Edep ya Hu -242- Tuğyan azgınlık mıdır
Rasulullah (AS) Efendimiz buyurdular: 'Münafığın alameti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edilince hıyanet eder.' Bu üç alametin kaynaklandığı noktalar çok önemlidir, çünkü kişideki esfele safiliyn dosyalar bu kaynaklarla açılmıştır. Efendimiz (SAV)’in söylediği bu üç özellik nereden kaynaklanıyor, kaynakları çok önemli… Söz verince sözünde durmaz. Bunun kaynağı ne? Allah'a [&hellip]
Rasulullah (AS) Efendimiz buyurdular: “Münafığın alameti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edilince hıyanet eder.” Bu üç alametin kaynaklandığı noktalar çok önemlidir, çünkü kişideki esfele safiliyn dosyalar bu kaynaklarla açılmıştır. Efendimiz (SAV)’in söylediği bu üç özellik nereden kaynaklanıyor, kaynakları çok önemli… Söz verince sözünde durmaz. Bunun kaynağı ne? Allah’a “Rabbim sensin” sözü verdi, ancak dünya hayatında bu sözünde durmadı. Artık sözünde durmama dosyası faal oldu. Konuşunca yalan söyler. Kaynak ne? Rabbine verdiği sözünü bozduğu için “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasında bulunarak Allah’a yalan söyledi, iftira etti, batıla karıştı. Ve kendisine bir şey emanet edilirse hıyanet eder. Bunun kaynağı: Allah ona “BEN” demeyi emanet etti. O ne yaptı? Kendi adına “BEN” diyerek bu emanete hıyanet etti. Dolayısıyla yalan söyleme, sözünde durmama ve bir emanete hıyanet etme dosyaları esfele safiliyn formatında açıldı ve faal hale geldi. Hadisten öğreniyoruz ki münafıkların hilelerinin temelini yalan söylemek, aldatmak ve ihanet oluşturmaktadır. Münafikun 1. Ayette Allah münafıkların kesinlikle yalancı olduklarını bildirmektedir. Bu üç özellik, Allah’a ve inananlara karşı münafıktaki ğıll kılıfının onun kalbini nasıl kuvvetli kapladığını ve faaliyette ne derece zirve yaptığını göstermektedir. Günümüz teknik imkânları, iletişim ve sosyal medya kaynakları düşünüldüğünde inananları kandırmak ve yollarından saptırabilmek için ne kadar yüksek imkânlara kavuştukları görülebilir. Dolayısıyla, Rasulullah (SAV) Efendimiz’in “Müslüman aldatmaz ve aldanmaz” prensibini önemsemeli, Furkan kabiliyetimizi bu gerçekler ışığında çok yukarı taşımaya gayret etmeliyiz.
Münafıklar “ben de müslümanım” diyerek müslümanların içerisinde yaşarlar. Eğer bir toplumda kanunlar gereği kolluk görevlileri, insanlar salât ikamesi, oruç tutma gibi ibadetleri yapıyorlar mı diye izliyorlarsa, böyle bir toplumda münafıklar salât ikame etme, oruç tutma ve bayram yapma görevlerini yaparlar. Ülkemizde olduğu gibi, bir toplumda Kafirun Sûresi’nin son ayeti uygulanıyorsa o zaman salât ikamesi ve oruçtan münafıklar kaçabildikleri ölçüde kaçarlar. Ancak en tehlikeli münafıklar İslam’ı münafık bakış açılarına kolaylık sağlayacak şekilde yorumlayan, sonra da bu uydurduklarının dindarı olanlardır. Yanlış yolun fanatikleri daima en tehlikelilerdir. İmanlılara karşı yaptıkları bu aldatıcı algı operasyonları sebebiyle Bakara Sûresi 11 ve 12. ayetlerde “onlara ‘yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde ‘biz ancak ıslahçılarız’ dediler. Gerçekte onlar fesatçıların ta kendileridir, lakin bu durumun şuurunda değillerdir.” buyrulmaktadır. Münafıkların batıl alanda ne kadar kötü bir Kazanılmış Değişim oluşturduklarını, bunun karşılığı olarak da ahiretteki konumlarını ise Nisa Sûresi 145. ayette görmekteyiz: “Münafıklar ateşin en aşağı tabakasındadır.”
Bu noktada şu iki konuya dikkat çekmek isteriz: Davranışlarını beğenmediğimiz müslümanları zannlarımıza göre münafık olarak nitelendirmemeliyiz. Doğru inanan birisi münafığı kolayca tanıyıp da “bu münafıktır” diyemez. Bir münafığı ancak en iyi bir münafık tanır. İkinci husus: Kendimizin bazı hallerini münafıkların bazı hallerine benzetip de kendimize “ben münafık mıyım?” suçlaması yapmamalıyız. İkisi de yanlıştır. Peki, ne yapalım? Kendimizde münafıkların hallerini andıran durumlar tespit ediyorsak onlardan kurtulmak için üstün gayret sarf edelim.
Rabbimizin, münafıklarla ilgili misal verdiği ayetlerdeki misalleri anlayabilmemizi kolaylaştıracak anahtar kelime “tuğyan”dır. Tuğyan, genellikle azgınlık olarak manalandırılır. Tuğyan, azgınlık olarak meallendirilirse mevzu iyi insan-kötü insan sınırlarında kalır. Halbuki farklı toplumsal kurallara, farklı felsefi fikirlere, farklı dinsel prensiplere, farklı kişisel görüşlere göre tanımlanmış birçok azgınlık tanımı bulunmaktadır. Bu tanımların hiç birini Kur’an ölçü olarak almaz. Eğer tuğyanı azgınlık veya ona benzer şekilde manalandırırsak o meali okuyan, Kur’an’ın dikkate almamasına rağmen bu manalardan birisini düşünmek zorunda kalır. Bu durumda kişi Kur’an’ın anlatmak istediğini göremez, okuduğu o mana Kur’an’ın anlatmak istediğini örter. Şuraya iyi dikkat etmek gerekir: İlahlık hissiyatı şemsiyesi altındaki her davranış, kişi iyi insan da olsa kötü insan da olsa Kur’an’a göre şirk kapsamındadır. Kişilerin vasıflarına göre cezalar ve müdahaleler farklı olabilir, o ayrı konu. Peki, tuğyan içerisinde olmayı nasıl anlayacağız; bu nasıl bir yapıdır?
DuniHi algı ve zannlarının etkisiyle, “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasında bulunarak ilahlık hissiyatının sadra hâkim olması sonucu, bir türlü tatmin olmayan Ğıll’in kalbi kaplamasıyla ve Allah’a olan nefretin sadrda taşınamayacak hale gelmesi ve kişinin cildini titretmesiyle Allah’a ve doğru inanmış, teslim olmuş kullara hücum edebilmek için dayanılmaz bir arzunun ateşiyle her türlü hileye hazır bir kişinin engel olamadığı taşkınlıkları, azgınlıkları ve bu psikolojiyle hücumlar içerisinde olması Tuğyan’dır. Bu tanımladığımız tuğyan içerisinde olma hali, Allah’ı, dinini ve O’nun Rasul ve Nebilerini yalanlayan, inkâr eden her kişide bulunur. Ancak münafıkların tuğyan içerisinde olarak bu inkârcılardan farkları, bu tanımladığımız tuğyan içerisinde olmalarına rağmen “biz de Müslümanız, biz de sizin gibi iman ediyoruz” demeleri, gerekirse salât ikame ediyor, oruç tutuyor olmalarıdır. Oysa münafıkların salâtla ilişkisi Nisa Sûresi 142. ayette belirtilir: “Onlar salâta kalktıklarında üşenirler, insanlara gösteriş yaparlar, Allah’ı da pek az düşünürler.” Tuğyan içerisinde olan diğer inkârcılara, müslümanların arasında olmayanlara “aslında biz sizin gibiyiz” diyerek organize olabilmeleri ve işbirliği yapabiliyor olmaları münafıkları daha da tehlikeli yapar. Bu konuda da Nisa Sûresi 143. ayet şöyle buyurur: “Münafıkların kâfirlerle inananlar arasında bocalayıp durdukları görülmektedir.” İşte bu tuğyan içerisindeki münafıklar başarılı olabilmek için müslümanların durumuna güvenirler. Güvendikleri müslümanların durumu nedir?
Bu kapsamda müslümanlar içerisinde iki grup tanımlayacağız: Birisi münafık olarak “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasında bulunup, ilahlık hissiyatlarıyla tuğyan içerisinde olanlar. Şu hatırlatmayı tekrar yapalım: Müstakilen VAR ve Muhtar iddiası, duniHİ algı, ilahlık hissiyatı kavramları bilinmeden bu anlattığımız konuların anlaşılabilmesi mümkün olmaz. Bu yüzden ayetleri incelerken bile görüyoruz ki, Kur’an konuları, misalleri bu kavramlarla önümüze getirmektedir. Müslümanlar içerisinde iki gruba dönelim, bu gruplardan birisi münafıklardır; münafık olarak “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasında bulunup ilahlık hissiyatlarıyla tuğyan içerisinde olanlardır. Bir grup daha vardır ki münafık olmadığı halde onlar da “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasında, ilahlık hissiyatı ile müslüman olarak ve kendilerine göre de samimi olarak yaşamaya çalışırlar. Ancak bunların kalbinde ğıll (inanlara karşı bir nefret) vardır. Birinci grupta olanlar ikinci grupta olanları iyi tanır ve onların bu zaaflarını iyi bilir. İkinci gruptakiler ise birinci grupta olanları kendileri gibi zannederler. Münafık olan grup hileleri oluştururken ve yayarken hedefleri ikinci gruptakilerin ğıll’idir; onların ğıll’ini dürterler ve harekete geçirirler. Münafık olmayan grup bu hilelere kanar ve münafıklarla birlikte haniyf müslümanlara hücum ederler. Bu konuda Nisa Sûresi 88. Ayette Rabbimiz inananları şöyle uyarır: “Size ne oldu da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız?” ve Nisa 89’da da: “Sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki onlarla eşit olasınız.” Bu belirttiğimiz pozisyonu ayetlerle Kur’an ortaya koymaktadır. İşte bu tuğyanın münafık olmayan ve hilelere kanan zincir halkası kırılabilirse münafıkların hile ve tuzakları boşa düşer. Bu zincir halkasının kırılabilmesi stratejileri için de mekanizmanın doğru ve iyi biliniyor olması gerekir. Günümüz teknolojisi içerisinde birinci grubun ikinci grup müslümanlara ne kadar yakın olduklarını ve ne kadar hızlı ve seri ulaşabildiklerini dikkate almak gerekir. Buradaki “seri” ifadesi çok önemlidir. Nas Sûresi 4 ve 5. ayette “sinip sinip vesveseyle hücum eden Hannas’ın şerrinden sana sığınırız ya Rabbi” diyerek biz aslında bu serilikten Rabbimize sığınıyoruz…