Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

FIRKA-İ NACİYE’NİN (KURTULUŞ FIRKASI’NIN) VE EFENDİMİZ’İN KADER ANLAYIŞI

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 2 Şubat 2018 Cuma 14:11:51
 

– 95 –
İbadetlerden mükâfat beklentisi çok yaygındır değil mi? Yaptığı işlerden, mükâfatı kim bekler? “A” bekler! O bir şey yapar, karşılığını bekler, karşılığını Allah’tan bekler. Tabi, inanıyorsa. Bu idrak “A” yapıya aittir, “A” Takdim Formu”na aittir. “B” yapıya da bakalım. “B” idrakıyla yaşayan kişi “Ben İlmullah’ta Allah’ın dileğinin suretiyim” dediği için orada o işi ayrıca bir yapan yoktur. İbadet adı altındaki o güzel davranışları dileyen de yapan da Allah’tır. İlla Allah! Düşünün lütfen, bu idrakla yaşayan kişi yaptığı işlere (Allah’tan bile olsa) bir mükâfat bekler mi? Ama hayatınıza dikkat edin, hep yaptığı işten mükâfat isteyen biri var. “A” yapıyla olduğunuz sürece yaptığınız işlerden, ibadetten karşılık bekliyorsunuz, çünkü bu durumda kendinizi “bir şey yapmış” kabul ediyorsunuz. İşte bunun adı GİZLİ “A”dır. Fark ettiniz mi gizli “A”yı? Hem “benim oruç tutan biri olmamı dileyen O’dur, o dilediği için oruç tutan birisiyim, öyle dilediği için bu işlerle meşgulüm” diyorsunuz, hem de “Allah’ım oruç tuttum, mükâfat ver, salât ikame ettim mükâfatını ver” diyorsun. Hani sen yoktun? Lütfen dikkat edin, insan bilmeden sessizce “A”yı yaşıyorsa kurtulamaz. Peki, ne yapacağız, nasıl kurtulacağız? “A”nın açığını da gizlisini de fonksiyonsuz kılabilmek ve “B”de sabit olabilmek için önemli şey, kader konusunu iyi sindirmek ve hayat tarzı haline getirmektir, bu şarttır.
KUR’AN AYETLERİ VE HADİSLERDE İNSANIN MÜSTAKİL OLDUĞUNU, ALLAH’TAN AYRI VE BAĞIMSIZ OLDUĞUNU BEYAN EDEN TEK BİR İFADE YOKTUR
Bu şart fark edilmişse İnsan Sûresi 30. ayet iman noktasında hep çok önemlidir. Eğer bu ayetin manasına tanrıca yaklaşılmışsa tefsirlerde, meallerde ayetin es geçildiğini görürsünüz, çok net ve çok detaylı anlatamazlar. Özellikle İnsan-30 ve benzer manadaki ayetleri anlatırken suya sabuna dokunmadan geçtiklerini görürsünüz. Neden öyle yaptıklarını biraz sonra inşaAllah fark edeceğiz.
İnsan Sûresi 30. ayet ve meali şöyledir: “Ve ma teşaune illa en yeşa Allahu: Siz dileyemezsiniz Allah dilemedikçe.” Meal bu haliyle yeterince doğru değildir. Fakat insanlar bu haline bile idrak olarak yabancıdır, bu manaya bile uzak düşerler, yaklaşmakta zorlanırlar. “Biz robot muyuz, bizim hiçbir dahlimiz yok mu? Biz hiçbir şey yapmıyor muyuz? Bu nasıl iş? Demek ki bizim elimizde bir şey yok!” gibi tepkiler vererek iman edilmesi gereken bu gerçeği kabul edemezler, bu manayı bile kabullenmekte zorlanırlar. Tabi, bu halini bile kabullenmekte zorlanana esas meali verebilmek çok mümkün olmaz. Hatta isimleri “İslami âlim” olarak bilinen bazı kişiler bile bu kabulden uzaktırlar, buraları yazarken es geçmeye, yazmamaya çalışırlar. Çünkü onları perdeleyen ayetler vardır, o ayetler daha çok hoşlarına gider. Nedir? Örneğin İnsan Sûresi 29. ayet: “Bundan böyle dileyen Rabbine yönelir.” Dikkat ederseniz “Dileyen” diyor. “Dileyen” ne demektir? Bir kişi var ve dilemekte serbest demektir, hür iradesi var ve dileyebilir demektir. Bu manada başka ayetler de var: “Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız, artık düşünmeyecek misiniz, akletmeyecek misiniz?” mealinde ayetler var. Kişi bu ayetlere bakıp; “demek ki benim müstakil bir aklım var, kullanmam lazım, ayet böyle” diyor, böyle inanıyor. Biz bu paylaşımlarımızda “A” Takdim Formu” için dedik ki; müstakil irade, müstakil akıl ilan eden kişi “A”dır. Bu cümlemizi okudunuz, sonra da Kur’an okumaya başladınız, mealini okurken İnsan-29’a rast geldiniz, okudunuz. Buyruluyor ki; dileyen Rabbine yönelir. Ne yaparsınız, ne düşünürsünüz? Bu yazıda onu söyleyen bir insan, ama okuduğunuz ayet, Rabbi’nin beyanı. Diyor ki; DİLEYEN! İşte kişi “Dileyen” kelimesinden “muhtarsın, müstakilsin, ister Rabbini seç, ister seçme” manasını çıkarıyor ve yanılıyor. Dikkat edin, İnsan-29 ve İnsan-30 alt alta! İnsan-29 “dileyen Rabbine yönelir” dedi, hemen İnsan-30 “Allah dilemedikçe dileyemezsiniz” buyuruyor. Çelişki mi oldu? Bu iki ayeti meallendirenler neden “Kur’an’da çelişki var” demekten korkuyorlar? Hanif idrakta olmadığı halde meal yazanlar burada şöyle bir yol izliyor: Önce bir iddiada bulunuyor; “insan müstakildir, muhtardır” diyor. Oysa bu ona ait bir iddia! Kur’an ayetleri ve hadislerde insanın müstakil olduğunu, Allah’tan ayrı ve bağımsız olduğunu beyan eden tek bir ifade yoktur, bulamazsınız. Buna rağmen o kendisi bir iddiada bulundu; “insan müstakilen vardır, muhtardır bu yüzden hürdür, hür iradesiyle müstakil aklını ve müstakil yeteneklerini kullanarak iyiyi kötüyü bilir ve seçer, seçtiğini yapar, bu seçimine göre de ya cennete veya cehenneme gider” diyor. İddia ediyorum ki, bu yaklaşım tamamen CEHENNEMLİK BİR İNANIŞ BİÇİMİ’dir, Allah bizleri muhafaza buyursun. Ama bunu bir İslami âlim söylüyor veya yazıyorsa? Etiketler çok önemli olsa da eğer, Allah’ı tanıma ve hanif idrak oluşmamışsa, alim bile olsa kişi bunu böyle iddia ediyor. Bu iddiasının altına da kanıt olarak İnsan-29 ve onu destekleyen ayetleri, hadislerin o kısımlarını kesip koyuyor. Bu yanılgıya lütfen çok dikkat edin. Onun yazdıklarına baktığınızda siz orada mesela Hadid Suresi 22, 23. ayetleri hiç göremiyorsunuz, onlar orada geçmiyor, onları yazamıyor, çünkü o ayetler ve benzerleri onun bu iddiasına uymuyor. Bu yüzden, eserinde İnsan-30’u hakkıyla yazamıyor, çünkü iddiasına, bakışına uymuyor. Ama tefsirde izah etmesi lazım, o zaman nasıl izah etsin? Açıklamalı meallerde, tefsirlerde veya kitaplarda en sık rastlanan yöntem budur: Önce bir fikir uyduruluyor, peşine sadece o fikri destekleyen ayetler yazılıyor. Hadis ya hiç yazılmıyor veya hadislerin yarısı yazılıyor, tamamını değil. Hadisin içerisinden bazı cümleleri çıkarıp kalanını yazıyor. Bu durumda siz o yazıdaki, o kitaptaki ayet ve hadisleri görünce onlara olan muhabbet ve hüsnü kabulünüz nedeniyle, kişinin o iddiasını, uydurulan fikri de sanki ayet veya hadismiş gibi kendiliğinizden kabul ediyorsunuz: Bu bakış yanılgısı belki binlerce yıldır böyle gelmiştir. Bakıyorsunuz ki ayet ve hadis, öyle olunca kişiye ait iddiayı da ayet ve hadis kapsamında doğru sanıp eleştirmeden, düşünmeden kabul ediyoruz.
BİR DE “DAVRANIŞ BİÇİMİ” UYDURANLAR VAR
Bir diğer yaygın yanılgı da şudur: Bu sefer önceki yaklaşımın aksine buradakiler “insan hür değildir, Allah ne dilerse ancak onu yapar” diyor. Bunlar da iddialarını İnsan-30 ve benzer ayetlere bağlıyorlar. Diğeri iman konusunda bir iddiada bulunmuş, kendisi bir fikir uydurmuştu. Görüşüne delil olarak da İnsan-29 gibi davranışla ilgili ayetleri yazmıştı. Şimdi bu bakışla tefsir veya kitap yazan ise davranışla ilgili bir iddiada bulunuyor, bir fikir uyduruyor. Önce “Allah ne dilerse insan ancak onu yapar” mealindeki ayetleri alıyor, sonra da kendi fikrini ayetten çıkan mana gibi yazıyor: “Öyleyse, senin herhangi bir şey yapmana gerek yok. Allah dileseydi yapardın!” Böylece kendine ait bir hayat tarzı uyduruyor! Mesela “salât ikamesine gerek yok!” diyor. Niye? “Allah dilerse yaparsın. Yapmıyorsan demek ki dilememiş, senlik bir şey yok, senin bir sorumluluğun yok” gibi bir davranış biçimi uyduruyor. Bu şekilde yazılanlara bakın, orada da ayet ve hadisler göreceksiniz. Eğer dikkatle fark etmezseniz, sanki ayet ve hadismiş gibi beşere ait bu hükmü de kabul edersiniz! Çok dikkat edin lütfen: İlk anlattığım bakışta olanlar İNANIŞ BİÇİMİ uydururken bu bakıştakiler DAVRANIŞ BİÇİMİ uyduruyorlar. Yaygın anlatımların büyük çoğunluğu bunlardan birine uyuyor. Lütfen araştırın, hem öyle olduğunu hem de bu konuları böyle anlatanların veya yazanların “önemli isimler” olduklarını göreceksiniz.  
BİRİSİ “İMAN” TARZI, DİĞERİ “DAVRANIŞ” TARZI
Efendimiz (SAV) açıkladığı kader bakış açısını, yani Fırka-i Naciye’yi anlayabilmek açısından bir önerimi paylaşayım: Diyorum ki bu konuda da hem inanış biçimi hem davranış biçimi ayet olmalıdır, ayete dayanmalıdır. İmanla ilgili dayanak da amelle ilgili dayanak da ayet ve hadis olmalıdır: İnanış biçimi de davranış biçimi de ayet ilkesinde anlaştıysak hangisini seçersiniz? A) İnanış biçimi uydurulmuş, davranış biçimi ayet. B) İnanış biçimi ayet, davranış biçimi uydurulmuş. C) İnanış biçimi ayet, davranış biçimi de ayet. Elbette “ikisi de ayet” olan! Öyleyse biz şimdi inanış biçimi ayet, davranış biçimi de ayet olan bir bakış oluşturalım. Önce neye inanacağımızdan başlayalım. İnanışımız, fikrimiz nasıl olmalıdır? Bizim için fikir, inanış yani iman İnsan-30’dur: Ve ma teşaune illa en yeşeAllahu: Siz dileyemezsiniz, Allah dilemedikçe. Tamam, şimdi de ikinci aşama: Bu ayete iman etmiş birisi nasıl davranır? Şimdi de nasıl davranacağımızı belirleyelim: Davranış biçimimiz İnsan-29’dur: Dileyen Rabbini seçer! EFENDİMİZ (SAV)’İN AÇIKLADIĞI KADER İNANIŞI’nın temeli budur. FIRKA-İ NACİYE’nin (Kurtuluş Fırkası’nın) ve Efendimiz’in kader anlayışı budur. “Amentü Bil Kaderi” budur. Ne zaman “davranış” uydurulursa veya ne zaman “iman” uydurulursa bir SAPKIN FIRKA doğar. Bu konudaki açık veya gizli ikilemleri gidermede şemadaki yöntemi önemseyin lütfen. Kader Bakış açılarını tefekküre devam edeceğiz inşaAllah.

 

HİSSETMEK VE MUHTARİYET-95-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER