize çok yabancı. En azından Atatürk zamanındaki eğitim faaliyetleri, Fransızların ulus oluşturma projesini Türkiye’ye de uygulamak istedik. Onlar başarılı oldu. Ama Türkiye olamadı. Öte yandan Napolyon zamanında Fransa, çok güçlü. Bizim elimizden Mısır’ı alıyor, Moskova’yı kuşatıyor, Almanya’yı ciddiye almı-yor, Çin’i geçiyor. Bu tarihin garip cilvesidir; Fransa, Almanya ile savaşmadan direk Rusya’ya savaş açıyor. Ama Rusya’yı geçerken Almanlardan izin istemeden direk geçiyor. 1808 yılında olan bu olay, Almanları kamçılayan bir durumdu. Ama aşağı yukarı 1873’te Almanlar, Rusya ile birlikte Paris’i işgal ediyorlar. 28 Mehmet Çelebi, aslında Fransa’nın değişimini, gücünü bize göstermişti. Ama biz onu algılayamadık. Nedense devrimden sonra algıladık. Fransız devriminden önce Fransa’nın çok modern bir ordusu var; Fransa, zorunlu askerlik sisteminin getirmiş, savaş teknolojisini geliştirmiş güçlü bir ülke. Nedense bize kıta Avrupa’sı yakın geldi de ada Avrupa’sı hep uzak geldi. Yani, İngiltere ile Türk sistemi oldum olası hiç yakınlık duymadı. İngiltere’de hala bir burjuva devrimi yapılamadı; ortaçağdan kalma krallıkları, asilzadeleri ile o sistem kendisini reforme ederek, korumayı sağladı. Ama Fransa’da bu olmadı. Fransa’nın reforme edememesi, Avrupa’da sanayi devrimini hızlandırdı. Yoksa aristokratik bir sistem içerisinde sanayi devrimi, bir demokrasi, yani, herkese eşitlik, herkese eğitim ve iş imkânı gibi bir karışım zor olacaktı. Öğrenci göndermelerine baktığımızda, Türkiye’den İngiltere’ye giden çok nadir öğrenci var. Genellikle Fransa’ya var. Çok az sayıda da Almanya’ya giden öğrenciler var. Bir arada Japonya ile Türkiye’yi batılılaşma açısından mukayese etmiştim. O dönemde Japoncaya ve Türkçeye hangi eserlerin çevrildiğine bakmıştım. Bir de öğrenci göndermelerine baktık. Japonya, Fransa’ya pek öğrenci göndermiyor. Yani, devrimi ithal edecek öğrenciyi göndermiyor, bunun yerine İngiltere, Almanya gibi ülkelere gönderiyor. Biz ise bilakis Fransa’ya, devrimin ocağına gönderiyoruz ve oradan gelen fikirler de bizde hep siyasi devrimlerle uğraşan jenerasyonlar ortaya çıkartıyor. 18. ve 19. yüzyılın başlarında bütün dünya Fransız eğitim sistemini inceler, onu kopya etmeye çalışır. Ama örneğin, 19. yüzyılın ortalarına doğru Fransa artık önemini kaybeder ve herkes Almanya’nın eğitim sistemini incelemeye çalışır. Dolayısıyla o 17. ile 18. yüzyıl içerisinde Fransa hakika-ten büyük bir devlet. Belki eskiden de büyük bir devletti. Ama siyasi devriminin, burjuva devriminin, düşünce devriminin yapılacağı en uygun ülke, Fransa idi. En gelişmiş, en zayıf ülke orasıydı. O yüzden o devrim yapıldı diye düşünüyorum” şeklinde konuştu.“Gizliden gizliye Fransız hayranlığımız var”Mimar Ülker Abi, “Türkiye’de Fransa ile yakınlaşma, Osmanlı zamanında, 1718-1720 yıllarında 40 kişilik bir Osmanlı heyetinin Şehzade Mehmet başkanlığında Paris’i ziyaretiyle başlı-yor. Bu heyetin Paris’i ziyareti büyük bir olay yaratıyor. Osmanlı devletinden gidenler Paris’e hayran kalıyorlar ve gördüklerinin etkisinde kalıyorlar. Daha evvel uluslararası münasebetler var. Ama ulaşım kolay olmadığı için şimdiki gibi düşünmemiz mümkün değil. Birebir gözleriyle gördüklerinde birçok şey değişiyor. Bu Osmanlı-Fransız yakınlaşmasının çok önemli bir adımıdır. Bu yakınlaşma yıllar yılı sürüyor. Bu heyet, Paris’te büyük bir heyecanla karşılanıyor. Fransızlar, Fransız okulları ve biraz da Ermeni yakınlaşmalarıyla beraber Osmanlılara büyük bir yakınlık ve birtakım sömürge anlayışları da dâhil olmak üzere bir yaklaşımda bulunuyorlar ve giderek Osmanlı mimari tarzı Fransızların ve Batı tesiri altına giriyor. Yapı sanatımız tamamen gayrimüslimlerin eline geçiyor ve bu durum, Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar devam ediyor. Fransızlar, Fransa’nın Akdeniz ülkesi olması nedeniyle bize biraz daha yakınlar. Aramızdaki ilişkilerdeki soğukluğa rağmen hala gizliden gizliye bir Fransız hayranlığımız olduğunu düşünüyorum” dedi.“Seçkinci bakış” tezi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Doç. Dr. Mehmet Karakaş, “Devrimler çağı olarak addedilen Batı’daki ‘Sanayi Devrimi’, onun tetiklediği ‘Teknoloji Devrimi, Bilim Devrimi, Fransız Devrimi’ bu dörtlü birlikte anılır ve modern Avrupa’yı ya da Batı aydınlanmasını, bugünkü deyimle Batı modernitesini yaratan gelişmeler-dir. ‘Fransız Devrimi’ne de bu açıdan bakmak lazım. Fransız Devriminin sonuçları daha çok siyasi çerçevede değerlendirilen gelişmeler. Dolayısıyla etkileri de siyasi olmuş. Özellikle aristokrasiye, feodal düzene bir karşı çıkış, dolayısıyla da monarşinin ortadan kaldırılıp, yeni bir siyasal sistemin oluşturulması açısından daha fazla öneme sahip olduğunu görüyoruz. Osmanlı Türkiye’sinden Cumhuriyet Türkiye’sine geçen süreçte, bir diğer deyişle batılılaşma sürecimizde, Fransa ile Fransız modeli ile daha fazla ilişkili olmamızın nedeninin de yine siyasi olduğunu düşünüyorum. Tabii birtakım hayranlıklar görülüp, etkilenmeler, mutlaka vardır. Ama işin esasında siyasi bir etkilenme olduğunu düşünüyorum ve monarşinin ortadan kaldırılması ya da monarşinin zayıflatılarak, zaman içerisinde ortadan kaldırılmasının Fransız Devriminin en önemli sonucudur. Çünkü 1789’da başlayan ve 1792’deki oluşan bir sistem meşruti bir sistem olarak değerlendiriliyor. Osmanlı’daki sürece baktığımız zaman, Tanzimat ile başlayan bir batılılaşma hareketi var. Yani, batılılaşma bir anlamda politikaya dönüştürülmüş durumda. Tanzimat’ın hemen sonrasında ortaya çıkan ‘Yeni Osmanlılar’ diye bir grup var ve Tanzimat’ı bu meşruti yapıyı almadığı, getirmediği noktasında, buna şeklen bakıldığı noktasında ciddi anlamda eleştirdiklerini görüyoruz ve padişaha 1. Meşrutiyet denilen sistemi kabul ettirerek, oradan et-kilenmenin somut sonuçlarını ilk olarak 1. Meşrutiyetle siyasal sistemimizde ortaya çıktığını görüyoruz. Daha sonra Abdulhamit, gelişen olaylar karşısında bu sistemden vazgeçip, monarşiyi ya da mutlaki sistemi egemen kılıyor. 1902 yılında ‘1. Jön Türk Kongresi’ toplanıyor ve bu kongrede konuşulan temel konu, Osmanlı siyasal sisteminin nasıl değiştirileceği idi. Aralarında tartışıyorlar. 1907 yılında ise ‘2. Jön Türk Kongresi’ toplanıyor ve aralarındaki anlaşmazlıkları bir tarafa bırakıyorlar. Bunu 1908’de ilan edilen ‘2. Meşrutiyet’ izliyor. 2. Meşrutiyeti, Türk batılılaşması ya da modernleşmesi tarihinin en önemli, belki de Cumhuriyet’ten de daha önemli bir dönüm noktası olarak değerlendirenler var. Artık mutlaki sistemin iradesi, 2. Meşrutiyet ile birlikte tamamen ortadan kaldırılıyor. Bu süreç içerisinde fikir hareketleri var. Osmanlı yapısına uygun olarak geliştirilmiş ve Fransız devrimine refere edilerek açıklanan milliyetçilik hareketlerine ve düşüncesine karşılık olsun diye geliştiri-len fikirler var. Başta Yeni Osmanlıcıların geliştirdiği Osmanlıcılık, 2. Meşrutiyet döneminde ortaya çıkan İslamcılık, Türkçülük, özel bir anlamda Batıcılık ve zayıf da olsa sosyalistler var. Bunların her birisine bugünkü iz düşümleri açısından baktığımızda farklı arayışları olduğu akla geliyor ama hepsinin batılılaşma, modernleşme düzlemi içerisinde bir siyasal sistem arayışı içerisinde olduklarını görüyoruz. Bu anlamda Cumhuriyet dönemi-ne gelindiğinde, o dönemde tartışmalar yapılıyor. Almanlarla 1. Dünya Savaşında girilmiş ilişkiler var. Alman modeli önemseniyor. Özellikle Türkçülük düşüncesinin geliştirilmesi noktasında Almanya’da geliştirilen ortaya atılan ‘milli kültür’ kavramı çok önemseniyor. Cumhuriyetin temel ve siyasal tercihleri şekillenirken, Alman ve Fransız modelinden hangisini örnek alınacağı tartışılıyor. Hatta başlangıçta ulus inşa etme noktasında milli kültürün çok işlevsel olduğu değerlendiriliyor ve Almanya’ya doğru bir yaklaşma görülü-yor. Fakat kısa zaman içerisinde Fransız modelinin daha uygun olduğu görülüyor. Çünkü toplumun geniş kesimlerinin o konuda bir bilinçlenme içerisinde olmadığı, bir Jakoben anlayışla belli bir seçkin grubun bu anlayışı ikame etmesi gerektiği fikrine ulaşılınca da Fransız mo-deli kabul ediliyor. Sonuç olarak Fransız İhtilali’nin daha fazla güncele getirilmesi, Fransız İhtilali’nin hedefi, mutlakiyeti ortadan kaldırmak ve meşrutiyet sistemini kurmak. Bunu da belli bir seçkinci bakış açısıyla yapma olduğu için bize daha uygun gelen model olarak kabul ediliyor. Bu bakış açısıyla Fransız İhtilali’nin öne çıkarıldığını düşünüyorum” diye konuştu. İşadamı İbrahim Sömer, “Fransız devrimi bir anlamda bizim açtığımız çağı kapatan bir devrimdir. Öte yandan İran’ı düşünüyorum. Humeyni sürekli karşıt görüşe destek verip, muhalefete yardım ediyor. Devlete karşı terör odaklarının birleştiği yer orası. Bir de bu devrimle ilgili okuduğum bir yazıda ‘devrim evlatlarını yer’ ifadesi vardı. Belki de bizim ders alacağımız yer burası” dedi. Rektör Yardımcısı ve Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Belkıs Özkara, Fransız Devriminin nitelik olarak, daha siyasi bir devrim olduğunu ifade ettiği konuşmasında, Fransa’da aristokrasi yerine toplumun alt kitlelerinin, burjuvazinin, yoksulların egemenliğe talip olmaları, oradaki eşitlik fikrinin bizim toplumsal yapıya daha müsait olduğunu düşünüyorum. Çünkü Osmanlı döneminde ciddi bir toprak sahipliği yok. Son zamanlarda yaygınlaşan ‘mülkiyet’ oluşmaya başlıyor. O dönemde ticaret büyük ölçüde zaten gayrimüslimlerin elinde ve ciddi anlamda toplumda sınıf oluşturabilecek bir zanaatkâr kesimi yok. Yine batıda da mesela bir Fransız Devriminde din adamları sınıfı, aristokrasi ve ordu var. Bizde bunlar merkezi bir yönetimin altında daha zayıf unsurlar olduğu için belki o eşitlik fikrinin daha kolayca o ulusal birliği sağlamada etkili olabileceği düşünülmüş olabilir. Çünkü hakikaten alt yapıdan hareket edebilecek bir oluşum görünmüyor. Bunun çok uzun vadede olacağını düşünüyorum. O nedenle de tepeden siyasi bir oluşumla toplumu dönüştürmenin daha pratik olduğu kanaatindeyim” şeklinde konuştu. Toplantı sonunda, gelecek hafta yapılacak Çarşamba Sabah Toplantısında da “Fransız Devrimi ve Etkileri” konusunun ele alınmaya devam edilmesine karar verildi.