Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 47

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 10 Ağustos 2018 Cuma 14:09:25
 

İLK ŞEHÂDET BİZİ İHLÂS’LA TANIŞTIRIR
“Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden Abduhû ve Rasûluhû” şehâdetini doğru yapmak çok önemli. Detaylı ele alacağız ama bir iki cümleyi buraya monte edelim. “Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden Abduhû ve Rasûluhû” şehâdetini doğru yapan İhlâs Suresi’yle tanışmaya başlar. Çünkü bu şehâdet ona bir ileri şehâdeti yaptırır, gösterir: “Eşhedü en lâ ilâhe illallâhul Ehadüs Samedülleziy lem yelid ve lem yûled ve lem yekün lehû küfüven ehad.” İlk şehâdet bizi İhlâs’la tanıştırır ve bu şehâdeti yapmaya götürür. Hatırlatalım, bütün bu anlattıklarımız hep başlangıç için. İlk şehadet başlangıç çizgisidir ama çok önemlidir. Biz o şehâdette ilerleyip ikinci şehâdete gideceğiz. Bir de, ilk şehadet yanlış olursa yanlış arabaya binmiş oluruz, İstanbul diye Kars arabasına biner, soluğu Sivas’ta alırız. Yanlış arabayla hedefe gidilmez, yanlış şehâdete binen ileri şehâdete gidemez ki ileri şehâdette Ehad ve Samed var.
DUYARAK BAŞLIYORUZ,
SONRA ÖĞRENME BAŞLIYOR
Ehad ve Samed İhlâs Suresi’nde geçer: “Kul Huvallahu Ehad, Allahus Samed.” Allah Ehad’dır, Allah Samed’dir. İhlâs Suresi’nin bu kısmında biz bu kelimeleri duyup tefekkür etmeye başlıyoruz. Düşününce, tefekkür edince şahitlik başlıyor: Allah Ehad’dır (Allah’ın dışı yoktur), Allah Samed’dir (ihtiyacı yoktur). Bu idrak tefekkür ede ede gittikçe sabitlenir, sonra öyle bir idrak açılır ki siz o idrakla “Allah Ehad’dır, Samed’dir” dersiniz, yani şahitliğiniz başlar. Artık size birinin bu gerçeği anlatması gerekmez, siz tespit ediyor olursunuz. Duyarak başlıyoruz, yola başlama noktamız bu: “Kul Huvallahu Ehad, Allahus Samed”, bunu duymakla başlıyoruz, sonra öğrenme başlıyor. O zamanki çizgimiz ise “Lem yelid ve lem yûled.” Bu öğrenmeden sonra bir tespitte bulunuyoruz: “Ve lem yekün lehû küfüven Ehad.” Önce “Huvallahu Ehad, Allahus Samed”i duyduk, “Lem yelid ve lem yûled”le işi öğrenmeye başladık ki bu büyük, çok büyük bir avantajla başlayıştır. O avantajı şöyle örnekleyelim. İki kardeş koşu yarışı yapacak, büyük olan çok küçük olana diyor ki sen elli metre ileriden başla. “Lem yelid ve lem yuled” demekle biz böyle avantajlı başlıyoruz, fersah fersah ileriden başlıyoruz ama haberimiz yok! Çocuk olduğumuz için! Küçük diye onu elli metre ilerden başlattılar, biz de “Lem yelid ve lem yûled” demekle ona benzer bir yere düşüyoruz. “Huvallahu Ehad, Allahus Samed”i duyduk, “Lem yelid ve lem yûled”le işe başladık, “Ve lem yekün lehû küfüven Ehad”ı tespit ettik: Allah Ehad’mış, dışı kavramı bile yokmuş, Ehad’den başka bir anlam zaten yokmuş. Bunu tespit edip buna şahit olanın şehâdeti artık budur: Eşhedü en lâ ilâhe illallâhul Ehadüs Samedülleziy lem yelid ve lem yuled ve lem yekün lehu küfüven ehad. Bu şehadet hepsini kapsayan bir şehâdettir.
FARK ETMEK VE “MÜSTAKİLEN VAR VE
MUHTAR OLAN ANCAK ALLAH’TIR” DEMEK
Ulaştığımız bu idrakla, oluşan bu mânâlarla ilk şehâdetimizi bir kere daha en inanan, en kabul eden halimizle tekrarlayalım, sanki biraz sonra ölecekmiş gibi. Kelime-i şehadeti okuyarak ölmenin ne demek olduğunu düşünüp, o tefekkürle söyleyelim: “Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden Abduhû ve Rasûluhû: Allahım, kesinlikle şehâdet ederim ki müstakilen VAR ve Muhtar olan ancak SENsin; başka müstakilen VAR ve Muhtar YOKTUR. Başka müstakilen VAR ve Muhtar iddiaları yalandır, iftiradır, bâtıldır ve YOK hükmündedir. Yine kesinlikle şehâdet ederim ki Hz. Muhammed (SAV) Efendimiz, SENin Kulun ve Rasûlündür. Ya Rabbi, şahid ol, şahid ol ya Rabbi, şehâdetimize şahid ol ya Rabbi. Ey Mâlik-i YevmidDiyn, o zor günde şehâdetimize sen şahitlik yap ya Rabbi. Alâ Hâzihiş-Şehâdeti Nahyâ (Allahım beni bu şehadet üzere yaşatıver) ve aleyhâ Nemûtü (bu şehâdet üzere vefat ettiriver) ve Aleyhâ Nüb’asü İnşaAllah (ve beni bu şehâdet üzere de diriltiver inşâAllah. Âmin). Allahım bir şehâdet yaptım, beni bu şehâdette ne demişsem onunla yaşatıver, öyle vefat ettiriver ve öyle diriltiver.”
Bunu ancak Rabbimizden isteyebiliriz, “yapacağım” demekle olmaz. O verirse olur. Bu şehâdeti fark etmek, bilincine varmak, “müstakilen VAR ve Muhtar olan ancak Allah’tır” demek, “başka müstakilen VAR ve Muhtar YOKTUR” diyebilmek bir süreçtir, hemen duymakla olacak şey değildir. Dolayısıyla bunu zikrullah haline getirmek çok önemlidir. Bir hadisten öğreniyoruz ki, abdestten önce ve bitirince Kelime-i Şehâdet çok önemlidir. Vaktimiz olunca bunu abdestten önce ve sonra yapmakta fayda var inşâAllah. Bu beyanın bilincine varmak bir süreçtir, fiillerimizin bu beyana uygun hale gelmesi de bir süreçtir, kişiyi geri dönüşsüz şekilde mutlu eden hayat tarzı da yani kulluğun böyle olması da bir süreçtir. Bu süreçlere verilen genel isim seyr-i sülûk’tur, nefs seyridir. Bu anlattıklarımız ilk istasyon, tren buradan kalkar. Bu süreçte önemli bir şey var: Sığınış ve tövbe. Bu süreçleri sağlıklı götürebilmek için bütün bunlarla birlikte tövbe ve sığınış gerekir. Efendimiz (SAV)’in bize öğrettiği bir dua var, hem sığınış hem de tövbe içeriyor:
Allâhümme inniy eûzü bike en üşrike bike şey’en ve ene a’lem ve estağfiruke limâ lâ a’lem. İnneke entel allâmul ğuyûb: Allahım, bir şeyi bilerek ortak koşmaktan sana sığınırım. Bilmeyerek yaptıklarım için de istiğfar ederim. Şüphesiz ki gaybı bilen sensin.”  
DUAMIZ VE YAKARIŞIMIZ BÖYLE OLSUN
“Ben ortak koşmuyorum” diyen bu duayı yapmaz. Diyelim ki zordayız, bir senediniz var, Allah muhafaza etsin, yüksek meblağda ödemeniz var ama elde avuçta da yok. O çok ihtiyaçlı halinizde nasıl yürekten duâ edersiniz, “Ya Rabbi, şunu bana bir yerden veriver” diye. İnşâAllah Rabbim kabul eder, verir, ödersiniz. Ama nasıl duâ edersiniz? Çünkü ihtiyacınız gözünüzün önünde. Kişi bu dua ile istenilen hususlarda bir ihtiyaç hissetmiyorsa, “benim öyle bir şirkim yok” diyorsa en azından duâdaki yanıklık düşer, fark etmediği için bu duâdan yararlanamaz. Hâlbuki bilerek veya bilmeyerek kendinizi ortak koşmaktasınız. Değilse Efendimiz (SAV) bu duayı bizlere öğretir miydi? Onu bize öğretiyor, inanmayanlara değil. Anlattıklarımızın şirkten kurtulma odaklı oluşu bu hadisteki manaya uyuyor değil mi? Elhamdülillâhi Rabbil âlemiyn.
Bu duâyı bir de öğrendiklerimizin tefekkürüyle yapalım: Allahım, müstakilen VARIM ve Muhtarım iddiasından, bu iddiaya dayalı hayat tarzından ve bunu bilerek, tereddütsüz yapmaktan sana sığınırım. Allahım, bilmeyerek yaptıklarım için de istiğfar ederim. Lütfen hatalarımı örtüver ve beni bağışlayıver. Şüphesiz ki bütün bunları ve bilemediklerimi de bilen SENsin.” Bunun peşine Yakarış kitapçığımızda da geçen şu sığınış duâsını yapmak güzel olur ki bu da bir hadistir, bunu da Efendimiz (SAV) öğretiyor, Efendimiz (SAV)’in uykuya dalmadan okuduğu bir duâdır. Bu yüzden Ehlullah diyor ki kişi uyumadan önce son sözü bu olursa iyi olur. Son sözü bu dua olursa, o gece ölürse İslâm fıtratı üzerine ölmüş olur. Anlattıklarımız tamamen İslam fıtratını anlamak ve yaşamak için zaten. O vefat edenin dosyasına “bu kişi Kur’ân’ın anlattıklarına göre öldü” yazarlar:
“Allâhümme eslemtü nefsî ileyke ve veccehtü vechî ileyke ve fevvadtü emrî ileyke ve elce’tü zahrî ileyke, rağbeten ve rahbeten ileyke, lâ melcee ve lâ mencee minke illâ ileyke, âmentü bi kitâbikelleziy enzelte ve Nebîyyikellezî erselte.” Şöyle sığınıyoruz: Allahım, nefsim müstakilen VAR ve Muhtar değil. Bu bilinçle teslim oldum. “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” iddialarına ve hayat tarzına sırtımı dönüp hanîf olarak Billâhi idraka yöneldim, hayat tarzımı esfele sâfiliyn yapıma bırakma, SEN yönetiver Allahım. Seni ve rızanı talep ederim. Senden geleceklerden korkarım ve SENDEN SANA sığınırım. DûniHİ sığınak ve himaye edici iddialarını reddederim. İnzal ettiğin Kitab’a ve gönderdiğin Rasûl’e îman ettim.”
BURNUMUZA MUTLAKA BURAM BURAM
“LÂ İLÂHE İLLALLAH KOKUSU” GELMELİDİR
Şu çok önemlidir: Dualarda, âyet ve hadis meâllerinde burnumuza mutlaka buram buram “Lâ ilâhe illallah kokusu” gelmelidir. Ancak o zaman o duâ Muhammedî olur. Aksi halde yanlış inanan da kendine hitap ediliyor zanneder. Muhammedî olanlar, duâdan Lâ ilâhe illallah kokusu geliyorsa kabul eder, değilse reddederler. Bunu herkes fark edemez, kabul de edemez, Muhammedî olan kabul eder. Kim kabul ederse Muhammedî’dir. Lâ ilâhe illallah kokusu gelmiyorsa, oradan o mânâ çıkmıyorsa o Muhammedî bir duâ olmaz.
Seyri süluk sürecinde önemli bir sığınış da Seyyidül İstiğfar’dır. Öyle kıymetli bir tövbe ki ona “tövbelerin efendisi, üstünü, beyefendisi, üstte duranı” denilmiştir ve bu da bir hadistir: “Allâhümme ente Rabbî, lâ ilâhe illa ente halaktenî ve ene abdüke ve ene alâ ahdike ve va’dike mesteta’tü, eûzü bike min şerri mâ sana’tü ebûü leke bi nı’metike aleyye ve ebûü bi zenbî, fağfirlî zünûbî feinnehû la yağfiruz zünûbe illa ente, birahmetike yâ Erhamer râhımîn.”  
“Allâhümme ente Rabbî” seslenişi çok güzel bir zikrullahtır, canınız sıkıldıkça bunu ilân edin: Allâhümme ente Rabbî; Allahım Rabbim sensin,  Allâhümme ente Rabbî; Allahım Rabbim sensin. Allâhümme ente Rabbî, lâ ilâhe illa ente halaktenî ve ene abdüke (müstakilen VAR ve Muhtar olan, bizleri de yaratan ancak SENsin. Başka Müstakilen VAR ve Muhtar YOKTUR. Ben de senin bir kulunum). Ve ene alâ ahdike ve va’dike mesteta’tü (ve kulun olarak gücüm yettiğince sana olan vaadim üzerine gayret etmekteyim, bu vaadime göre yaşamaya çalışmaktayım. Gücüm yettiğince sana kulluk görevimi yapıyorum, “iyyâKE na’budu” halindeyim). Eûzü bike min şerri mâ sana’tü (Sana karşı haddi aşmaya müsait olan esfele sâfiliyn yapımın şerrinden korunmak için sana sığınırım Allahım ve senden yardım isterim, “iyyaKE nestaıyn” sığınışındayım). Ebûü leke bi nı’metike aleyye (bana ihsanda bulunduğun nimeti sana itiraf ederim). Ve ebûü bi zenbî (günahımı da itiraf ederim). Fağfirlî zünûbî (lütfen günahlarımı bağışlayıver). Feinnehû lâ yağfiruz zünube illa ente, birahmetike ya Erhamer rahımîn (ya erhamer rahımiyn, rahmetiyle kullarını bağışlayan ancak SENsin).
“Gücüm yettiğince vaadim üzereyim, ona göre yaşamaya çalışıyorum” beyanı aslında bir söz vermedir, bu vaadi (söz verişi) göreceğiz. A’râf Suresi 172. ayette bu var: “Rabbiniz değil miyim?” diye sorduğunda “evet, şahidiz ki Rabbimizsin” diyen bir vaadimiz var, Allah’a verdiğimiz sözümüz var. “Mesteta’tü” yani “gücüm yettiğince” sözümde duruyorum diyoruz. Hadis bize öğretirken ne kadar koruyucu! Efendimiz (SAV) bizi böyle koruyor. “Allahım, gücüm yettiğince yapabiliyorum” diyoruz. Ne hoş, ne güzel bir merhamet içeriyor değil mi?

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti