Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Edep; Ya Hu – 90

Mü’min kişi ayetlerde “Benlik semavatta ve arzda O’na aittir, yani Mütekebbir O’dur” gerçeğini okuyunca korkup, çekinip “BEN” dememeye karar veriyor. Bu doğru değildir. “BEN” deyin veya demeyin, eğer siz dûniHİ algıda iseniz cehenneme gidersiniz; “BEN” diyerek veya demeyerek! Bakın âyetler ne diyor: İşte dûniHİ olanlar geliyor, onların yolunu cehenneme çevirin; duniHiler cehenneme…
Ayeti iyi anlayalım. İlmullah’ta olan ahseni takviym yapı için Allah’ın izzeti her yeri kaplamıştır. Allah Vâsi’dir, her yeri kaplamıştır, bu yüzden dışı yoktur. Sen İlmullah’ta her yeri kaplayan izzetten payını aldın, izzet sende de var. Ama bil ki Allah’ındır. Fakat dûniHİ olunca sen dedin ki, bu izzet benimdir, müstakildir, bana aittir. Böylece yeni bir ilah çıkardın. Çünkü “Ben de müstakilen varım, ben de müstakil izzet sahibiyim” diyorsun. Hayır! Ama Billâhi algıda “bende de izzet var” diyebilirsin. Çünkü O’nun. Çünkü O’nda. O’ndan. DûniHİ algıyla “BEN” diyen “A” Takdim Formu’dur, asidir. “Varım ve Müstakilim” dediğiniz sürece ister “BEN” deyin, ister demeyin, hâliniz küfürdür. Dilinizden “BEN”i kaldırınca idrakinizden ve hâlinizden küfür kalkmıyor ki. Billâhi algıda “BEN” diyorsanız ona “B” Takdim Formu “BEN” dedik. İşte bu “BEN” müstakil değil! Biliyorsunuz ki Billâhi’nin her tarafını Allah’ın “BEN” deyişi kaplamıştır. Allah “BEN” deyişinden sana yetki vermiş. Dilemiş ki sen de “BEN” diyebilesin. Değilse Müstakil VAR olarak ve Muhtar olarak “BEN” diyen ancak Allah’tır, müstakilen VAR ve muhtar olarak “BEN BENİM” diye ancak Allah der. Hazreti Musa aleyhisselâm efendimiz bunu duyunca erimiş bitmiştir: BEN BENİM…
DûniHİ âkıbet konusunda önemli bir kelime de sevgidir. İnsanoğlu sevgiyi çok önemser. Ancak, Allah’a tâlib olanın sevgi konusunda dûniHİ tuzağına ve âkıbetine düşmemeye çok dikkat etmesi gerekiyor. Bir kere şunu bilmek lazım; insan sevgiyi neden önemser? İstisnaları olsa da sevginin önemsenmesinin sebebi genellikle sevmek değildir, sevilmek için önemsenir. İnsanlar sevilmeme korkusundandır ki sevgiyi severler. Aslında sevme delisi değildir, derdi “beni sevin”dir, sevgisinin altında yatan gerçek budur. Hatta kuralı da şudur: Ben nasıl olursam olayım yine de beni sevin! “Ne olursan ol, gel” bu yüzden tutmuştur. Bu yüzden, o sözü daha çok inanmayanlar kullanır, daha çok onlar sever. İnananlar o mübarek zatın tüm sözlerini alır ve önemser. İnanmayanlar ise yalnızca bu sözünü: Ne olursan ol, gel. Neden sadece bu? “Ne olursam olayım beni sevin” diye! Zavallı, bilmiyor ki ne olursa olsun onu ancak Allah sever! Ama o bu gerçeğin farkında değil. Anladık ki “sevgi” dûniHİ algı içerisinde önemli tuzakları olan bir olgudur.
“İnsanlardan kimi de dûnillah (algı sonucu müstakil ve muhtar zannettiği varlıkları) endâd edinip (Allah’a ait vasıflarla müstakil kılıp) onları Allah’a ait sevgiyle severler. (Billâhi anlamda) iman etmiş olanlar ise Allah’a muhabbette daha şiddetlidirler (hata yapmazlar). O zulmedenler, azabı gördükleri zaman bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın Şediydül Azab olduğunu anlayacaklarını keşke (şimdiden) görebilselerdi.” (Bakara-165)
Sevgide yaptığımız hata ayetle açıklanıyor, her türlü sevgide bunu arayın lütfen. Tüm sevgileri, her türlü sevgimizi bu testten geçirelim. Ayette “dûnillah endâd edinmek” geçiyor. Dunillah endad edinmek, dûniHi algı sonucu bir şeyi Allah kabul etmektir. Meâl ve tefsir yaparken bu gerçeği böyle yazmayıp, yerine yumuşatılmış cümleler yazılırsa olmaz. O zaman okuyan kişi “ben böyle bir şey yapmıyorum” deyip âyeti öteliyor. Oysa âyet diyor ki; siz dûniHİ algınız sonucu bir şeyleri endâd ediniyorsunuz, Allah yerine koyuyorsunuz, ona Allah gibi bakıyorsunuz, sonra da onu Allah’ı sever gibi seviyorsunuz. Billâhi iman etmişler öyle yapmaz. Yanlış sevenler, esas kuvvetin kimde olduğunu ve Allah’ın nasıl azab edici olduğunu gördükleri zaman yaşanacak olanları keşke şimdiden bilselerdi. Ayet “siz bir şeyleri Allah gibi görüyor, Allah yerine koyuyorsunuz” dediğinde “hayır, ben öyle görmüyorum” diyene, ayet “kendini aklama” diyor. Yanlışlarınız hususunda kendinizi aklamayın. Doğruya kendinizi aklayarak değil, kendinize levm ederek gidebilirsiniz.
Hafifçe sevgi konusuna da değinelim. İnsan dûniHİ algıda yaşarken oraya ait duyguyla Allah’ı sevmeye çalışıyor. DuniHi algıyla sevgi olmaz, bu bir. Bir de bilelim ki Allah’ı sevmek kimsenin haddi değildir, kimse Allah’ı hakkıyla sevemez. Görmediğin, bilmediğin, hakkında bir şey söylerken bile yanlış söylemekten korkup “Sübhanallah” dediğini nasıl hakkıyla sevebilirsin? Kul ancak sevmeye aday olur, “Allahım seni sevmeye adayım” der. Bu adaylık halini Allah sever, sevdiğini sana hissettirir, biraz tattırır. Onu hissettirince kişi çok sevinir ve o zaman Allah’ı sevdiğini hisseder. İnsan Allah’ı sevebilmeyi biraz başarabilse vücudu, molekülleri yerinde duramaz, paramparça oluruz. Normal hayatta çok sevdiğiniz, çok özlediğiniz birisini düşünün. Uzun zaman sonra karşılaştığında ne oluyor? Hücreleriniz yerinde duramıyor, gözleriniz yaşarıyor, sarılıyor, sarılıyorsunuz… Bu normal hayata ait bir manzara! Allah’ı sevmek nasıl bir şey, onun ne olduğunu biliyor muyuz ki? Acaba ona o hisse dayanabilir miyiz? O yüzden Allah bizi sever, onu bize hissettirir, biz de O’nu sevdiğimizi düşünüp seviniriz. Bütün bunlara rağmen, hata yapmamamız ve dünya hayatında dûniHİ algı ile sevmekten korunabilmemiz için bizi merhametiyle uyarıyor:
“(Rasûlüm) de ki; eğer Allah’ı seviyorsanız (o zaman) bana tâbi olun, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı mağfiret etsin. Allah Ğafurun Rahıym’dir.” (Al-û İmran; 31)
“Eğer Allah’ı seviyorsanız” şartıyla başlayan bu âyet aslında çok önemli bir müjdedir. Gerçekten seviyorsanız iş bitti demektir. Ama onu gerçekten yapamayacağınız için, yapamadığınız için, sevdiğinizi zannettiğiniz ve o sevgi de yanlışlarla dolu olduğu için, yanlışlarınız yoksa da sevmeye aday olduğunuz için “Onlara söyle, beni sevmeye taliplerse sana tâbi olsunlar” buyuruyor: De ki, Allah’ı sevmeye talipseniz bana tâbi olun. Bana tâbi olursanız Allah sizi sever ve günahlarınızı, bu konular dâhil ne tür yanlışlar yapmışsanız hepsini siler. Allah Ğafurun Rahıym’dir. Ğafurun Rahıym… Rabbim lutfeder inşaAllah bu esmaları paylaşma fırsatımız olur. Aslında bu isimler geçince dayanabilmek mümkün değil, bilmediğimiz için okuyup geçip gidiyoruz. Allah’ın Ğafurun Rahıym ismi karşısında coşup ağlamamız gerekiyor. O’nun Şediyd’ül Azab olduğunu duyunca da korkuyla ağlamamız gerekiyor. Kur’ân okunmasındaki ahenkleri sağlayan duyguları esas bunlar oluşturur. Evet, ayet bize şunu öğretti: Allah’ı sevdiğinizi söyleyenlerdenseniz ve sevgi konusunda yanlıştan korunmak istiyorsanız Rasulüme (Efendimiz SAV’e) tâbi olun! Rasûlullah Efendimiz (SAV) de Allah sevgisi için bize bir dua öğretir: “Allahümme inniy es’elüke hubbeke ve hubbe men yuhibbuke: Allahım, senden aşkını ve seni sevenleri sevmeyi lütfetmeni dilerim.”
Bu sevgi “ğıll”in zıddıdır; yazılarımızda “Ğıll” üzerinde uzunca durduk, “ğıll” anlaşılması gereken önemli bir mânâdır. Meâllerde ona sadece “kin, sevgisizlik, nefret” anlamları yüklenirse okuyan ondan bir amel çıkaramaz. Ayetleriyle gördük ki Ğıll “Allah’tan nefret” etmektir. Unutmayın, dûniHi algıdayken kişi Allah’tan nefret eder bir zihniyettedir. Dolayısıyla, Allah’ı da, Allah’ı sevenleri de sevmez, sevemez. Allah’ı sevenleri sevmek kolay değildir, ancak Allah lütfederse sevebiliriz.
Allah’tan ve Allah’ı hatırlatan şeylerden nefret olan “Ğıll”in fark edilmesi gereken önemli bir mânâ olduğunu, meâllerde ona “kin, sevgisizlik, nefret” anlamları yüklenirse okuyanın ondan bir amel çıkaramayacağını yazılarımızda ayetleriyle gördük, “Ğıll”i somut olarak tanımladık: Ğıll Allah’tan nefrettir. DûniHi algıdayken kişi Allah’tan nefret eder bir zihniyettedir. Bu yüzden Allah’ı da, Allah’ı sevenleri de sevemez. Bu yüzden, Allah’ı sevdiğini söyleyenlerdenseniz, sevgi konusunda yanlış yapmaktan korkuyor ve korunmak istiyorsanız Efendimiz (SAV)’e tâbi olun. Rasûlullah Efendimiz (SAV), bu sevgi için bize hadisiyle bir dua öğretir: “Allahümme inniy es’elüke hubbeke ve hubbe men yuhibbuke: Allahım, senden aşkını dilerim ve seni sevenleri sevmeyi lütfetmeni dilerim.”
DûniHİ algıyla çok ilgili bir duygu da minnettir. Bu da ğıll gibi önemlidir. DûniHi algıdaki kişi bir yaratana inanma ihtiyacı duyup Allah’ı seçmişse, O’na bakışı “seni seçtim ha” formundadır. Çünkü dûniHi algı alanında müstakilen var ve muhtar olarak yaşıyor, inanmak için de Allah’ı seçti. Allah’ı seçtiği için işlerinin ters gitmemesi lazım! Eğer işlerinde kendince ters giden bir şey olursa “Seni seçmiştim, bunu sana yakıştıramadım. Hac’ca da gittim, şöyle hayırlar yaptım, karşılığı bu mu?” dercesine bakar. Allah’a böyle bakmak çok tehlikelidir, Allah’a minnettir! Minnet duygusu kişideki dûniHi algının, yani esfele sâfiliyn yaşantının delilidir. Müstakil olan Allah’a minnet edebilir, yani “birçok seçenek vardı ama seni seçtim” diyebilir. Allah diyor ki: İnsan Allah’a minnet edemez. Allah minnet eder. Siz Allah’a karşı minnet altındasınız: “(Rasûlüm) sana minnet ediyorlar (başına kakıyorlar). Onlar sana minnet edemez. Siz Allah’a minnet edemezsiniz, O (Allah) size minnet eder.” (Hucurat-17)
Bazıları Efendimize gelip “biz seni seçtik, senin yanındayız, bunu düşün ve bize ona göre iltifatkar ol” diyorlar. Bunun üzerine bu âyet geliyor: Onlar böyle minnet edip başa kakamazlar. Onların seni seçmesini onlara biz verdik, biz minnet ederiz, onlara ben minnet edebilirim. Çünkü Allah’ı tanımalarını onlara ben verdim, veririm, veriyorum. Ben istedim diye siz “BEN”i tanıdınız, haddinizi bilin ve “Allahım, bak seni tanıdım, seni seçtim” duygusuna girip de minnet etmeyin. Minnet etmek başa kakmaktır ve bu özellik dûniHİ algıda çok önemli bir özelliktir; Allah’ı sevenleri sevmekle ilgili olarak da önemlidir; bu yüzden duniHİ algıdakiler Allah’ı sevenleri sevemezler…

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER