Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

Edep; Ya Hu – 200

Tanrılık hissiyatlı batıl bir zann olan “A” Takdim Formu “BEN”le Asi olarak kendini takdim eden kişi tanrısal tanımlardan kurtulma çalışmaları yapmalıdır. Onun dünyasında her şeyin bir tanrısal tanımı vardır, o onlardan kurtulma çalışması yapmalıdır. “A” Takdim Formu “BEN” yaşantısında Allah’ın yarattığı kesret için tanrısal tanımlar konulmuştur, günahlar ve yasaklar bile bu tanımlara göredir. “Billahi” idrakla takdimde olan “BEN” diyen kişi ise kesretten kurtulma çalışması yapar; yani “kesretten kurtulmak” veli zatın işidir. Çünkü gerçek kesrete ancak nefs-i mutmainneye gelmiş kişi ulaşır. Gerçek kesret esma dünyasıdır, Esma Âlemi’dir. DuniHİ algı ve zanlarıyla yaşanılan hal, gerçek kesretin tanrısal tariflerle damgalanmış halidir, önce bu tanımlardan kurtulmak lazım. O tanımlar esfele safiliyn yapının tanımlarıdır, “Asi” Takdim Formu “BEN” işte onlardan kurtulmalıdır. Eğer o yapı kesretten kurtulma çalışması yaparsa yanlış olur, bocalar, yapamaz. İşin içinden çıkamaz, ruhsal dengesi bozulur günahlardan da kurtulamaz, günahları umursamaz hale gelir. Oysa veli çalışması içinde “günahtan kurtulma” yoktur. Bu yüzden, bir veliyi anlatan bir yazıyı okuyanlar günahtan kurtulma çalışması göremeyince o yok zannedebilirler. Unutmayın, o bir veli, o işi bitirmiş. Veli olduğu için o şimdi kesretten kurtulma çalışması yapıyor. Onu anlatan kitaplarda günahtan korunma yer almamışsa, oralara bakıp yanılmayın. Biz velayet noktasına gelmeden kesretten kurtulma çalışması yapamayız, günahlardan ve tanrısal tanımlardan kurtulmadan velinin uğraşı alanına giremeyiz, önce günahlardan kurtulma çalışması yapılmalıdır ki bu çok önemlidir.

Nefs-i emmareyi terk edip nefs-i levvameye girmek bu yolda çok önemli başlangıçtır. Nefs-i levvameye girmek içinse mutlaka ve mutmain olarak Billahi anlamda imanın açıklanması gerekir, bu yeterlidir. Ancak bu deklarasyonu yapar yapmaz “Asi” takdimi ile “BEN” diyen yapıya ait yaşantı hemen Billahi idrake uygun hale gelmez, yaşantı hemen “B” yapıya tam uygun hale gelmez. “A” takdimiyle “BEN” diyen asi yapının yaşantısı geri dönüşsüz olarak Billahi anlamda imana uygun hale geldiğinde  “A” takdimi “BEN” Billahi anlamda takdime, “B” Takdim Formu “BEN”e dönüşür.

Bu açıklamaların üstüne günahı ele alalım, iki tip günahı ve onların ne olduğunu konuşalım. Lütfen bu açıklamaya dikkat edin, çünkü günahla ilgili anlatacağımız kavramlar önemli. İki tip günahtan biri şirk günahıdır. Eğer bir kişi imanını amentü billahi anlamında ve mutmain olarak deklare ederse şirk günahından kurtulur. “Böyle söylüyorlar, öyle söyleyip kurtulayım” diye değil de inanarak o deklarasyonu yapan şirk günahından kurtulur. Billahi imanını mutmain olarak açıklayan, yani var görünüşünü bile eş koşmadan Allah’a iman eden, yani “müstakilen varım ve muhtarım” demeden Allah’a iman eden şirk günahından kurtulur. “Allah dışı (dûnu) yok, dûnunda bir varlık yok, ben müstakilen var ve muhtar değilim, var görünüşümü Allah’a eş koşmadan iman ediyorum” diyen şirk günahından kurtulur. Şirk günahından kurtulmanın önemini ayetle anlamaya çalışalım: Zümer 65: “Eğer şirk işlerseniz tüm amelleriniz boşa gider.”

Kişi Billahi anlamındaki imanını deklare etmekle bu ayetin muhatabı olmaktan kurtulmuş olur, şirk işlememiş olur. Fakat bunu deklare ettiği halde henüz yapısı ve fiilleri bu deklarasyona, bu açıklamaya uymaz. Şimdi ona yeni bir mücadele var demektir; fiillerini bu deklarasyona uydurma mücadelesi, şimdi buna çalışacak. Bu mücadele tamamlanıp bitince kişi B noktasına gelir. Bu “B” noktasına gelene kadar aşılan mesafe çok önemlidir, sevabı çok yüksek olan bir yoldur; nefs-i levvamede esfele safiliynle mücadele edilen bu halin, bu sürecin sevabı fazladır. Bunu ayetten öğreniyoruz: Hadid Sûresi 10: “Fetih (B noktası) gelmeden önceki halin derecesi daha âzamdır (daha yüksektir).”

Şirkten kurtaran açıklamayı yapıp da şirk günahından çıkan için mücadele etmesi gereken günah şirk formatıdır. Şirk formatı durduğu için o formattan kaynaklanan günahlar oluşmaya devam eder, şimdi onlarla mücadele başlar. Ama onun ürettiği günahlar şirk değildir. Bu önemli!

Nisa Sûresi 48: “Eğer kişi şirk günahında değilse Allah onun diğer günahlarını dilediğine dilediği şekilde bağışlar.”

Fark ettiniz mi? Kişi yukarıda açıkladığımız deklarasyonu yapmış, sonra da her türlü halini, tüm fiillerini bu deklarasyona uygunlaştırma çalışması yapıyorsa, işte bu mücadele sürerken meydana gelen günahları, Allah “dilersem bağışlarım” buyuruyor. Ama bu umuda muhatap hale gelebilmek için Billahi deklarasyonu umursamak ve fiilleri ona uygun hale getirme çalışması yapıyor olmak şart. Deklarasyonu yapıp bir daha gözükmeyerek olmaz. Bir yere başvurup “ben sınava gireceğim” dediniz ama sonra ne çalıştınız ne de sınava gittiniz! Olmaz! Bu deklarasyonu yapıp, ona uygun mücadeleyi yapıyorsak, ancak o zaman Rabbimiz “bu mücadele sırasında meydana gelen günahları dilersem bağışlarım” diyor. Yeter ki şirkimiz olmasın. Çünkü şirk varsa, “ibadet” adı altındaki çalışmaların hepsi boşa gidiyor.

Bazen “namaz borcu olanın sünnet ve nafileleri yapmaması gerekir” gibi yaklaşımlar duyuyoruz, buna nasıl bakmalıyız. Söylenen mantıklı gelse bile konulara “ayet ve hadislerde bu iş nasıl?” diye bakmak lazım, daima. Bakıyoruz hadislerde öyle bir şey yok. Efendimiz bu işten habersiz değildi, aksi halde bizi uyarırdı, “şöyle işleriniz olursa böyle yapın” derdi. “Efendimiz döneminde böyle kimseler yoktu” şeklinde bir mazeret de olmaz. Çünkü Efendimiz müminleri ileri günler için de uyarıyor, hadislerinde bugünleri anlatıyor; o günkü ümmetini, gelecekteki ümmetlerinin nasıl davranacağını söyleyip, uyarıyor. Dolayısıyla, kaza namazı için de uyarır, öğütte bulunurdu. Hadislerde şu bilgiyi görürüz: Hesap günü bir kulun farzları yeterli gelmezse, Rabbi “nafilelerine bakın” der buyrulur. Demek ki yapılan nafileler farzları tamamlıyor. Bu yüzden, kaza kılacağız diye normal salâtı bozmamak lazım. Diyelim ki İkindi Salâtı’nı ikame edeceksin, onun kendine ait bir sünneti, kendine ait bir farzı var. “Benim zaten çok borcum var, sünneti yapmasam da olur, onun yerine kaza kılayım” dersek olmaz, vakit salâtını bozmamak lazım, onu Efendimiz nasıl yapmışsa olduğu gibi öyle muhafaza etmek gerekir. Diyelim ki işrak vakti salât ikame edeceksiniz, illa nafile salâta niyetlenmek gerekmiyor, önemli olan işrak veya kuşluk vakti salât ikame ediyor olmaktır. Mesela, işrak vakti hiç değilse iki rekât salât ikame edersek, Efendimiz (SAV) “Kim sabahın farzından sonra işrak vaktine kadarki süreyi dünya kelamı olmadan, dünyayla meşgul olmadan zikrullahla geçirir ve güneş doğup ta en az yarım saat geçtikten sonra işrak vakti iki rekât salât ikame ederse tam hac ve umre sevabı alır” buyuruyor. Efendimiz o hali teşvik ediyor ve anlaşılsın diye üç kere tekrar ediyor. Hac ve umre görevinden azat olursunuz demiyor, hac ve umre sevabı alırsınız buyuruyor. O vakitte iki rekât salât ikame ederken kamet getirip “Allahım, vaktinde ikame edemediğim üzerimde bulunan en son sabah salâtına ait farzı bu vakitte kaza ile ikame edeceğim” der, böylece hem nafile yapıyor olmanın, işrak vakti salât ikame etmiş hem de Rabbimiz kabul buyurursa üstünüzdeki bir sabah salâtını ikame etmiş olursunuz. Diyelim ki dört rekât ikame edeceksiniz, “öğlen salâtının farzı” dersiniz. Dikkat edeceğimiz şey, normal salâtları sünneti, farzı, son sünnetiyle yapmak. Sonra da işrak, kuşluk gibi salâtları yapamadıklarınızın yerine telafi niyetiyle yaparsınız, çok da güzel olur. Hem kuşluk vakti salât ikame etme sevabı alır hem de bir öğleni, bir ikindiyi ikame etmiş olursunuz, Rabbin muaf tutar inşaAllah. Dilerse… Çünkü “kazaları ikame edin, kazalar kabul olacak” diye bir kural yok. Ama bir nafile ibadette böyle niyetlenerek Rabbimizin dileğine sığınıyoruz. Aslında âlimlerin söylemek istediği budur: “Siz işrak vakti salât ikame ediyorsunuz, fırsatı kaçırmayın, ikame etmediğiniz sabah salâtı varsa ona niyetlenerek ikame edin. Hem onun hem de işrak vaktinin sevabını almış olursunuz, inşaAllah” demek istiyorlar, yani müjdeliyorlar. Aksi halde “şöyle yapın, şöyle yapmayın” gibi kesin bir şey söylemek kimsenin haddi ve görevi değildir, kimse öyle bir şey diyemez. Ne söylenecekse Efendimiz söylemiş, bitirmiştir. Onu yorumlamalarla ve bazı eğitim yöntemlerinin emirsel uygulanmasıyla değiştirmek doğru olmaz. Kur’an bile emir olduğu halde “emir veriyorum” demiyor, “bu bir öğüttür” diyor. Kur’an bir öğüttür ama günümüze gelinceye kadar emir cümlesine dönüşmüştür. Âlimlerin öyle söylemeleri de bir öneridir, “nasıl olsa bu nafileyi yapıyorsunuz, telafi fırsatını kaçırmayın” diyorlar.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti