Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 51

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 15 Ağustos 2018 Çarşamba 10:29:21
 

ÂYETLER BİZE “GECENİN ÜÇTE BİRİNİ
 DEĞERLENDİRİN, ATLAMAYIN” DİYOR
Müzzemmil 4: “… ve Kur’ân’ı tertil üzere oku.”
“Tertil” kelimesi Kur’ân’ı ders yapmakla ilgilidir, geniş bir mânâsı olduğu için orijinalini kullanmak yerinde olur. Ama “tertil” şunu demek istiyor: En azından tane tane okuyun. Kur’ân okuduğunuz zaman harflerini, kelimelerini tane tane okuyun, ne dediğini işitin, anlayın, anlamaya çalışın. Ve o anladığınıza bürünün, vücudunun kimyasını o anladığınızla oluşturun, vücudunuz o anladığına bürünsün. Bu önerileni alışkanlık haline getirirsek ayetler sadrımızdan görülmeye, takvâ elbisesi oluşmaya başlar. Müzzemmil 4 böyle diyor. Siz 2. ve 3. âyetlere de bakın, üçü birbiriyle ilişkili. Orada tertil üzere okumayı özellikle gecenin son üçte birinde yapmak önerilir ki Kur’ân’ı ders yapmamız için çok farklı bir ipucudur. Gecenin son üçte biri, bir işi, bir konuyu anlayabileceğiniz en uygun andır, anlamanıza olumsuz tesirler yapacak dünyadaki çeşitli ışın yayınlarının olmadığı en önemli andır. Akşam ezanı ile imsak arasındaki vakti üçe bölerseniz, son kısmı gecenin son üçte biridir. Gecenin son üçte biri olan zaman aralığı, güneşin insana zararının en az olduğu dönemdir. İnsana zarar, onu Allah’tan perdelemek demektir. Kişi Allah’ı tanımak işiyle meşgulse, kendini, zihnini, kalbini bu iş için ayarlamışsa, onu bozacak şey uzaklaşınca Allah’ın rahmeti ona serbest kalır. Bu yüzden, gecenin son üçte birinde Allah’ın rahmeti, merhameti ve ikrâmı dünyayı (yani bulunduğunuz yeri) kaplamış olur. Daha önce kaplamıyor muydu? Kaplıyor. Ama sen bozuyorsun. İkrâmın üstünü örttün, sofrada çok şey var ama sen üstünü örttün. Gecenin son üçte birinde o örtü kalkar, rahat edersiniz, Allah’a karşı zihin bulanıklığınız kalkar. Dünyaya değil, Allah’a karşı zihin bulanıklığınız kalkar. Bu yüzden dünyacı olan o vakti sevmez. Onlar o saatte uyur, müslüman o saatte kalkar. Çevrenize bakın. İmkânı iyi yerlerde oturanlar, o saatte kalkıp dışarı baksın, birçok taksinin evlere birilerini taşıdığını görürler. Uyumaya gidiyorlar, iyice uyuştular. Siz ise kalktınız. Ters, onların her şeyi ters! Müzzemmil 2, 3 ve 4. âyetler, gecenin son üçte birini bir ipucu olarak verir, ders yapan için… Fırsatınız oldukça oradan yararlanın. Bazen çoğaltın, bazen azaltın, çünkü “gücünüz yettiği kadar” diyor. Siz de gücünüz yettiği kadar yararlanın. Hiç değilse haftanın bir gününü, önemli bir gününü yakalayın veya önemli gecelerde değerlendirin; orada okuyun, orada düşünün, orada tefekkür edin, orada secdede tövbe edin, ağlayın, şehâdetinizi orada yapın, daha saf ve temiz yaparsınız. Bu âyetler bize “gecenin üçte birini bir şekilde değerlendirin, atlamayın” diyor.
KURAN’I SİZ ANLAMAZSINIZ DEYİP
 KORKUTANLARA BAKMAYIN,
KUR’ÂN’I HER MÜSLÜMAN ANLAR
Kamer Sûresi 22, 32 ve 40: “Andolsun, biz Kur’ân’ı zikir için kolaylaştırdık, öğüt alıp idrak eden yok mu?” Rabbimiz üç ayette de aynı gerçeği tekrarlıyor: Biz Kur’ân’ı zikir için kolaylaştırdık, öğüt alıp idrak eden yok mu? Bunu size kolaylaştırdık, yok mu bundan öğüt alan? İdrak edip de buna göre hayat tarzı oluşturan yok mu? Kolaylaştırdık! Şöyle yaparsanız kolay olur denilmiyor. Kuran’ı siz anlamazsınız deyip korkutanlara bakmayın, Kur’ân’ı her müslüman anlar. Çünkü bir öğretmeni var ki Rabbimiz… “Kur’ân’ı zikir için kolaylaştırdık” seslenişini bir iki cümleyle de olsa paylaşalım, çünkü anlaşılması lazım. Kur’ân’ı sadece okumak bile bir zikirdir ama âyette söylenen bu değil, yani bu kadar değil. Zikretmek aslında hatırlamaktır. Bunu anlamak üzere bir uygulama yapalım. Size “ilkokuldaki sınıfınızı hatırlayın” veya buradaki kelime ile “ilkokuldaki sınıfınızı zikredin” dediğimde hemen “şu okul, 4/C” dersiniz ama asıl hatırlamak bu değil. Sınıfınızı hatırlarken kendiliğinden hayal kurarsınız, hemen zihninize resmi gelir. Asıl zikir bu hayali kurmaktır. Ama bu ham hayal değildir, yani esfele sâfiliyn hayali değil. Bu hayal düşünmenin resmidir, resimli tefekkürdür, beyni televizyon gibi kullanmaktır; orada gözükenler düşüncenizdir. Ekran beyninizin ilim alanıdır, Allah’ın kendi ilminden yani İlmullah’tan bize hediye ettiği beşeri ilim alanımızdır. Esas Allah zikri bunun gibi daima Allah’ı düşünmek ve hayal etmektir. Zat’ını tefekkür demiyorum, dikkat edin yanlış anlaşılmasın. Zat’ını tefekkürü kul başaramaz. Başaramayacağımız için faydası olmaz, o bizim yapacağımız bir ibadet değildir. Allah nasıl düşünülür, nasıl hayal edilir, bunları “Aşağıların Aşağısı” yazılarımızın “Kurtuluş Yolu” bölümünde genişçe gördük. Dikkatlice inceleme ve tane tane okuma fırsatınız olursa orada anlatılıyor. İşin aslı şu ki, zikrullah Allah’ı hatırlamaktır ve resimsiz, hayalsiz hatırlama olmaz. İsteyin istemeyin önce resim oluşur, sonra cümle kurarsınız. Zihninizdeki cümle ses hızıyladır, resim ise ışık hızıyladır. Buradan ‘Allah’ın resmi’ anlaşılmasın, hâşâ! Söylemek istediğimiz şey bir hayal, bir algı; Billâhi algı, Billâhi’nin hayali. Zihnimizde küfrün yani dûnillah algının hayali var. Onu yok edecek Billahi algıya ihtiyacımız var. Biz zihnimizdeki küfrün hayaliyle Allah’ı düşündüğümüz için başaramıyoruz. Zihnimizde Billâhi hayal kurmayı, Billâhi resim oluşturmayı öğrenmeliyiz.
SANAT YOK DEĞİL, SANATI ALLAH’A
KARŞI KULLANMAK YOK, O SUÇ!
Resimle ilgili yasağı duymuşsunuzdur. Aslında bâtınî olarak zihinde dûniHİ resim, duniHi hayal yasaktır. Resimle ilgili esas bâtınî yasak budur. Zâhirî olan ayrıdır, onu demiyorum. Buradan “zahiri olanlar sakıncalı değilmiş” gibi bir yanlışa gitmeyin, ben bâtınî olanı söylüyorum; zihinde dûniHİ resim yani duniHİ hayal yasaktır. Resim hayal demektir, zihinde Billâhi hayal olmalıdır. İslam’da yasak olan dûniHİ hayaldir, dûniHİ hayalin resmi yasaktır. Buradan yola çıkarak bâtınî olandan zâhirî olana gelirsek: Zihninizdeki dûniHİ resmi, hayali kuvvetlendiren dışarıdaki zâhirî her resim de yasaktır, çünkü size Allah’ı unutturur. İster bir tablo, ister bir insan, fark etmez; dûniHİ algının sembolü kapsamındaki herşey aynıdır. Örneğin, insan gördüğü bir manzaraya hayranlık göstermezken manzara resmine bakıp ressamı över de över. Sonra da bunu sanatla ilişkilendirir. İslâm için öyle değil! İslâm sanat düşmanı değildir. Çünkü esas sanatkâr Allah’tır. Sanatla meşgul olanlar sünnetullahla meşguldür. Ama siz sanatı Allah’a karşı kullanırsanız olur mu? Karikatürümü kötü çizdin, heykelimi kötü yaptın diye kızılıyorsa, demek ki insan bile sanatın kendine karşı kullanılmasını istemiyor. Siz esasen Allah’ın olan sanatı alıp, Allah’ın sanatını alıp, onu Allah’a karşı kullanırsanız, Allah yokmuş gibi yaparsanız, sonra da kendinizi o sanatta ilah ilan ederseniz, olmaz! Dînimizde öyle bir şey yok! Elbette bu îman işi! Sanat yok değil, sanatı Allah’a karşı kullanmak yok, o suç! Buna rağmen siz “bu da sanat” diyorsanız, hayır! Siz bir insanı çok estetik kesip öldürün, size “bu cinayettir” dediklerinde de, “çok estetik kestim, bu bir sanat, bakın bıçak izleri ne kadar estetik, ben sanatımı böyle icra ediyorum” deyin, doğru olur mu? Resmen cinayet!
YANLIŞLARA KARŞI İRKİLMEK GEREK
Allah’ı zikir daima Allah’ı düşünmektir. Daima Allah’ı düşüne düşüne öyle olursunuz ki, o düşünceye uymayan bir cümle, bir hal sizi birden irkiltir. Bir otobüste, bir yerde arkanızdaki bir grup konuşurken çok sevdiğiniz birisi hakkında aslı olmayan şeyler söyleseler birden irkilir döner, gerekirse tepki gösterirsiniz, gerekirse müdahale edersiniz, değil mi? Hiç bir şey yapamazsanız içinizden “yanlış” dersiniz, “geç onları, onlar cahil” dersiniz. Ama mutlaka bir şey yaparsınız. Daima Allah’ı düşünen de böyledir, O’nun vasıflarına uymayan, O’na hakaret olan bir davranış, bir cümle duyduğunda bir anda rengi değişir, irkilir, tepki gösterir. Elbette bunun ölçüsü önemlidir, ölçüsünde yapılırsa bu sünnettir. İhlâs Sûresi gelmeden önce, inanmayanlar alaylı bir şekilde Rabbimizi, O’nun vasıflarını Efendimize soruyorlar. Ve vahiy İhlâs Sûresi olarak geldiğinde Efendimiz (SAV), yüzü pembeleşmiş, sesi sertleşmiş halde bir tebliğ verir gibi; “HuvAllâhu Ehad, Allâhus Samed” demiştir, onların yanlışlarına karşı irkilmiştir.
ÂYET BİZE DE “RABBANİLER
OLUN” DİYOR. NASIL OLACAĞIZ?
Kamer-51: “Andolsun ki; sizin benzerlerinizi hep helak ettik. (Öğüt alıp) idrak eden yok mu?”
Zikredesiniz, daima Allah’ı düşünesiniz, daima doğru davranasınız diye kolaylaştırdık buyurdu. Bunu yapmayanları şimdi Kamer 51 uyarıyor: Benzerlerinizi hep helak ettik, öğüt alıp idrak eden yok mu? Kur’ân’ı ders yapma hususunda Hz. Mûsa aleyhisselâm kavmi uyarılmıştı, gördük. Hristiyanlar aynı şekilde uyarılıyor:
Âl-u İmran 79: “Bir beşer için olacak şey değildir (yakışmaz). Allah kendisine kitap, hüküm ve nübüvvet versin, sonra o insanlara “Allah’tan ayrıca (Müstakilen var olan) bana da kullar olun” (desin). Fakat ‘okumakta ve ders yapmakta olduğunuz kitap uyarınca Rab’be has kullar olun’ der.”
“Rab’be has kullar olun” ifadesi ayette “Rabbaniler olun” diye geçer ki çok önemlidir, meâllerden orayı iyi ders yapmak lazım. Âyetteki “rabbaniler olun” ifadesi meâllerde biraz gözden kaçmıştır, göreceğiz. Hristiyanlar uyarılıyor: Okumakta, ders yapmakta olduğunuzu sandığınız kitaba göre, bizim gönderdiğimiz rasûl size “ancak Rabbaniler” olun der. “Bana kulluk edin, ben de müstakilen varım, ilahım” demez. Bu, bir rasûl için olacak şey değil. Hristiyanlar da kitaplarını ders yapmadılar ve uyarılıyorlar. O uyarıdan bize de ders çıkıyor. Âyet bize de “Rabbaniler olun” diyor, öyleyse “Rabbaniler olun”a bir bakalım: Birisine “Muhammedî olun” demek ne mânâya gelir? Muhammedî olun, O ne demişse öyle yapın, siz de O’nun gibi olun, O’na benzeyin, O’nu örnek alın demektir. “Rabbani olun” da öyle bir şeydir. Rabbaniler olun, Rabbinize uygun olun, Rabbinizi yani Allah ahlâkını örnek alın. “Rabbani kullar olun” âyetinin esas fark edilecek mânâsı “Rabbe has kullar olun”dur. Rabbe has olmak öneriliyor. “Muhammedî olun” önerisi insan yaşantısından bir örnekti, bu örneği anladık. Allah’la ilgili bu öneri onun üstünde bir mânâdır, bu yüzden insan hayatına ait mânâ ile anlaşılmaz, olmaz. “Muhammedî olun” önerisinden sonra bize bir üst mânâ öğretiliyor; Rabbani olun, Rabbe has kullar olun. Rabbe has kul olmak, önce kendini Rabbin dışında sanmamaktır. Has olmak budur, Rabbe has hal budur. Âmener Rasûlü ayetinde belirttiği gibi Rabbe has olun. İşte o yüzden biz “Âmentü Billâhi” diyoruz, yani “biz Allah’a has kullarız” diyoruz. Allah’ın yarattığı kullarız ama Allah’ın dışında kullar değiliz, çünkü Allah’ın dışı diye bir kavram yoktur. “Rabbaniler olun” önerisindeki bir uyarı da algıyla ilgilidir. Kişi dünyaya geldiği ve kendini içinde bulduğu dûniHİ algı yaşarken Âmentü Billâhi’nin tersini düşünür. Bu nedenle,”Rabbe has olun” demek “dûniHİ düşünmeyin” demektir. Zaten ayette de “dûnillah” ifadesi geçmektedir.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER