Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 70

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 11 Eylül 2018 Salı 13:20:17
 

İNSAN BU KALEMLE KENDİ
HÜKMÜNÜ KENDİSİ YAZIYOR
İnsan Allah’ın kalemidir, insan Allah’ın bir kalemidir, Allah’ın kalemlerinden birisidir. Çalışırken masanızda bir sürü kalem yok mu? İnsan da Allah’ın kalemlerinden biridir. Biraz derine girelim: İnsan bu kalemle kendi hükmünü kendisi yazıyor. Bir kalem ki kendi hükmünü kendisi yazıyor. İnsan bir kalemdir ve o kalem sonuçtaki hükmü neyse onu kendisi yazar. Elbette kesret diliyle söylüyoruz. Bu konuyu kafamızda şekillendirebilmek için “harf” kelimesine bakalım.
Normal hayatta yazı bizim için önemlidir. İletişim, yazı, bilgi toplama, bilgi aktarımı, arşiv çok önemli olduğu için. “Her şey algıdır” diyoruz ya, dikkat edin harf denilince biz yazdığımız harfleri algılarız. Esasında harf şekil demektir. Biz okuyabileceğimiz şekillere çevirerek kullandığımız için o şekle harf diyoruz. Onlar harf mânâsından yararlanarak oluşturduğumuz şekillerdir. Dolayısıyla harf yalnızca o değildir. Harf şekildir ve şekiller Allah’ın kalemleriyle yazılır. O yüzden “İkra”nın başka mânâsı vardır; “Oku” denildiğine okunacak harfler kitap harfleri değildir. İkra Allah’ın kitabını oku, Allah’ın yazdığını oku demektir. Oradaki şekiller her biri bir harftir, şimdilik oraya şekil diye bakalım.
İNSAN YAŞARKEN KENDİ HÜKMÜNÜ
ÇİZER YANİ ŞEKİLLENDİRİR
İnsan Allah’ın kalemlerinden birisidir ve o kalemle çeşitli şekiller yapılır. İnsan kendisi için şekiller yapar ki bunlar onun sonra kullanacağı şekillerdir. Yazmayı okumayı yeni öğrenen bir yavrunun eline resim dersinde araçlar ve büyük bir kâğıt verip “neler istiyorsan haydi çiz” dediğinizde, “araba istiyorum, şunu istiyorum, bunu istiyorum” diye isteklerini çizer ya, işte aynısını insan için düşünün. Hayat ekranında (defterinde) kendisi bunu çizer, sonraki hayatında da onları alır. İnsan yaşarken kendi hükmünü çizer yani şekillendirir. Bundan gâfil olan insan kendisi için yalan yanlış şekiller çizer, çünkü haberi yok, sonra o şekillerin hepsini “sen bunları istedin” deyip ona, arabasına yükleyecekler, “evine götür bunları” diyecekler. “Bunlar orada ne işime yarar?” dediğinde, ona “sen bunları çizdin” denir. Büyük bir pişmanlıkla “ya Rabbi, beni dünyaya yeniden gönder de burada işime yarayacak şeyler çizeyim” dediğinde ona “çizdin bitti, bir daha çizemezsin” denilecek.
Kesret âleminde bir kalemle şekil Allah indinden çizilirse, onun kesret âlemindeki adı “Allah’ın Kelimesi” olur. Örneğin Hz. İsa aleyhisselam böyledir, O Allah’ın kelimesidir. Oysa biz de daima o şekilleri çizeriz… İnsan öyle bir kalem ki yaptığı iş yalnızca fiziksel çizgiler değil, tüm fiilleri gibi duyguları da şekle dönüşür, arzular da, her şey şekle dönüşür. Nasıl dönüşmez, Halifetullahsın! Allah dünyayı nasıl kendisi için yarattıysa, ilahlık iddiasında bulunan da kendi dünyasını yapar. “Yaratır” demiyoruz, o işi ilah yapar çünkü. Yapar! Yapar ve onu götürür. Bunu anlayan talip, yanlış şekil çizmemek için, yanlış yapmamak için sahibine sığınır, “İyyâKE na’budü ve iyyâKE nesta’iyn.” der. “Aman arabama yanlış eşyalar yüklemeyeyim” deyip korkar ve sahibine sığınır. Biz de korktuk ve sahibimize sığındık; “iyyâKE na’budu ve iyyâKE nesta’iyn” diyoruz.
KALEMİ ÖNEMSEMEK VE NE
YAZDIĞINA DİKKAT ETMEK LAZIM:
 SAHİBİNİN İSTEDİĞİ GİBİ Mİ YAZIYOR?
İşte huşû salâtta da böyle bir şekildir. Salâttaki hareketler de harftir, onunla yazı yazarız. Öyle bir yazı yazarız ki o yazının oluşturduğu sûret bize çok lazımdır. Oradan dünyaya ait bir sûret çıkmadığı için, yani gözle gördüğümüz bir sûret çıkmadığı için peşine düşmeyiz ama onu gören bir göz olsa peşine düşer ve ister ki herkes o şekli çizsin. Ama âyet diyor ki: Ne kadar hırslansan da herkes o yazıyı yazmaz, sen sevdiklerine o yazıyı yazdıramazsın. Salâttaki huşû işte bu yazıyı yazmaktır. O yazıyı yazabilmek için ön şart, müstakilen var ve muhtar bir kalem olmamaktır! Odun gibi müstakil durursa, huşu olmadığı için, o kalem yazmaz. O durumda huşun değil hep sen gözüküyorsun, “varım ve muhtarım” diyen halin görünüyor. “Varım ve muhtarım” deyince kalem yazmaz. Çünkü kalem aslına teslimdir. Eğer o kalem odun gibiyse yanlış yazar, hep cehennemlik şeyler yazar. Odun gibi kalem oduna yönelik şeyler yazar, Allah muhafaza etsin, o kalem cehennem odunu olur. Cehennemin odunu insanlar ve taşlardır değil mi? Dünyada odun gibi duran o kalem sonra cehennem odunu olur. İnsanı “cehennem odunu” diye tarif eden âyet var, işte o kalem orada ateş vesilesi olur. Dolayısıyla kalemi önemsemek ve ne yazdığına dikkat etmek lazım: Sahibinin istediği gibi mi yazıyor? Biz o kalemin Sahibinin razı olduğu şekilleri yazmasına “Allah’a kulluk yapmak” dedik. “Allah’a kulluk yapma”ya farklı tanımlarla nasıl bakılır ve bu nasıl yapılır, onu anlamaya çalışıyoruz.
ALLAH İNANANLARI ZULMETİN
KARANLIĞINDAN ALIR, NURUNA DÂHİL EDER
Salâtta yazı yazdığımızı bilmeli ve onu önemsemeliyiz. Siz salâtta ne yazdığınızı bilmeseniz bile yazdığınız harf okunur, o kelime okunur. Okuma yazma öğrenirken bir kelimeyi anlamını bilmeden şeklen yazdığınızda, siz anlamını bilmeseniz bile okuyanlar onu anlar değil mi? Oysa yazan onu okuyamıyordu, manasını bilmiyordu. O bilmiyor diye yazdığı yazıya okunmazlık yapılmaz. Salât böyle bir şeydir. En alt seviyeden de olsa bu şekli oluşturuyorsanız, siz okuyamasanız da evrende o okunur. Hatta o şekiller o kadar parlar ki, onları semâ ehli fark eder, görür. Efendimiz (SAV) buyuruyor: Siz gökyüzünde yıldızları nasıl parlak görüyorsanız, sema ehli de o şekilleri yerde öyle parlak görür. İki şekil vardır; karanlık şekil, nurlu şekil. Bakara Suresi’nden öğreniyoruz ki, Allah inananları zulmetin karanlığından alır, nuruna dâhil eder. Nûruna dâhil olduğunuz zaman, o kalemin yazdığı sûretler parlar. İşte huşû böyle bir şeydir, bir sûrettir. O sûreti önemsemek ve yapmaya çalışmak lazım. Mesela, eğer esmâ zikirlerinde bu önemsenir de “HÛ” zikriyle bu anlattığımız çerçevede meşgul olunursa, “HÛ” esmasının sûreti yani güzelliği tarif edilemez…
AYETLER BİZE NE SÖYLÜYOR?
“Az bir pahaya Allah ahdini satmayın. Eğer bilirseniz, Allah indindeki sizin için daha hayrlıdır. Sizin indinizdeki tükenir, Allah indindeki ise Bâki’dir. Sabredenlere gelince, elbette onların ecrini, yapmakta olduklarının daha güzeli ile karşılarız.” (Nahl; 95, 96)
“Satmak” kelimesine kısaca bakalım. Satmak takas mânâsınadır: Allah’ın size verdiği imkânları ve O’na bu imkânlarla ilgili verdiğiniz sözü, dünya ile (geçici şeylerle) takas etmeyin. Âyette bir uyarı var: Dünya ile meşgul olup da takas etmeyin, iyi bir ticaret yapmamış olursunuz!
A’râf Suresi 128 de çok öğretici ve bu noktada bizi uyarıcı bir âyettir: “Billâhi anlamla isteyin ve sabredin.” Bu ayetin meâllerinde genellikle “Allah’tan isteyin ve sabredin” diye yazılır ama mânâ için bu yeterli değildir. “Billâhi anlamla” isteyin, yani “müstakilen VAR ve muhtar” iddianızdan sıyrılarak isteyin, “müstakilen VAR ve muhtar ancak Allah’tır” teslimiyetiyle isteyin ve Allah’ın hükmü gelinceye kadar edeple bekleyin. Böyle buyruluyor.
Yûnus-66: “İyi bilin ki Semâvat’ta ve Arz’da ne varsa Allah’ındır. O halde dûnillahi (algı sonucu müstakilen var ve muhtar güçler sandıkları) ortaklara dua edenler (onlardan isteyenler) ancak zanna tabi oluyorlar ve sadece yalan söylüyorlar.” “Muhakkak ki zann, Hakk olan bir şeyin yerini tutmaz.” (Necm-28)
“İşte böyle. Çünkü Allah, O Hakk’tır. DûniHİ (algı sonucu müstakilen var ve muhtar zannettikleri) seslendikleri ise bâtıldır. Muhakkak ki Allah Aliyyül Kebiyr’dir.” (Hac-62)
“Hakk olan doğru sesleniş ancak O’nadır. DûniHİ (algı sonucu müstakilen var ve muhtar zannederek) seslendikleri ise onlara hiçbir şekilde icabet edemez. Onların durumu, ancak ağzına ulaşsın diye suya doğru iki avucunu açanın hali gibidir. Kaynak bulunmadığı için su ona ulaşacak değildir. Kâfirin seslenişi ancak sapıklıktır ve boştur.” (Ra’d-14)
“Rabbiniz dedi ki: Bana duâ edin, size icabet edeyim. Muhakkak ki, bana kulluk yapmaya ve duâya (karşı) müstekbir davrananlar, boyun bükmüş ve küçülmüş olarak cehenneme girecekler.” (Mü’min-60)
MÜSTEKBİR VE MÜTEKEBBİR OLANLAR
Burada bir anahtar kelime var: Müstekbir, mütekebbir! Hatırlayın, “İyyâKE na’budu” derken de anahtar kelime Mütekebbir’di. Bu anahtar kelimeye gelince demiştik ki: Mütekebbir olanlar “iyyâKE na’budu” demezler, deseler de kabul edilmez. Yani Allah’a kulluk etmezler, kulluk yapmayı tercih etmezler, mütekebbirlerse zaten kabul edilmez. Ayetin şimdi “iyyâKE nesta’iyn” kısmındayız, yine aynı anahtar kelime karşımıza çıktı: Rabbiniz dedi ki, bana duâ edin size icabet edeyim. Muhakkak ki bana kulluk yapmaya (İyyâKE na’budu) ve duaya (iyyâKE nesta’iyn) uzak durmaya çalışanlar (yani İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn’den uzak durmaya çalışanlar, bana kulluk yapmak ve bana dua etmek hususunda müstekbir davrananlar) cehenneme gireceklerdir.
Müstekbir davrananlar Allah’a karşı “ben de müstakilen varım ve muhtarım” diyenlerdir. Kişi Allah’a kulluk yapma açısında ve Allah’tan isteme açısında yani “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” derken, “ben de müstakilen varım ve muhtarım” idrakıyla “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” diyorsa, ayet onlar için “boyun bükmüş ve küçülmüş olarak cehenneme girecek” diyor. Mânâyı genişletecek şekilde sonucu şöyle özetleyelim: “İyyâKE na’budu” demeyenler müstekbir, mütekebbir olanlardır. “İyyâKE nesta’iyn” demeyenler de müstekbir, mütekebbirdirler. Bir de “iyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn”i söyleseler de kabul görmeyecek olanlar var, onlar da müstekbir ve mütekebbir olanlardandır. Eğer mütekebbir olarak söyleniyorsa kabul edilmeyecek.
MÜTEKEBBİRLİK VE KİBİR KÖTÜ BİR ŞEY DEĞİLDİR, YÜCE, ÇOK YÜCE BİR ŞEYDİR
Mütekebbir kelimesini anlamaya çok gayret edeceğiz. Çünkü bir müslüman için Kur’ân’daki belki de birinci sırada önemli anahtar kelime odur. Ama hiç anlaşılamamıştır, hem de hiçbir dilde! Mütekebbir böyle anahtar bir kelime olmasına rağmen! Bunları “doğru mu değil mi?” diye sorgulayarak okuyun lütfen, yani doğru mânâda eleştirerek okuyun inşâAllah. Tasdik edecekseniz öyle tasdik edin ki o bilgi size ait olsun, sizin olsun.
Mütekebbir kelimesi genellikle “kibirli insan” diye çevrilir ve kibir suç gibi anlatılır, kibir suç zannedilir. Oysa Mütekebbir Allah’tır. Eğer kibir suç ise ve kötü bir şeyse bu vasfı yüzünden O’na kötü bir sıfat yüklemiş oluruz. Mütekebbirlik ve kibir kötü bir şey değildir, yüce, çok yüce bir şeydir. Eğer siz “mütekebbir”i normal hayattaki kibirli insan diye anlar, “normal yaşantıda birbirlerine kibirli davrananlar” diye meâllendirirseniz manayı hiç anlayamazsınız. Âyetlerde mütekebbirlik aslında sizin Allah ile ilişkilerinizi anlatır, göreceğiz. Bu yüzden, mütekebbir kelimesini anlayabilmek için onu birincil mütekebbir, ikincil mütekebbir diye ayıracağız. Çünkü bazı âyetlerde mütekebbirlik doğrudan Allah ile ilişkilendirilmiştir, yaşadığınız ortam için değildir. Yani siz ve Allah! O âyetlerin meâllerinde mütekebbir için şöyle yazılıyor: Allah’a karşı büyüklük taslayan, Allah’a karşı kibir taslayan, Allah’a karşı büyüklenen. Eğer âyette Allah ve insan varsa böyle yazılıyor. İnsan ve diğer insanlar varsa “birbirlerine kibirli davranan” yazılıyor. Lütfen söyler misiniz: Allah’a nasıl büyüklük taslanır? Mümkün mü, mümkün olabilir mi? İnsanlar birbirine büyüklük taslayabilir, yanlış düşünen birisi diğerine “benim şunum senden üstün, ben senden güzelim, senden iyi düşünüyorum, senden zenginim” diyerek büyüklük taslayabilir. İnsana büyüklük taslayanın mutlaka ona göre fazla bir şeyi vardır. Peki, Allah’a büyüklük taslayanın Allah’tan fazla neyi var ki? Böyle bir meâl doğru olur mu? Kişi o meâli okuyunca diyor ki, Allah’a büyüklük taslamak doğru değilmiş, zaten ben büyüklük taslamıyorum. İstiyorsa taslasın, nasıl taslayacaksınız? Allah’a karşı nasıl büyüklük taslanır? Birisi Allah’a “VAR” demişse nasıl O’na büyüklenebilir? Biliyor ki O Allah, kendisi insan! “Ben senden büyüğüm, ben senden güçlüyüm” diyecek biri çıkabilir mi, inanan birisi öyle diyebilir mi? Demek ki Allah’a büyüklenmek olamaz. Bu yüzden, ayetteki “mütekebbir” kelimesini böyle meâllendirirsek, bu anahtar kelimeyi anlayamayız ve yaşarken kullanamayız, onunla bir yeri açamayız. Hâlbuki bu öyle bir kelime ki anlayabilirsek bize ahiret kapısını, cennet kapısını açacak bir anahtar…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER