“FETÖ’nün zulmü 15 Temmuz’dan çok önce de vardı”
Yargıtay Üyesi ve Yargıda Birlik Derneği Başkanı Ömer Faruk Aydıner, 7'nci yıldönümünde 15 Temmuz hain darbe kalkışması öncesi verilen mücadeleyi detaylarıyla anlattı Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) ile Afyonkarahisar Sağlık Bilimleri Üniversitesi (AFSÜ) işbirliğiyle Afyonkarahisar Valiliği himayesinde düzenlenen 'Dünden Bugüne Yargıda 15 Temmuz' konulu konferansı Yargıtay Üyesi Ömer Faruk Aydıner dün öğleden sonra AKÜ Atatürk Kongre [&hellip]
Yargıtay Üyesi ve Yargıda Birlik Derneği Başkanı Ömer Faruk Aydıner, 7’nci yıldönümünde
15 Temmuz hain darbe kalkışması öncesi verilen mücadeleyi detaylarıyla anlattı
Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) ile Afyonkarahisar Sağlık Bilimleri Üniversitesi (AFSÜ) işbirliğiyle Afyonkarahisar Valiliği himayesinde düzenlenen “Dünden Bugüne Yargıda 15 Temmuz” konulu konferansı Yargıtay Üyesi Ömer Faruk Aydıner dün öğleden sonra AKÜ Atatürk Kongre Merkezi’nde verdi. Konferansa; Vali Yardımcısı Kübra Teymur, İkmal ve Garnizon Komutanı Tuğgeneral Osman Alp, Belediye Başkan Yardımcısı Murat Öner, AKÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karakaş, AFSÜ Rektörü Prof. Dr. Nurullah Okumuş, Afyonkarahisar 2. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı ve Adli Yargı Adalet Komisyon Başkanı Fatih Serdar Köken, Baro Başkanı Av. Turgay Şahin, İl Genel Meclisi Başkanı Burhanettin Çoban, İl Müftüsü Sinan Kazancı, akademisyenler, daire müdürleri, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ve çok sayıda kişi katıldı.
“MÜCADELE SON HAİN ETKİSİZLEŞİNCEYE
KADAR SÜRECEK”
Konferans programı saygı duruşu ve İstiklal Marşının okunmasıyla başladı. Programın açış konuşmasını AFSÜ Rektörü Prof. Dr. Nurullah Okumuş yaptı. 7 yıl önce takvimler 15 Temmuz 2016 Cuma gününü gösterdiğinde hiçbir zaman unutulmayacak karanlık bir tarihle, sonuçları itibariyle umut veren bir dönüm noktasının tarihi geçtiğine dikkat çeken Okumuş, “Fetullahçı Terör Örgütü, Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) bu milletin öz malı olan silahı, tankı ve uçağıyla milletimize saldırma cüreti gösterdi. Allah’a binlerce şükürler olsun ki samimi yöneticilerimizin basireti ve Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısıyla yurdun her yerinde meydanları dolduran kahraman milletimiz hain saldırıya karşı bedenlerini siper ederek ülkemizin birliğini ve bağımsızlığını korumayı başardı. Milletimiz o gün büyük bir dirençle onurlu bir zafer elde ederek hainlerin planını bozmayı başardı. Hepimizi derinden etkileyen yüreklerimizi sızlatan alçak darbe girişiminin akabinde de devleti ele geçirmeye çalışanlara karşı müthiş bir mücadele sergilendi ve söz konusu mücadele milletimizin desteğiyle de halen devam ediyor. En son hain etkisiz hale getirinceye kadar da devam edecek.” dedi.
“15 TEMMUZ BİRLİK
VE BERABERLİĞİ PEKİŞTİRDİ”
“15 Temmuz gecesi ve sonrasında FETÖ/PDY örgütü ve işbirlikçilerinin oyunu karşısında kararlı bir aktör ve en önemli öznesi olarak sahne alarak bu melun oyunu bozan şehitlerimizle ve gazilerimizle ne kadar övünsek azdır.” diyen Okumuş, “Onlarca kahraman askerimizi, polisimizi ve sivilimizi şehit verdiğimiz, yüzlerce vatandaşımızın yaralandığı o gün şer güçlerin korkutucu planları milletimizin cumhuriyetimize canı pahasına sahip çıkması ile püskürtüldü. Allah’a hamd olsun. 15 Temmuz ortaya çıkan acı tabloya rağmen birliğimizi ve beraberliğimizi pekiştiren bir vaka olarak toplumsal hafızamızda yer etti. Bu bakımdan geride bıraktığınız 7 yılda 15 Temmuz dolayısıyla bütün kurumlarda gerçekleştirilen faaliyetleri dikkate aldığımızda, giderek daha verimli, daha geniş katılımlı ve yaşanan hadiseyi daha doğru bir bakış açısıyla yorulmayan bizi kalıcı sonuçlara götüren etkinlikler gerçekleştirilmesiden büyük bir gurur ve memnuniyet duyuyoruz. 15 Temmuz bağlamında yapılan her türlü etkinliği FETÖ ve benzeri alçak yapılan iç yüzüyle anlamanın yanı sıra milletimizi hastalıklı yapıların maksatlarından koruma anlamında tecrübelerin aktarıldığı ortamlar olarak son derece değerli görüyorum.” diye konuştu.
“BU TÜR OLAYLARIN UNUTTURULMAMASI GEREKİYOR”
Bir sağlıkçı olarak sağlık açısından da konuya yaklaşmak istediğini söyleyen Okumuş, “Bu tür olaylar karşısında bizi zaafa sürükleyecek iki tane temel tehlikamiz vardır. Bunlardan birisi unutkanlık birisi de yeni neslimizdir. İnsanlar istemli veya istemsiz olarak bildikleri duydukları gördükleri şeyleri unuturlar. Bazen bu istemli yapılır bazende tabii ki yaşın getirdiği yaşlanmanın getirdiği biyolojik sonuçların geçirdiği bir unutkanlık olur. Bu durum bizim için çok ciddi bir tehlikedir. Yeni nesle mutlaka bu olaylar anlatılmalıdır. Günümüzde maalesef kirleticilerden tutun da etrafınızdaki uyarıcıların fazlalığı kadar ki bu hard diskin bir anlamda artık dolmasına neden olmaktadır. Unutkanlık, hafıza kaybının son dönemde çok fazla arttığını görüyoruz. Darbe v.b girişimlerin ülkemiz üzerinde ciddi yara bırakan bu tür olayların unutulmaması ve unutturulmaması gerekiyor.” şeklinde konuştu.
“GÖREVİNİN HAKKINI VEREN
İSİMLERDEN BİRİDE AYDINER’DİR”
Darbelerin 10 ile 15 yıllık süreçlerde büyüklü, küçüklü olduğuna değinen Okumuş sözlerini şöyle tamamladı: “15 Temmuz hain darbe girişimi üzerinden 7 yıl geçti. Yaklaşık 7-8 yıllık sürecin sonrasında baktığımızda aslında yeni nesil 10-15’li yaş grubuna gelmiş oluyor ki bu dönem akil baliğ olunan dönemdir. Geçmişi hiç yaşamamış ama artık fikrini beyan etmeye başlamış bir yeni nesil ortaya çıkıyor. İşte bu yeni neslin etkilenmesi, ele geçirilmesi çok kolay. O yüzden yeni nesli ve hafızamızdaki o eski olayları unutturmamak bundan sonraki darbe girişimlerinide engellemenin en önemli nedenlerinden birisi olacağını düşünüyorum. Her kesimden insanımız 15 Temmuz’daki hain darbe girişimine karşı elinden geldiğince gücü yettiğince ülkenin her bölgesinde mücadele etti. Bu mücadelede yargı mensubu olarak görevinin hakkını sonuna kadar vermeye çalışanlar da vardır. Onlardan birisi Dönemin Başsavcı Yardımcısı şu an Yargıtay Üyesi olan Sayın Ömer Faruk Aydıner’dir. Bizlere vereceği konferansta değerli bilgi, gözlem ve tecrübelerini bizlerle paylaşacaktır. Sayın Aydıner’e ve konuklarımıza katılımlarından dolayı teşekkür ediyorum.”
“EN KARAKTERİSTİK ÖZELLİK
EMPERYALİST BİR ÖRGÜTÜN YAPMASI”
Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karakaş, konferans öncesi yaptığı konuşmada, 15 Temmuz hain kalkışmasının konferans salonunda bulunan herkesin şahit olduğu demokrasi tarihinin, demokratikleşme sürecinde karşılaşılan darbelerin son halkası olduğunu söyledi. 15 Temmuz darbe girişiminin gerçekleşmeyip girişim aşamasında kaldığını ancak gerçekleşmiş bir darbe gibi benzer sonuçları olduğunu vurgulayan Karakaş, “15 Temmuz hain kalkışması bir darbe girişimi olarak tarihimize geçti. Bundan dolayı ve başka niteliklerinden dolayı bu darbe girişiminin daha önce tanık olduğumuz tarihimizde okuduğumuz darbelerden farklı özellikleri bulunmakta. Bana göre 15 Temmuz darbe girişiminin en öne çıkan karakteri emperyalizme yaslanmış işbirlikçi bir örgüt tarafından yapılmış olmasıdır. Bu çok önemli bir tespittir. Bu darbe girişimine karşı direnişin örgütlenmesinin de belki de en önemli motivasyon kaynağıydı. Milletimiz bunu hissetti ve bu karakterini görerek daha önceki darbelerde görmediğimiz bir direniş gerçekleştirdi. İkinci bir özelliği ise dini kisveye bürünmüş, milletimizin saf dini duygularını devşirerek güç kazanmış bir yapının girişimiydi. Yani daha önceki darbe girişimlerinde olmayan bir başka özelliktir. Bu da altı çizilmesi gereken üzerinde araştırmalar yapılması gereken ve ders çıkarılması gereken bir boyut diye düşünüyorum.” dedi.
“ÖNEMLİ BİR DİĞER ÖZELLİKTE
İHANETTE SINIR TANINMAMASIDIR”
15 Temmuz darbe girişiminin bir diğer karakteristik özelliğini ihanet karakteri taşıması olarak tanımlayan Karakaş, “Vatanseverliğin ötesinde vatani kurtarma, devleti kurtarma gibi daha önceki darbelerde gördüğümüz bunlar tabii ki daha önceki darbeleri de asla meşrulaştırmaz. Ama karakter itibari ile daha önceki darbelerde gördüğümüz karakterin dışında bir ihanet içermesiydi. İhanet konusunda hiçbir sınır tanımayan, tanklarıyla, tüfekleriyle, milletimizin öz silahlarıyla öne çıkan her engeli adeta yok ederek kaldırmayı amaçlayan ve bu gerçekleştiren bir karakter ortaya koymuştu. 15 Temmuz’u diğer darbelerden ayrılan bir başka özelliği ise belki de bütün bu özelliklerinden dolayı daha önceki darbelerde hiç karşılaşmadığımız bir direnişin ortaya çıkmasıydı. Yani bu girişim karşısında millet adeta çok hızlı bir şekilde daha önce prova yapmış gibi örgütlendi ve bu darbe karşısında şanlı bir direniş gösterdi. Buda yine darbeler tarihimizin, darbeler sürecinde görmediğimiz özelliklerinden bir başkasıydı. Üzerinden 7 yıl geçti. Az bir zaman değil yeni bir neslin yetişerek, tarihine ilişkin algılarının değişmesi açısından önemli bir süredir. Özellikle hız çağında yaşadığımız bir dönemi de dikkate aldığımızda hafızanızın ve algılarımızın çok hızlı değiştiğini de düşündüğümüzde önemli bir süredir. Bundan dolayı bu girişim üzerine temel soruları sormak bunlara ilişkin açıklamalar ortaya koymak anmak ve hatırlamak çok önemlidir. Özellikle yeni nesillerin geleceğini daha sağlam bir şekilde kurabilmesi açısından önemli olduğunu düşünüyorum.” diye konuştu.
“ŞANLI DİRENİŞİN RUHUNU
SAYGIYLA SELAMLIYORUM”
AKÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karakaş, “Bu örgüt nasıl oluştu? Darbe sürecine nasıl geldi? Darbe girişimini nasıl gerçekleştirdi? Dinle ilişkisini nasıl kurdu? Devlet yapılarıyla ilişkisini nasıl kurdu? Toplumdaki farklı kesimlerin nasıl devşirildiği?” sorularının sorulup anlamlı cevaplar ortaya konulması gerektiğini söyledi. Karakaş, şu ifadeleri kullandı: “Bu soruları sorarak anlamlı cevaplar ortaya koymamız gerekmekte ki bu tür toplantılarda bu amaca matuf olarak gerçekleştirilmektedir. Tabii ki 15 Temmuz üzerine uzun konuşabilirim. Çünkü 15 Temmuz’u başından sonuna kadar Zafer Meydanında salonda bulunan birçok kişinin olduğu gibi yaşamış biri, üzerine makaleler yazmış, konferanslar vermiş, darbenin sosyolojisini anlamaya çalışan birisi olarak uzun konuşma yapmam mümkündür. Ancak sözü sahibine bırakmak için konuşmamı burada noktalıyorum. Bu vesileyle konferansımıza teşrif eden Yargıtay Üyemiz Ömer Faruk Aydıner beyefendiye çok teşekkür ediyorum. Darbe sürecindeki o şanlı direnişin ruhunu, kahramanlarını saygıyla selamlıyorum. Şehitlerimize rahmet, gazilerimize minnet duygularımızı ifade etmek istiyorum.”
“YARGI HER ZAMAN EN
ADİL KARARI VERECEKTİR”
Konferans programının açış bölümündeki son konuşmayı Afyonkarahisar Vali Yardımcısı Kübra Teymur yaptı. Teymur şunları söyledi: “15 Temmuz devlet ve milletimizin aydınlık geleceğine yöneltilmiş en alçak darbe girişimlerinden biri olarak başladı. Ancak kadın, erkek, çocuk, yaşlı demeden hür ve cesur yürekli milyonlarca vatandaşımızın meydanlarda ve sokaklarda verdiği mücadeleyle hızla bertaraf edildi. Elbette bu gecenin kahramanları bu aziz milletin tek tek her bir ferdidir. O gece tarihe gömülen ihanet sahipleri ise 7 yıldır bağımsız Türk yargısının ellerinde adalete hesap veriyorlar. Hak ettikleri cezaları aldıklarından yahut olacaklarından hiç şüphemiz yok kimsenin de hiç şüphesi olmasın. Yargı her zaman en adil kararı verecektir. Özellikle 15 Temmuz hainlerinin yargılanması süreçleri ve gecenin yani aksetmiş durumuna ışık tutan bu konferansı organize eden AKÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karakaş’a, AFSÜ Rektörü Prof. Dr. Nurullah Okumuş’a, konferansımıza konuşmacı olarak katılan değerli konuğumunuz Ömer Faruk Aydıner’e ve çok değerli dinleyicilire şükranlarımı sunuyorum.”
“SORGULANMAYAN GEREKÇELERLE
YAPILAN İHTİLALLER SONRASI BEYİNLERDE
BİR İNANÇ İMAJI OLUŞTURULDU”
Konferansın Moderatörlüğünü AKÜ’den Prof. Dr. Mustafa Fişne yaptı. “Dünden Bugüne Yargıda 15 Temmuz” konulu konferansın konuşmacısı Yargıtay Üyesi ve Yargıda Birlik Derneği Başkanı Ömer Faruk Aydıner, sözlerine vatanı için canını feda eden 251 şehide ve 15 Temmuz gecesinde yaralanan sayısı 2 binin üzerindeki gaziye minnet ve şükranlarını ifade ederek başladı. 15 Temmuz hain darbe girişiminin bir neslin görebileceği ender bir gece olduğunu ifade eden Aydıner, “O gece bir neslin ender görebileceği bir vahşeti yaşadık. 15 Temmuz darbe girişimini gecesine geçmeden önce bu sürece gelişi kısaca aktarmak istiyorum. Âcizane hem 15 Temmuz darbe girişimini yaşamış hem de o gecenin öncesinde yargı içerisinde birçok soruşturmayı yapan bir kişi olarak somut veriler üzerinden söyleşimi sürdüreceğim. FETÖ gerçeği 15 Temmuz 2016 tarihinde ortaya çıkmadı. Yıllara sari olan bir örgütten bahsediyoruz. 1960’lı yıllardan beri Türkiye’nin içerisinde var olan, devletin kurumlarına sızan bir örgütten bahsediyoruz. Öncelikle örgütün nasıl ortaya çıktığını anlatıp sonrasında yaşadığımız pratik olaylardan devam edeceğim. Türkiye’nin siyasal tarihine baktığımızda genel itibariyle kişi merkezli kökler oluşturularak, kişi merkezli bazen din adamları bazende siyasiler oluşturularak insanları bunların etrafında toplayarak toplumu idare etme politikası ve yöntemi uygulanırbilir olmuştur. Bu ülkede 1960 darbesi yaşandı. Sonrasında 1971 yılında bir askeri muhtırası, 1980 yılındaki ihtilal yaşanıldı. Bunların hepsinin temelinde ne yatıyordu? Bu ihtilaller ne adına yapıldı? ‘Biz cumhuriyeti koruyoruz. Laik sistemi koruyoruz. Bu rejimi koruyoruz. Bu rejim tehdit altında.’ şeklinde gerekçelerle yapıldı. Bu gerekçelerde sorgulanmadı. İnsanların adeta beyninde bir din imajı, bir inanç imajı olarak yerleştirildi. Bu sorgulanamaz bir ideoloji haline getirildi.” dedi.
“KUR’AN VE SÜNNET ÇİZGİSİ
DIŞI KİŞİ ÜZERİNDEN DİN
ÖĞRETMEYİ YEĞLEDİLER”
Sorgulanamaz ideolojinin Türkiye’de uzun yıllar prim yaptığına dikkat çeken Aydıner, “Tabi su ideoloji yıllarca bu ülkede prim yaptı. Bu ideoloji ile koca ülke batı emperyalizmin uşağı, kölesi halinde istenilen doğrultuda bir ülke şeklinde yönetildi. Son dönemlerde bu ideoloji artık yara almıştır. Toplum nezdinde de çok da itibar görmemeye başladı. Hatta nispeten de 1960’lı yıllardan sonra eleştiriler başlamıştır. Bunun yerine Türkiye’de din merkezli bir akım başlamıştı. Çünkü dine karşı ciddi bir baskı vardı. İnsanların dinini yaşamaması için ciddi zorluklar, bir baş kaldırı vardı. Artık bu akımlara göğüs germekte zorlaşıyordu. Bu piyasayı iyi gören emperyalizm ‘Bu piyasada bizim kontrolümüzde olan birileri olmalı.’ diye düşündü ve kişi bazlı bir fraksiyon oluşturdu. Bu kişinin ismi Fetullahçı Terör Örgütü’nün ele başısı Fetullah Gülen idi. Bir vaizdi, halkı etkiliyordu. Ağlamaklı hallleriyle zemin tutuyordu. O dönemde sistem dediğimiz aslında eski laik ve zorbacı sistem daha doğrusu belkide bu sistemi besleyen efendiler artık din üzerinden bir metafor meydana getirmenin daha faydalı olacağını düşündüler. En önemli konu neydi? Kur’an ve Sünnet çizgisi üzerinden değilde kişi üzerinden insanların dinini öğrenebileceği bir ideoloji bir din meydana getirebilmekti.” diye konuştu.
“ESKİ ZORBA ZİHNİYET EFENDİLERİNİN İSTEĞİYLE ÖRGÜT ELEBAŞINA KARIŞMADI”
“Fetullah Gülen ne derse dindi. Onun kitapları dışında kitap okumak yasaktı. Bu örgüte mensup olanlar dışında görüşmek yasaktı. Bunların ideolojisi dışında ideoloji üretmek veya bu ideolojilere karşı gelmek kınanan ve hatta cezalandırılan bir anlayıştı.” diyen Aydıner, “Bu sistem sadece Türkiye’de uygulanmadı. Bu sistem aslında dünyanın birçok yerinde uygulandı. Pakistan’da, Ortaasya’da dünyanın birçok yerinde uygulandı. Çünkü insanlar Kur’an ve Sünneti bir kenara bıraktığında o ‘abi’ ya da o ‘hoca’ ölçüsünde dinini öğrenmeye kalktığı an tuzağın başlangıcı başlamıştır. Çünkü artık o ne derse din oluyordu. Onun öngördüğü cennete gideceksiniz. Onun öngördüğü zaman dilimi içerisinde evleneceksiniz, çocuk sahibi olacaksınız. Onun öngördüğü şekilde iş sahibi olacaksınız Yani bir yerde fert ve birey artık değersiz bir varlık haline getirilen tamamen robotlaşanh, mankkurtlaşan bir birey haline dönüştürüldü. Bu süreç aldı ve bu süreç içerisinde de eski zorba zihniyet 80 ihtilalini yapan, 70 ihtilalinin yapan, 60 ihtilalini yapan kişiler bunu görmediler mi? Aslında gördüler ama onun efendileri ‘Bunlara karışmayın.’ dediler. Dikkat edilirse FETÖ elebaşısı süreç içerisinde 1971’li yılında cezaevine 7 ay gibi bir süre girdi. Daha sonra tahliye oldu ve beraat etti. 1971 yılında o dönem ki sistemi ve rejimi düşündüğümüz vakit dini duygularla hareket eden ve dinsel bir örgütün ele başısının uzun yıllar terör örgütü elebaşı olma nedeniyle cezaevinde yatması gerekirken yatmadı. Yedi aylık tutuklu kaldığı süreçte tamamen mağduru meydana getirmenin ayrı bir projesiydi. O dönemin generallerinin ve siyasilerinin yardımlarıyla bu tam olarak beraat etti ve hayatına devam etti. Hatta öyle anekdotlar vardır ki örgüt elebaşısı askerdeyken 3 ay hava değişimi raporu almış. Askerliğini yapan herkes bilir ki askerde hava değişimi raporu almak hakikaten zordur. Bu raporu aldıktan sonra yurdun birçok yerinde gidip vaazlar veriyor.” şeklinde konuştu.
“ÖRÜTLE MÜCADELE 2010 YILINDA BAŞLADI”
FETÖ Lideri Fetullah Gülen’in verdiği vaazlarda sistemi eleştirmek yerine mistik hezeyanlar şeklindeki hikâyelere dem tuttuğunu belirten Aydıner şöyle konuştu: “Vaazlarında öncelikle kendi soyunu ön plana çıkarıyor. Bir tarafı seyit, dedeleri Ahlât’ın Korucu köyüne gelmişler. Oradan Erzurum’a gitmişler. Bir tarafı Edirne müdafaasını yapan Şükrü Paşa’nın soyundan geliyor. Tabi bu vehbi özellikler daha ön plana çıkıyor. Çünkü insanlar soyundan gelen özellikleri de görünce ‘Evet bu bir mesih, bir kurtarıcı.’ şeklinde bağlılıklarını çok daha fazla kendisine yöneltiyorlar. Bunlar planın hep bir parçasıydı. Sonrasında terör örgütü elebaşısı Gülen hızlı bir yükseliş içerisine girdi. 1994 yılında Tansu Çiller döneminde, Turgut Özal’dan sonraki Mesut Yılmaz döneminde v.s. Okulların çok sık açıldığı dönemleri bizim yaş grubumuz çok daha iyi hatırlar. Rusya dağıldıktan sonra Ortaasya’ya yöneldi. Özellikle Ortaasya’da okullar açmaya başladı. Bu dönemde din faktörü ön planda olduğu için bir kısmımız belki iyi niyetli olan birçok insanın din faktörünü görünce İslam adına çalıştığını zannederek en azından içinden bazen Buğz etti. Ama çoğu kezde karşı çıkmadı. Ta ki 2010 yılında artık devletin içine tamamen sızmasından sonra bazı eylemler ön plana çıkınca devlete yönetenler, ‘Bu samimi değil.’ diyerek birilerinin adına uğraştığını fark ettiler. İsrail’e İnsan Hakları Derneğinin gemi göndermesini kınayan mesajıydı. Sonrasında ne oldu? Yargı içerisinde o dönem Türkiye’nin Suriye politikasında Türkiye’nin DAEŞ’i desteklediği izlenimini vermeye çalıştılar. Adana’da, Hatay’da MİT’in tırları durduruldu ve Türk istihbaratının Suriye’de DAEŞ’i desteklediğine dair gerek medyada gerekse yargı içerisinde bir sav ortaya atıldarak soruşturmalar başladı. Sonrasında şu anki Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan’ın tutuklanma istemi hatta Sayın Cumhurbaşkanımızın ameliyat sırasında olmasını da fırsat bilerek farklı eylemler içerisine girmeleri bunların gerçek niyetlerini ortaya çıkardı ve süreç içerisinde Sayın Cumhurbaşkanımızın da koordinesinde bu acımasız örgüte karşı devlet içerisinde bir hareket 2010 yılından itibaren başlatıldı.”
“SAĞLAM DONELERLE HALK KARŞISINA ÇIKMAK İÇİN BEKLENDİ”
2010 yılı itibariyle FETÖ ve elebaşısı Fetullah Gülen’le olan mücadele de yer alan isimlerden olduğunu belirten Aydıner şunları söyledi: “Bende bunun birçok yerinde olan birisi olarak bunlara şahit oldum. Bu mücadele 17 Aralık 2013’teki yargı darbesi ile başlamadı. 2010 yılında başladı. Fakat ayakları yere basan ve halka bunların ne olduğunu ortaya çıkarabilecek donelerle mücadele yapılması gerekiyordu ki çok doğru bir hamleydi. Çünkü bir taraftan din adamı kisvesi ile ortaya çıkan bir kişiye karşı ‘Bu teröristtir’ diyorsunuz ve halkın büyük bir çoğunluğunun çoluğu çocuğu bu teröristin okullarında dershanelerinde yetişmiş. Halk buna dindar gözüyle bakıyor. Siz buna karşı bayrak açacaksınız. Böylesi bir kişiye karşı bayrak açarkende halkı yanınızda tutmanız gerekir. Daha önce niçin bununla mücadele edilmedi şeklinde eleştiriler yapılabiliyor. Ama hakikaten çok ciddi bir riskti. Toplum tarafından kınanabilirdiniz. ‘Bir dindar hocayı mahvetmek adına eylemler yapıyorsunuz.’ şeklinde bir kınamayla karşılaşabilirdiniz. O sebeple karşıdaki terörizmin hata yapmasını beklemek ve topluma anlatabilecek donelerle ortaya çıkmak çok daha akıllıca idi. Bunların ilk yaptıkları şey 17 Aralık 2014 tarihinde 25 Aralık 2014 tarihinde yapmış oldukları yargı darbesiydi. Bu yargı darbesiyle o zamanki Türkiye Cumhuriyeti hükümetini, Sayın Cumhurbaşkanını, o dönemin Başbakanını ‘Yolsuzluk yapıyor.’ şeklinde ithamlarla toplum nezdinde itibarsızlaştırmak, ortadan kaldırmak, cezaevine atmak, kendi sistemlerini o şekilde kurmak yani soft bir darbe yapmak ilk etaptaki planarıydı.”
“YILLARCA ZULM ETTİLER VE
15 TEMMUZ’U BİZE YAŞATTILAR”
FETÖ’nün o dönemde sistem içerisinde yıllardır kendilerinden nefret eden yargı mensupları gerçeğini unuttuğuna vurgu yapan Aydıner şunları kaydetti: “Bunlardan yıllardır nefret eden bir yargı grubunun yanında bir emniyet grubuda vardı. Kendileri o dönem yargıda ve emniyette çok güçlüydüler ama yıllarca zulm ettikleri, bireysel olarak ve şahsende bunların zulmlerine maruz kalan, bunların gerçek niyetlerini gören bir nesilde vardı. 17 Aralık tarihinde bu nesil devreye girerek Sayın Cumhurbaşkanımızın koordinesinde 17 Aralık, 25 Aralık kumpas yargı darbeleri önlendi. Bu soruşturmalara bakan biri olarak, gerek 17 Aralık soruşturma dosyası gerek 25 Aralık soruşturma dosyası sonrasında Selam Tevhid soruşturmasını yapan, hâkim ve savcıların soruşturmasını yapan bir kardeşiniz olarak bu dosyaların tamamen kumpas olduğunu söyleyebilirim. Bu dosyalar tamamen kes, böl, yapıştır şeklinde toplumu kanalize ederek algı meydana getirmek için oluşturulan dosyalar olduğunu çok rahat söyleyebilirim. Bu dönem onların başında; Zekeriya Öz, Fikret Seçen, Celal Kara, Mehmet Yüzgeç gibi yargının ön planına çıkan hatta bir dönem balyoz soruşturmalarının da kendilerine emanet edildiği tiplerdi. O dönemde bunlar onu denediler ve başaramadılar. Bu süreç devlet içerisinde milli hareket eden insanlarda çok daha ciddi bir refleks meydana getirdi. FETÖ’nün devlet içerisindeki yapılanmasına karşı çok daha sert tedbirler almaya devletin kurullarına itti. Sayın Cumhurbaşkanının koordinesinde birçok kurumda öne çıkan FETÖ’ler görevden alınmaya başlanıldı birçok alanda FETÖ soruşturmaları başladı ki ben o dönemde İstanbul’daydım. Gerek ticaret gerekse kamuda ön plana çıkan Zekeriya Öz gibi o dönemin yargıçları hakkında soruşturmalar yapmaya başladık. Hatta bir kısmını da tutukladık. O dönemde hatırlanacağı üzere ilk tutuklanan Mustafa Başer denen bir hâkimdi. Silivri’de FETÖ mensuplarını usulsüz şekilde tahliye etti ve biz bunu tutuklamaya sevk ettik ve tutuklandı. Mustafa Başer ilk tutuklanan FETÖ yargıcıdır. Bu süreci gören FETÖ 15 Temmuz 2016’ya ilişkin daha sert bir tedbir yapılması gereğini hissetmiş olacak ki biz sistemi içerisinde bunu tahmin edebiliyorduk. Ama tabi istihbaratçı olmadığımız için ne zaman olabileceğini ne şekilde olabileceğini kimse tahmin edemiyordu. O günü yani 15 Temmuz 2016 tarihini bize yaşattılar.” >> Şeyda YEŞİLÇIN’ın Haberi