Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

Edep; Ya Hu – 85

DûniHİ algının yapışık vasfı, onun mütemmim cüzü “ğıll” denilen nefrettir. Ğıll ile yaşadığı sürece kişi mutlaka Allah’tan nefret edecektir… Allah’tan ve Allah’ı hatırlatan her şeyden nefret! Oysa Kur’ân bizden Allah’ın alametlerine hürmet göstermemizi, muhabbet duymamızı istiyor:
“Kim Allah’ın şeâir’ine (Allah’ın alametlerine, Tevhid’e) ta’zim ederse (hürmet ederse) muhakkak ki o kalblerin takvasındandır.” (Hac-32)
Oysa esfele sâfiliyn özellikli insan tam tersini yapar. Esfele safiliyn insanın ahseni takviym özellikli kalbinin etrafını bir kılıf gibi kaplayan “ğıll”, ahseni takviym hâlinin insanla ilişkisini keser ve kalb “ğıll” hâkimiyetinde çalışır. Bu durumda beyin kalpteki fuaddan “ğıll” özellikli emirler alır ve sadrdan “ğıll”le ait duygu, düşünce ve fiiller açığa çıkar. Bu insan artık Allah’a şükredebilme lütfundan mahrum bir zavallı olmuştur. Ayet onu böyle anlatır:
“Sizi inşa eden ve sizin için sem’ (işitme), ebsar (görme) ve fuadlar (analiz-sentez sistemi) oluşturan O’dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz.” (Mülk-23)
“Sadr, Kab, Fuad, Lüb Mekanizması” öğrenmemiz ve Hakk yolda kullanmamız gereken çok önemli bir mekanizmadır; İNŞİRAH kitapçığımızda onu geniş olarak ele aldık; ama yeri geldiği için birkaç cümleyle burada da bahsedelim.
Esfele Sâfiliyn yapıdaki insanı sadrı yönetir, kalb değil. Bu şunun için çok önemli: Eğer sadr kalbi değil de kalb sadrı yönetirse, yani sadrın yönetimi kalbte olursa, kalb o sadrı İhlâs Sûresi doğrultusunda yönetir… Peki, kalb sadrın yönetimini nasıl ve ne zaman ele alır? Özellikle Lüb aktifleştiğinde, kalbteki Lüb nuru açıldığında yönetim kalbin eline geçer ve işler değişir. Ama hayata başlangıç öyle değil; başlangıç Esfele Sâfiliyndir, bu yüzden de dünya yaşantısına başlayan insanda yönetim sadırdadır, sadır kalbi saf dışı etmiştir, kalbin üzerini Esfele Sâfiliyn halle kalıp gibi örtüp maskelemiştir. Bu durumda, Esfele Sâfiliyn yapı sadra emirlerin kalpten geldiği hissini verdirir, böylece sizin sadrınız kendisine emrin kalpten geldiğini zanneder. Şöyledir: Esfele Sâfiliyn yapı dûniHİ algıyla kalbin etrafını kaplayınca sadrın yönetimi nefsin şerri olan esfele sâfiliyn yapıya geçer ve beyin ondan emir alarak çalışır. Çünkü analiz sentez işlevi yapan kalbin fuadı, sadrda oluşan şer zannlarla analiz sentez yapar. O şer zannlar da beyinden fiile dönüşür. Fiiller için analizi yapan fuaddır ve fuad elindeki bilgiye göre doğru eğri ayırmaksızın analiz yapan bir mekanizmadır. Fuadı bize Kur’ân öğretiyor; Mülk-23’te “size fuadlar verdik” denilen odur. Meâllerde onu genellikle “gönül” diye çevirmişler. Fuad gönül değil ki! Onun adı Fuad ve bir işi var; bilgileri analiz sentez yapmak. Mülk-23. âyet bunu anlatıyor: “Size SEM’ (duyma, işitme ile ilgili tüm şeyler, teknolojik olanlar dâhil) verdik. EBSAR (görme, idrak etme) yetileriniz var. Ve FUADLAR (kalbinize bütün bunları analiz edip bir sonuca çevirme gücü) verdik. Buna rağmen ne kadar az şükrediyorsunuz, yani elinizdeki bu sermayeyle doğru sonuç çıkarmıyorsunuz!”
“Az şükreden, doğru sonuç çıkarmayan” kim, bunu kim yapıyor? Esfele sâfiliyn yapı! Nasıl? Kalbin üstünü kaplayarak, çalıştırmayarak, kalbi esir ederek, hasta tutarak. Peki, bu hali önleyecek, kaldıracak şey nedir? Bunu önleyecek şey başlangıçta iman nurudur. İman nuru kalbte çalışmaya başlayınca sadır iman nurundan etkilenmeye, o nur ile sarsılmaya başlar. Sadrın sarsılması, gel-gitler yapması bir süreçtir, ona girmeyelim. Şimdi anlatmaya çalıştığımız şu: Esfele sâfiliyn yapı dûniHİ algıyla kalbin etrafını sımsıkı kaplayınca yönetim sadra geçer ve kişi dûniHİ algı sonucu oluşan şer zannlarla yaşar. Dünyaya gelen insan böyledir; ama insan dûniHİ algıyı sevdiği, önemsediği için onunla bir mücadelesi yoktur. Ondaki esfele sâfiliyn mekanizma bu sebeple işini çok rahat yapar. Yönetim sadırdadır, böyle olduğu için beyne emir sadrdan, yani dûniHİ algı merkezinden gider. Çünkü fuad sadırdan aldığı bilgiye göre analiz sentez yapıp sonuç üretmektedir. Kalb iman nuru ile kıpırdamaya başladığında fuad sarsılır, “öyle mi yoksa böyle mi?” diye şaşırır. Çünkü hem kalbe ait imani sonuçlar, hem de sadra ait zanni sonuçlar üretiyor. Bu durumda sadr da iman nuru etkisi ile sarsılmaya başlamıştır. Eğer kalpte Lüb Nuru açılırsa Fuad o nurun etkisi altında kalır ve sapmaz şekilde hep İhlâs Sûresi’ne uygun sonuç çıkarmaya başlar. Artık şaşmaz! O zaman Fuad’tan beyine Hakk emirler gider. Fakat bu hemen olan bir şey değildir. Çünkü Sadr, Kalb, Fuad ve Lüb Sistemi’ne Sadr hâkimken kalbi “ğıll” kuşatmıştır, yani Allah’tan ve Sistemi’nden nefret kalbi kaplamıştır. Öyle kaplamıştır ve kişi o halinin doğruluğuna o kadar kuvvetli inanmıştır ki “Allah’a inanıyorum” diyenin imanını bir yere, “inanmıyorum” diyenin inanmayışını (esfele sâfiliyn inancını) bir yere koysak, onun bu inanışı kuvvetli çıkar. Esfele sâfiliyn inandığı şeyin haklılığına ve doğruluğuna böyle kuvvetle inanır, esfele sâfiliyn böyle bir musibettir. Ufak tefek gayretlerle esfele safiliyn yapıdan hemen kurtulunamaz, o yapı çok ciddi bir mücadele gerektirir derecede kuvvetlidir. Zaten onun o kuvveti yüzünden sadra ğıll hâkimdir, sadrdan çıkan herşey bu yüzden ğıll süzgecinden geçerek çıkar, yani Allah’a ve sistemine nefret süzgecinden geçerek çıkar; bu sebeple o kişide hep “Allah’tan nefret elbisesi” giymiş fikirler, yorumlar görülür. Esfele sâfiliyn yapı sadra hâkim oldukça da bu halden kurtuluş yoktur, anlatarak, ikna ederek onu kurtaramazsınız. Al-u İmran 119. âyet bu hali anlatmak için; “Siz onu seversiniz, ama o sizi sevmez” der. İmanlı kişi onu sever, anlaşır ve bir noktada buluşur ama o onu sevmez. Bu sadr hâkimiyeti nedeniyle, yani sadrına Esfele Sâfiliyn yapının hâkim olması nedeniyle de kişi şükredemez. Çünkü görmesi ve görme ile ilgili bilgi toplaması, işitmesi ve işitme ile ilgili bilgi toplaması hep dûniHİ’dir. Fuada hep dûniHİ bilgiler geldiği için fuaddan dûniHİ algıya ait nefret sonuçları çıkacak, beyne de o emirler gidecek, oradan da nefret fiilleri çıkacaktır. Artık bu haliyle o şükürden mahrum bir insan olur. Bu konudaki ayetler bize öğretiyor ki; kalbte ğıll bulundukça cennet olmaz, yaşarken de cennetlik amelde bulunulamaz.
“Biz onların (cennet ashabının) sadrlarında ğıllden ne varsa söküp attık.” (Hicr-47, A’raf-43)
Bu ayetler, cennette “ğıll” ile olunmadığını, sadrımızdan ğıll sökülüp atılınca kurtulacağımızı, Allah sadırdan ğılli almışsa kulun kalbinin cennete uygun hale geliyor oluşunu öğretiyor. Ğıll nedeniyle, Allah’tan ve sisteminden nefret edilir; nefret ettikçe de cennet haramdır. Bu ğıll ile yaşarken bu nefret yüzünden kişi cennete uygun amel yapamaz, yapamazsınız. Bu sebeple Rabbimiz bize yine ayetiyle ğıll’den nasıl kurtulacağımızı, ondan kurtulmak için dua ile kendisinden nasıl yardım isteyeceğimizi öğretiyor:
“Onlardan (Ensar ve Muhacir’den) sonra gelenler, şöyle derler: “Rabbimiz! Bizi ve iman ile bizden öne geçmiş kardeşlerimizi mağfiret et, iman etmiş olanlar için kalplerimizde bir “ğıll” oluşturma. Rabbimiz, muhakkak ki sen Raufun Rahiym’sin.” (Haşr-10)

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti