Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

Edep; Ya Hu – 77

DûniHİ algısının zannıyla insan ona emanet edilen Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisini müstakil ve muhtar ilan eder, hükmünü müstakil bir irade ile verir. Bunu bir örnekle görelim. Örnek için lütfen beşeriyetimi bağışlayın, çünkü dünya ve ahiret hayatını düşündüğünüzde çok önemli olduğunu görüp “Allahım râzı oluver” diyeceğizdir. Bir hanımefendinin gündemine “İslam’da kıyafet” konusu girmiş olsun. O hanımefendi bu konuda “benim nasıl giyineceğime kimsenin karışma hakkı yoktur, bana kimse akıl öğretemez, ben özgür bir kadınım” derse, işi en kısa yoldan bitirmiş olur. Çünkü İnsan-29 âyeti gereği Rabbinin değil şeytanın yolunu tercih etti. Artık onun hayat direksiyonu şeytandan yanadır. Böyle olduğu için, onun bir konuda ne yapacağı, nasıl davranacağı, doğrunun ne olduğu arayışı kalkar, o artık şeytanın otomatik pilotluğunda hızla şeytanlık mahalline doğru gider; sorguladığı ve önemsediği herhangi bir konuda “bu konuda Rabbim ne buyuruyor?” diye sormaz. “Bu konuda Rabbim bana ne buyuruyor acaba?” sorusunu inanan sorar. Diğeri sormaz ve “Hizbu’ş Şeytan” istikametinde ilerler: Bu Kur’ân tabiridir. Eğer o hanımefendi öyle değil de şöyle derse iş değişir: Bir hanımın kıyafeti konusunda Rabbim ne önermiş acaba? Eğer böyle derse o hanımefendi Kur’an’a yönelir, âyetleri hadisleri okur. Böylece, ona emanet edilmiş olan Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisini Hakk yol için harekete geçirmiş olur. Bu, İnsan-29 ayeti gereği Rabbine yönelmektir. Bir hanımefendi bu konuda Rabbine yönelmişse Ahzab Suresi 59. âyet ona seslenir:
“Ey, O Nebi! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına de ki; cilbablarını (üstlüklerini, dış elbiselerini) üzerlerine sarsınlar. Bu, onların tanınmamalarına, bu yüzden eziyet görmemelerine en uygun olandır. Allah Ğafuran Rahiyma’dır.”
Ayetin kıyafetle ilgili detaylarını ileride ayrıca ele alabiliriz. Şimdi konumuz olan “Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisini nasıl kullanıyoruz?”a bakalım: Bu hanımefendi âyeti okuyup da Rabbinin buyruğunu öğrendiği noktada o konuda Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisi kullanımı bitmiştir, şimdi o artık “işittim ve itaat ettim” demelidir. Böyle düşünen, böyle yaşayanlar yani “işittik ve itaat ettik; semi’nâ ve eta’nâ Allah’ım” diyenler hem dünyada hem de ahirette kazananlar olacaklardır.
Ahzab-59 ve Nur-31 âyetleri geldiğinde, Efendimiz o ayetleri okuduğunda mü’min kadınların nasıl yürekten “semi’nâ ve eta’nâ; işittik ve itaat ettik” deyip de o hale büründüklerini, Allah için neler yaptıklarını siyer ve İslam tarihi kitaplarından, tefsirlerden okuyun ve Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisini Allah’ın râzı olduğu şekilde kullanmanın sonsuz hayatımız için nasıl faydamıza olduğunu anlayın lütfen. Bir kadın bunları okuyup sonra da; “İyi de hangi devirdeyiz, o o zamanmış, şimdi bana ne derler?” gibi düşünürse (ki bu konularda söylenenlerin hepsini biliyoruz), o kadın haddi aşan âsilerden olur, Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisini “müstakilen varım ve muhtarım” etiketiyle suiistimal ederek kaybedenlerden olur. İslam’da kadın kıyafeti konusunda bu anlattığımın dışında yorumlar olabilir; hiçbiri Muhammedi değildir. Belgesi olan, âyet ve hadis olmak üzere, getirsin inceleyelim. Bu açıkladığım dışındaki yaklaşım ve yorumlar doğru değildir.
Fatır-5: “Dikkat edin, (kimse) sizi Allah’la aldatmasın.”
Size İslam adına doğruyu söyleyeceklerin sayısı çok azdır. Ama İslam adına yanlış yaptıracakların sayısı sistem gereği çok fazladır. Bir kitapta, bir yazıda, bir konuşmada “İslam adına, Allah adına” deniyor olabilir, hemen çok güvene girmeyin, inceleyin. Kur’an’a, Sünnet’e, ilgili tarih bilgilerine, müracaat edilmesi gereken her şeye müracaat edin. Dünya işleriniz için nasıl yapıyorsanız öyle titizlenin. Birisini bir işe koyacağınızda çalmadığınız kapı kalmıyor, hafizanallah, zor bir hastalık olunca çalmadık kapı kalmıyor. Peki, dünya için öyleyken bu konularda neden böyle? Kur’ân bu hali Kalb Hastalığı ile açıklıyor ve uyarıyor: “Bana kalb hastalığı ile gelmeyin, kalbi hasta olanların yeri cehennemdir. Kalb-i Selim olun, hastalıktan temizlenin de gelin.” Uyarıyı fark eden, “bu hastalığı ve hastalıktan kurtulmak için gerekeni öğrenmek için gerekiyorsa kapı kapı dolaşırım” der. Siz de Rabbimin önerisini öğrendiniz, şimdi diyeceğiniz budur: Semi’nâ ve eta’nâ; işittik ve itaat ettik… Böyle deyin ve bunu Amentü Billahi kapsamında bir vakarla, kibriya ile yapın. Bakın Arafat vakfesi sonrası Rabbimiz der ki: “Onlar vakfeyi yaptı, vakfe yerinden gururla çıkıyorlar.” Bu dûniHİ gurur değildir, “Âmentü Billâhi” kapsamında bir Kibriya’dır. Allah’ın dediğini yaparken hâliniz işte böyledir.
Allah’ın dediğini yapmak lazım, bunu sevmek, buna âşık olmak lazım, Allah’ın dediğini yapma delisi olmak lazım. “Allah’ın dediğini yapma delisi” olana dûniHİ algıyla yaşayanlar “deli” derler; o zaman Allah da ona “veli” der. Bu yüzden, “deli olmadan veli olunmaz” denir. Deli diye onlar diyor, Allah değil. “Deli” diyenler sonra duyarlar ki o veliymiş, pişmanlıkla “biz de ona deli deyip duruyorduk” derler. “Deli olmadan veli olunmaz” sözünü onlar söylüyor, değilse Allah bize “gidin deli olun” demiyor. Öyle yaşayana onlar “deli” diyor. Niye? Bakıyorlar kişi kafasını Allah’a takmış, ne söylesen dinle ilişkilendiriyor, ne söylesen Allah diyor. O zaman hemen “deli”yi yapıştırıyorlar. Tabi öyle, hiç akıldan çıkmıyor elhamdülillah. Onlar deli desin, ne önemi var…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER