Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

Edep; Ya Hu – 75

Mü’minlerin ayetle öğretilen bir özelliği ile başlayalım: Onlar rükû halinde zekâtı verirler.
“Veliniz ancak Allah’tır, O’nun Rasûlü’dür ve iman edenlerdir ki, onlar salâtı ikame ederler ve rükû halinde zekâtı verirler. Kim Allah’ı, O’nun Rasûlü’nü ve iman edenleri veli edinirse, (bilsin ki) muhakkak ki; Hizbullah (Allah tarafında olanlar) galip geleceklerin ta kendileridir.” (Maide; 55, 56)
Mü’minler salâtı ikame ederler ve rükû halinde zekâtı verirler. Ayet bize aslında “kurtuluş için bu sınıfta olun” diyor.
Hucurat-10: “Mü’minler ancak kardeştir.”
Bu ayet de müminlerin bir özelliğini söyler: Demek ki onlar hem rükû halinde zekâtı verirler, hem mü’minler olarak kardeştirler. Âyetteki “kardeş” tarifi önemli, ona biraz yakından bakalım. Ayetin kastettiği “kardeş” kapsamına girmek, birisine kardeş dememizle, onu kardeş kabul etmemizle gerçekleşmez. Ayetteki tanım birisine “kardeş” demenizle ilgili değildir. “Kardeş” bir sistemin tarifi sadedinde kullanılmıştır. O sisteme ait mânâ “kardeş” kelimesi ile ifade edilmiştir. O manayı şöyle anlamaya çalışalım: DûniHİ algıyı reddedenler ve Âmentü Billâhi diyenler, birbirlerinden ayrı müstakil varlıklar değildir, hele Allah’ın dışında hiç değillerdir. Bu hâl, dünya hayatına ait bir kavramla, yani bir karından olmak anlamındaki kardeş kelimesiyle ifade edilmiş olsa da bildiğimiz o kardeşlikten çok ileri bir mânâ taşımaktadır. Müslümanlar işte böyle kardeştirler… Lütfen, ayetteki “kardeş” ifadesine Kur’an’ın öğrettiği mânâ ile yaklaşın, yani dûniHİ algıyı reddederek bakın. O zaman göreceksiniz ki “kardeş” dediğiniz kişi sizden ayrı değil; yani ne o, ne de sen Allah’ın dışında değilsiniz! Ama dûniHİ algı öyle kuvvetli ki… Siz bir kardeşinize baktığınızda mü’min kardeşiniz size dışınızda gibi gözükür. Birbirlerine Göre Var olmanın gereği bu böyledir ama Âmentü Billâhi gereği hepimiz (Allah’ın dışında olmayan) bir yerdeyiz. İşte âyette anlatılan bu kardeşliktir. Bu anlaşılabilirse fark edilir ki “mü’minler ancak kardeştir” hâlinin güzelliği dünyadaki bir şeyle kıyaslanamaz. O yüzden bir müslüman kardeşine davranışta Rahiym ismi çok önemlidir…
“Yoksa siz; Allah sizden mücahede edenleri (dûniHİ algıdan kurtulmak için gereken mücadeleyi hakkıyla yapanları), O’nun Rasûlü ve mü’minler dışında, dûniHİ (algı sonucu müstakilen var ve muhtar kabulle) veli edinmeyenleri bilmeden (ortaya çıkarmadan) terk edileceğinizi (bu işin tamamlanacağını mı) sandınız? Allah yapmakta olduğunuz şeyleri Habiyr’dir.” (Tevbe-16)
İnsan esasen Ahseni Takviym özellikte yaratılmıştır. Ancak bu insan, bir imtihan olan dünya hayatı sürecini gerçekleştirebilmek için Esfele Sâfiliyn’e inince olayın tabiatı gereği kendisini “dûniHİ algı” içerisinde bulmuştur. Onda artık dûniHİ algıdan kaynaklanan zannlar belirecek, bu algıyla ilgili fikirler üretecek, hayata da bu algıyla bakacaktır. Kendisine verilen Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisini ya bu algıyla kullanacak veya kendisine ulaşan “hüda” bilgisine tabi olarak kullanacaktır. Bu sebeple ayet, dünya hayatı sürecinde mücahede edenleri yani dûniHİ algıdan kurtulmak için gereken mücadeleyi hakkıyla yapanları, Allah Rasûlü ve mü’minler dışında veli edinmeyenleri yani duniHi algı sonucu oluşan zannlarla, müstakilen var ve muhtar kabulleriyle veli/dost edinmeyenleri ortaya çıkarmadan dünya hayatının tamamlanmayacağını unutmayın diye bizi uyarıyor…
İnsan dünya hayatında kendisindeki Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisini nasıl “Müstakil ve Muhtar” zannediyor? Ahseni Takviym özellikte olan ama dünya hayatı sürecini gerçekleştirebilmek için Esfele Sâfiliyne inen insan kendisini “dûniHİ algı” içerisinde bulunca onda dûniHİ algıdan kaynaklanan zannlar belirir ve artık bu algıyla ilgili fikirler üretir, hayata bu algıyla bakar. Dünya hayatının temelini oluşturacak olan bu ZANN bu süreçte en önemli ve en tehlikeli olandır, insan bir daha ondan kurtulamıyor. Bu zannı Allah bize bildirmese, onu bize öğretmese bilemeyiz de… DûniHİ algı ile insan, kendisine ait neler biliyorsa hepsini Allah’ın dışına taşır. Bu algı öyle sağlam ve kuvvetlidir ki, bu yüzden kendini Allah’ın dışında algılar. Dolayısıyla kendine ait neler biliyorsa (bedeni, ruhu, aklı, fikri) ne varsa hepsini, her şeyini bu algı yüzünden Allah’ın dışına (Dunillahi idraka) taşır. Bir kısmı Billâhi’de, bir kısmı Dûnillahi’de değil, işin tabiatı gereği her şeyi oraya taşır. Bu taşıma sırasında Ahseni Takviym yapıya ait bir yetki olan Muhtariyeti Tercih Gücü de Allah’ın dışı zannettiği algı alanına taşınır.
“Muhtariyeti Tercih Gücü Ahseni Takviym yapıya ait bir yetkidir. DûniHİ algı ile insan, kendisine ait neler biliyorsa hepsini Allah’ın dışına taşırken aslında hepsini orada bulurken, Ahseni Takviym yapıya ait bir yetki olan Muhtariyeti Tercih Gücü’nü de Allah’ın dışına taşır, dışı algısında bulur” derken bütün bu anlattıklarımız, bu paylaştıklarımız bilgi ve idrakta doğruya başlangıç için sınırıdır, bunlarla fark edilen gerçek son nokta değildir, “demek böyleymiş” deyip durulacak yer değildir. Bu bilgi, bu gerçekler yola başlamak ve ilerlemek için doğru algı için ilk sınırdır. İlerlemek bu bilgiyi hikmetiyle öğrenip yukarı taşımakla olur…
Muhtariyeti Tercih Gücü aslında bir seçebilme yetkisidir. Allah, İlmullah’ta dileğinin sûreti olan insana “seçebilme yetkisi” verdi, ona seçme yetkisi verildi. Allah kendi seçme yetkisinden, o gücünden insana bir yetki verdi. Kasas-67 ayeti gereği biliriz ki ayrıca bir seçebilme yetkisi olan yoktur… Bu yüzden diyoruz ki kendi seçme ve hüküm verme gücünden ilminde bir suret olarak yarattığı insana yetki verdi. Verdiği bu yetki Muhtariyeti Tercih Gücüdür.
Kişi dünya hayatı gereği kendini dûniHİ algıyla Allah’ın dışında bilince diğer tüm özelliklerini olduğu gibi bu yetkiyi de zulmet aynasında gördü yani onu da orada sandı. Geçmiş ehlullah duniHi algıyla yaşanan hâli tarif için “zulmet aynası” ifadesini kullanır. İnsanın Muhtariyeti Tercih Gücü nurdaydı. İnsan dûniHİ algıyla vehmin zulmetine düşünce onu da zulmet aynasında gördü ve yine işin tabiatı gereği, Allah’ın dışında algılanan her şeyi müstakilen var zanneden insan, Muhtariyeti Tercih Gücü’nü yani Allah’ın seçme için verdiği yetkiyi Allah’ın dışında müstakil ve özgür zannetti. Bütün iş de zaten burada başlar.
Özellikle düşülen yanlışlardan birisi şudur: DûniHİ algıdaki kişi Muhtariyeti Tercih Gücü’nü müstakil ve özgür zannedince, o güç ve yetkiye “müstakil” etiketi vurunca tasavvufla ilgilenen bazıları bir yanlışa düşer. Bazı âyet ve hadislerde ve bu işi bilen geçmiş Ehlullah’ın eserlerinde bu zanna, bu bilişe “yok” denildiğini görünce tamamını “yok” yapar, zanneder ki insanın seçme yetkisi yok! Oysa Allah’ın insana seçme yetkisi vermiştir, bunu ayetlerle ve çok geniş olarak anlattığımız “FATİHA ile fetih” kitapçığına bakın lütfen. Evet, insan dûniHİ algıya düşünce her şeyi gibi nefsindeki bu yetkiyi de dûniHİ algı alanına götürdü ve ona da “müstakilen var ve muhtar” etiketi yapıştırdı, bu yetkiye de aynı muameleyi yaptı, “benim özgür tercihlerimdir” diyerek tercih gücüne de o etiketi yapıştırdı. İnsan hayata işte böyle başlıyor. Böyle başlıyoruz. Bundan böyle, insan ne yapacaksa hepsinin kararlarını bu zannla oluşturduğu iradesi ile alır. Artık onun bütün işleri müstakilliğini ilan ettiği, davranışta özgürlüğünü savunduğu bu zannî irade ile olur; böyle yaptığına inanır, hayatı böyle yaşar, hayat böyle yaşanıyor…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER