Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

FIRKALAR VE SAPMALAR – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 22 Nisan 2017 Cumartesi 11:59:24
 

-81-
Hedeflediğimiz üç prensibi âyetler olarak tekrar edelim ki bir sonuca varalım:
Birinci prensibimiz Rum Sûresi 30. âyetti; vechini o tek dîne hanîf olarak doğrult. İkinci prensip Mâide Sûresi 4. ayetti; size dîn olarak İslâm’ı uygun gördüm. Üçüncü prensip Bakara-114’tü; hâyır, kim muhsin olarak vechini Allah’a teslim ederse işte onun ecri Rabbi indindedir. Onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar. Bu üçünden anlamamız gerekeni şöyle cümle yapalım: Muhtariyeti Tercih Gücü yetkinle Rabbine erdiren yolu seçerek dûniHİ algı ve zann’larından sıyrıl. “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” iddialarını ve bu iddialara uygun hayat tarzını reddederek Allah’ın kendi “BEN” deyişinden sana verdiği yetkiyle Kayıtlı Kendini Hissetme Duygu’na Allah adına “BEN” de. Ve Allah’ın sana uygun gördüğü hayat tarzı olan Allah’a teslimiyete bu halinle yönel. Ancak bu halinle “İkra’ Bismi Rabbikelleziy halak” ile ne yana dönersen okursun ki illâ HÛ. Ve böylece ne yana dönersen Vechullah’ı görürsün ki böylece “Veccehtu vechiye” der, Allah adına söylediğin “BEN”i sahibine, Rabbül Âlemiyne teslim edersin. Bu üç prensipten çıkan mânâ böyledir: Bu teslimiyeti yaparsan ancak o zaman Allah’ın kitabını okumaya başlarsın, o zaman “İkra’ Bismi Rabbikelleziy halak” gereği bakar ve okursun. İşte o zaman okursun ki; Hû Hû Hû Hû Hû, hep Hû, illa Hû. O yüzden “Ya Hû, Ya men Hû, Lâ ilâhe illa Hû” Hazreti Ali radıyallahu anh efendimizin bize öğrettiği önemli bir zikrullahtır. Yürüyor; Ya Hû, Ya men Hû, İlla Hû… Bakıyor; “Ya Hû, Ya men Hû, illa Hû” diyor. Müşriklere bakıyor; Lâ ilâhe, okuduğuna dönüyor; illa Hû. İşte ancak o zaman okuyabilirsin. Böyle HÛ diyerek okuyunca Vechullah’ı görüyorsun demektir.
Zor olan başlangıçtır
Vechullah “Allah’ın yüzü” demektir. Vech’i konuştuk. O zaman “Allah’ın yüzü” denince ne anlayacağız? Vech; BEN’dir. Sen o zaman Allah’ın “BEN” deyişini görürsün; her yerde, herkeste, her “BEN” diyende Allah’ın “BEN” deyişini görürsün. Her kulun “BEN” deyişinde Allah’ın “BEN” deyişini görürsün, Allah’a yöneldiğin zaman da Allah’ın “BEN” deyişini görürsün. Ve bakarsın ki hepsi Allah’ın “BEN” deyişidir, işte Vechullah’ı görmüş olursun. Ancak, Vechullah’ı görmenin seyri içerisindeki birinci sıra Allah’ın emirlerini görmektir. Ne yana dönersen, ne olursa onu mutlaka Allah’ın emriyle ilişkilendirip “Bu Allah’ın emridir” diyebileceğin sonuçlara varmanla o başlar ve hızla ilerler. Sen Vechullah’ı görünce “Veccehtü vechiye” dersin, teslim edilmesi gereken “BEN”i muhsin olarak sahibine vermiş olursun. Böylece muhsin olarak vechini Allah’a teslim eden olmuş olursun. Demek ki, Vechullah’ta bir yüz aramamak lazım. Bunu bize öğreten Bakara-115. âyettir: “O halde ne yana dönerseniz Vechullah oradadır.”
Hüküm Allah’ındır, Güç Allah’ındır, Mülk Allah’ındır. Ne yana dönersen, yani her hâlükârda, böyle olduğunu bilmek ve o şeyler neyse önce Allah’ın emrini görmek başlangıçtır. Bu hal fiillerin tecellisine giriş olup isimlerin tecellisi ve sıfatların tecellisi diye adlandırılan hallerle devam eder gider. Zor olan başlangıçtır, bu yüzden üstünde çok duruyoruz. Başlangıçtan sonrasını tanımlamak gerekmez, kendi yürüyen bir iştir.
“İnniy veccehtü vechiye lilleziy fatara’s semâvâtı vel arda haniyfen ve mâ ene minel müşrikin: Muhakkak ki vechimi hanîf olarak Semâvat ve Arzın Fâtır’ına tevcih ettim, teslim ettim, ben müşriklerden değilim.” (En’âm-79)
En kolay empatiyi Nebî ve Rasûllere yapabilirsiniz. Biz Arş’ın üstüne talibiz
Bu konuştuğumuz mânâlar duymakla hemen yerine oturmayabilir. Defalarca okumak, dinlemek, anlamaya çalışmak, kendi cümlelerinizle geliştirmek gerekir. Bunları yaptığınızda o mânâlarla birlikte “İnniy veccehtü vechiye…” zikri çok güzel şeyleri açan, öğreten bir zikrullahtır. Bu âyet tâlip için çok makbul bir zikrullahtır. Bu âyet bizdeki üstü örtülmüşlerin örtüsünü açan bir sığınıştır. Efendimiz (SAV) salât ikame ettirdiğinde Fâtiha’ya geçmeden biraz bekler. Sorarlar; Ya Rasûlullah, ne okudun, neden bekledin? Sübhaneke’den önce bu âyeti okuduğunu söyler. Kütüb-i Sitte’de bunu görebilirsiniz.
Bu âyet çok fark edilmiyor. Kelimeler bu paylaşımlardaki gibi mânâlanmadığı için araya sıkışmış gibi zannedilip, geçilip gidiliyor. En’âm Sûresi 79. âyeti fırsatınız olur da 75, 76, 77, 78 ve 80. ayetlerle birlikte okursanız bu söylediklerimiz yerine oturacaktır. Bu âyetlerde Hz. İbrahim aleyhisselamın kendi kendine bir tefekkürü anlatılır. Önce bir gezegeni, sonra ayı, güneşi, onların doğup batışını izler. “Ben böyle doğup batan, kaybolan ilah istemem” dediği anlatılır. Sonra bu cümleyi söyler: “İnniy veccehtü vechiye lilleziy fatara’s semâvâtı vel arda hanîfen ve mâ ene minel müşrikîn.” Dikkatli bakılmaz ve Hz. İbrahim aleyhisselâm için empati yapılmazsa anlamak mümkün olmaz. Empati için bir ipucu vereyim, en kolay empatiyi Nebî ve Rasûllere yapabilirsiniz. En yakın arkadaşınıza zor yaparsınız ama onlara empatiyi çok rahat ve doğrudan yaparsınız, eğer yapmak isterseniz. Hz. İbrahim aleyhisselâma empati yaparak tüm bu konuştuklarımıza bakalım: Semâvat ve Arz’ın Fâtır’ına vechimizi döndük, teslim ettik. Dikkat edin, “Semâvat ve Arz’ın Fâtır’ı” ifadesi öyle bir bilgi içeriyor ki henüz dünya bu bilgiye yeni ulaşıyor, “Big Bang” diyerek, “Kara Delik” diyerek henüz bu bilginin etrafından dolaşıyor, bu bilgiyi de son sınır zannediyor. Öyle zannetmek zorunda! Çünkü düşünürkenki çerçevesi evren, yani ef’al âlemi. Ef’al âleminin bizim için hiç önemi yok! Bizim için hiç önemi olmayan ef’al âlemi onun ilk ve son durağı. Ne biliyorsa hepsi orada. Oysa bizim işimiz ondan sonra başlıyor. Çünkü onun “son” dediği yerin üstünü Arş kaplamıştır. Biz Arş’ın üstüne talibiz. O ise bilimle nihayet oraya gelmeye çalışıyor. Evet, “Semâvat ve Arz’ın Fâtır’ına” öyle bir bilim cümlesidir ki, böyle bir bilim cümlesini kuran birisi tefekkür yaparken gezegeni tanrı zannedemez, ayı tanrı zannedemez, güneşi tanrı zannedemez. Düşünün, Hz. İbrahim onları beğenmiyor ve bu kadar mükemmel bir cümleye ulaşıyor. Gezegene bakacaksın, aya bakacaksın, güneşe bakacaksın sonra “İnniy veccehtü vechiye lilleziy fatara’s semâvâtı vel arda hanîfen ve mâ ene minel müşrikîn” diyeceksin, olacak şey değil! Böyle olmuş gibi anlatılırsa mesele anlaşılmaz. Yani, Hz. İbrahim aleyhisselam gezegene baktı, aya baktı, güneşe baktı, sonra Allah’ta karar kıldı şeklinde bir yaklaşım doğru bir tefekkür değildir. İşin aslı İbrahim’de ikan oluşsun diyedir. Îman değil ikan! İbrahim aleyhisselam gözüyle görerek bilsin diye bu tefekkürden önce “Ona Semâvat ve Arz’ın hakikatini gösterdik” der. En’am-75 böyle der. 76 ve 77. ayetlerde o tefekkür anlatılır. Buradan anlıyoruz ki o üslûp Hz. İbrahim’in kavmine anlatış tarzıdır, kavminin yanlış inanışları içindir. Âyetlere baktığınız zaman kavmine olan bu seslenişi küçücük de olsa görürsünüz. Edindiği bilgiyle diyor ki; ey kavmim, şu gezegene bakın, böyle tanrı olur mu? Aya bakın, güneşe bakın, hiç böyle tanrı olur mu? Gelin Allah’a yönelin. O böyle dediğinde “Senin bununla ilgili bir delilin var mı?” diye sordular. Onlara, “Sizin söylediklerinizin bir delili yok” dedi. Çünkü kendisine gösterildi! İşte o zaman, “Ben vechimi hanîf olarak Semâvat ve Arz’ın Fâtır’ına çevirdim, O’na yönelttim, O’na teslim ettim. Siz kabul etmiyorsunuz, bilin ki ben böyle yaptım” diyor. Şunu fark ediniz, âyetteki bu bilgi dünya prensipleriyle ulaşılabilecek bir bilgi değildir, aya, güneşe, gezegene bakarak ulaşılabilecek bir bilgi değildir. Onlara bakarak Allah’ın Semâvat ve Arz’ı nasıl Fâtır olarak yarattığını öğrenemezsiniz. Onlara bakarak hanîf de olamazsınız. Onu ancak Allah bildirir.  Hz. İbrahim aleyhisselam’a bunu böyle öğrettiği için böyle teslim oluyor. Kavmine yanlışı göstermesi için, bu bilgiye güvenmeleri için onlara da bir yol gösteriliyor.
“Bu fırkalar neden var?”
Kader’i anlayamadıklarından…
Fatiha Suresi tefekkürü kapsamındaki paylaşımlarımızda Yöneliş’i tanımlamaya çalıştık. Şimdi Yöneliş’in defolarını, defolu halleri yani sapmaları konuşacağız. Sonra İlişkiler’e geleceğiz. Daha sonra ikisini tekrar birleştirmeye çalışacağız.
Âyet ve hadislerle tanımladığımız Yöneliş halinden sapan ve bu yüzden de sonu, âhiri hüsran olan inanış biçimleri vardır. Baktığınız yerlerde bunlar “fırka” diye geçebilir, onları “Bâtıl Fırkalar” başlığı altında görebilirsiniz. Şimdi o fırkaları temel beş grup altında göreceğiz. Yönelişimde ne yaparsam defolu olur sorusunu âyet ve hadislerle öğrenelim ki yerine defosuz otursun. Sapmalar en az daha önce paylaştığımız kısım kadar önemlidir. Öyle bir şey ki, sapmış inanış biçimleri sapma olmadan önce öğrenilmesi gerekir. Çünkü zihin saptıktan sonra onarılması hemen hemen imkansızdır. Düzeltilmesindeki zorluklardan birisi bunu düzeltecek birini bulamamaktır. Kime gidip anlatıp da çare bulacaksınız? Günümüzde çok mümkün bir şey değil. O yüzden sapmadan önce tanımları iyi görmek gerekiyor. Bir halimiz, bir düşüncemiz şimdi göreceğimiz beş gruptan hangisine yakınsa, bizde biraz o gruptan biraz şu gruptan bir şeyler varsa onları temizlemek çok önemlidir. Beş grup altında göreceklerimiz aslında sapkın fırkaların sebepleridir. Ama hepsinin tek bir sebebi var. “Bu fırkalar neden var?” dediğimizde tek sebebi kaderi anlayamamaktır. Diyelim ki anlayamadılar, Efendimiz (SAV)’in açıkladığı kadere teslim de olamamışlar. Sebep bu. Fırkalar buradan çıkıyor, başka bir sebep yok, hepsi kadere getirilen yorumlarla ilgilidir. Bu iş kadar önemli. Çok korkunçtur ki bu beş gruptan sadece birisi açıktan inkâr edenlerle ilgili. Diğer dört grup doğrudan “İnanıyorum, müslümanım” diyenleri ilgilendiriyor.
“İnanıyorum” diyenler Efendimiz (SAV)’in açıkladığı kaderi neden anlayamıyorlar? O açıklamalara neden teslim olamıyorlar? Bildiğiniz şeyler de olsa tekrarlayalım.
“Kader” anlatılarak birisi ikna edilemez.
 Kader bir kültürdür
Efendimiz (SAV) in açıkladığı kaderin anlaşılamamasında birincil sebep dûniHİ algı ve zann’larıdır. Kişi Allah’ın dışı var sanar, kendini de oraya korsa kaderi anlayabilmesi mümkün değildir, hele teslim olabilmesi hiç mümkün değildir. Esas birincil sebep bu algı ve zann’larıdır. Düşünün, kişi eğer “Ne yana dönerse Vechullah” yolundaysa, henüz o noktada da yolundaysa, yani Allah’ın dışı kavramını zihninden silmişse, Billâhi anlamda îman ediyor ve düşünüyorsa, onun “Kader” diye bir problemi, bir konusu olabilir mi? Kader diye bir konusunun olabilmesi için alternatifinin olması lazım. Billâhi anlamda düşündüğünüzde, “İlla Allah” dediğinizde, “Mülk O’nun, Hüküm O’nun, Güç O’nun” dediğinizde bir alternatif yok ki kaderi konuşasınız. Anlayamamak hep dûniHİ algı ve zannlarından kaynaklanıyor. Kader konusunu anlayamayan, arzu etsin etmesin, kendi adına “BEN” diyordur. O kişi istese de teslim olamaz, çünkü kendi adına “BEN” diyor. Onda bu takdim bulunduğu sürece kimse ona kader konusunu anlatamaz.
Kader, anlatılarak birisinin ikna edileceği bir konu değildir. “Kader konusunda beni ikna et” demek kadar da saçma bir söz olmaz. Önce “Buna nasıl îman edebilirim?” deyip onu iyice yakalamak lazım, ilk şart budur. DûniHİ algı ve zann’ları bulunduğu sürece kadere teslimiyet olmaz. Dilinle söyleyebilirsin ama olmaz. İkincisi, eğer zihnin mânâ ayrıştırma ve mânâları çakıştırma yöntemlerini yapamıyorsa, yani tevhid dili ve kesret dili ayrımını yapamıyorsa da olmaz. Onun için bunlar temeldir. Önce bunlar olacak, sonra oturup konuşulur. Çocuk kerrat cetvelini öğrenmemiş ama “Hocam bana havuz problemleri yaptır” diyor. Öğretmeni ona ne der? Olmaz yavrum, git önce şu kerratı ezberle gel, sana havuz problemlerini öğreteceğim. “Zor geliyor hocam, ezberleyemiyorum” diyorsa olmaz. Bunun bir yolu, yani basamakları var. İnsan dünyada hiçbir işi basamaksız yapmaz. Öyleyken, kader ile ilgili bir konuyu “Sen hele şu kaderi bana bir anlat” derse olur mu? Evrenin altından kalkamadığı bir konuyu “Hele bana şunu bir anlat” diye sorarsa olmaz. Kader bir kültürdür, şimdi sapmalar vesilesiyle kültüre biraz gireceğiz. Ama zaten hep Kader kültürünü konuşuyoruz, hep o kültürü oluşturmaya çalıştığımızı unutmayın.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti