Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Edep; Ya Hu – 190

Özellikle camilerde şuna çok dikkat edilmesi gerekir. Ezanımız başladığı zaman onunla yarışır gibi vaaza devam etmemek lazım, iyi olmaz. Ezanın başlayacağı saat belli, ezanın başlaması sürpriz değil, ezanla yarışır gibi konuşmamak lazım. Zaten insanlar bir telaş içerisinde, o anda hızlı hızlı söylenen şeyler, söyleyeni tatmin etmekten başka işe yaramaz. Oysa tam o anda insanlar hadis gereği, sistem gereği dinlese, dualarını yapsa, ezanımızla bütünleşse nasıl olur? Hatta cemaate Ezanımız okunmadan önce bunu hatırlatmak ve önermek lazım. İnşaAllah camilerimizde buna da dikkat ederiz, böyle olur inşaAllah.
Ezanımızın okunduğu öyle yerler, öyle bölgeler var ki oralarda imanlılarla birlikte yaşayan inkârcılar da var, işte Ezanımızın okunması esnasında onlar için fırsat doğar, Allah’ın işaretlerine karşı saygısızlık ve edepsizlik yapma fırsatı bulurlar. Çünkü onların da ahiretteki mevkilerini, konumlarını hak etmeleri gerekiyor. Bu yüzden ezan onlara da bu fırsatı tanır. Sistem bir inkârcıya bu fırsatı tanırken birisinin ona “sen neden bu fırsatı değerlendiriyorsun?” manasında yaklaşması çok mantıklı değildir ve sistemin işleyişini de etkilemez. Bu sebepten, biz kendimize dikkat etmeli, kendimizi korumalı ve kurtarmalıyız. Ancak inkârcı Allah’ın işaretlerine karşı hücumunu şiddet uygulayarak yapmaya kalkıyorsa ilgili kurumlar gerekli tedbirleri almalıdır. Çünkü inkârcının tercihinin gereğini yapması, tercihi gereği saygısızlık ve edepsizlik yapması hakkıdır. Çünkü ahiretteki yerini hak etmesi ve yaptığına da şahit olması gerekiyor. Ancak hücumunu sessizce yapmalıdır, başkalarına hücum etme özgürlüğü yoktur, tercihini şiddete dönüştürerek ortaya koyma özgürlüğü de yoktur. Aynı şey inananlar için de böyledir; inanan da tercihini sessizce yapmalıdır. Bir mümin için sessizce yapılan tercihin değeri yetmiş kat fazladır. Hatta bu konuda ne yapacağımızı bize Kafirun Suresi 5. ayet söyler: “Senin dinin sana, benim dinim bana.” Yani “senin hayat tarzın sana, benim hayat tarzım bana…” İşte bu kadar!
Ezan okunmayan yörelerde yaşayan inananlar Ezanları’yla irtibatlarını koparmamalı, kendi ezanlarının vakitlerini takıp etmeli ve kendi ezanlarını okumalıdırlar.
Bir de Ezana şekil biçenler, Ezan için “şu dilde okunsun, bu dilde söylensin” diyenler var, dikkat ederseniz bunların büyük çoğunluğunun ezan ve salâtla irtibatı yoktur, ezan ve salâtla irtibatı olmayan kişilerdir. Kişi eğer Ezanla ve Salâtla irtibatı olduğu halde böyle tekliflerde bulunuyorsa anlarız ki onun başka irtibatları da var.
Ezan adı altında gerçekleşen Allah’ın bu kutsal daveti dünya genelinde hiç kesintisiz okunmakta, bu bildiri hiç kesintisiz tebliğ edilmektedir. Bu yönüyle de dünyada hiçbir örneği yoktur.
Ezanın tertibi, Rasulüllah Hazreti Muhammed Mustafa (SAV) Efendimize tabi olmuşların, dünyanın farklı yerlerinde farklı dillerde, farklı renklerde ve farklı milletlerden tüm inananların ortak evrensel dilidir. Ezanın tertibi, metni ortak evrensel bir dildir, Kur’an-ı Kerim de böyledir. Ezanın metni dünya dillerinden birisine çevrilerek ezan olarak okunamaz. Mesele Arapça değildir, ezanı Arapça da meallendirseniz olmaz. İnsan Allahın adaletinde oluşmuş manayı artık başka kelimelerle (Arapça bile olsa) yeniden tertip edemez. Rabbimiz Kur’an ayetlerini insanlara indirirken anlayabilelim diye kullandığımız bir dili tercih etti ve Arapça dilini tercih etti. Ayrıca “Rasul Araplardan ama Kur’an’ın dili başka” denilmesin diye de Rabbimiz Arapçayı tercih etti. Bunu Kur’an’dan öğreniyoruz. Ancak şu önemli; Ezan ve Kur’an Arapça ile tertip olunduktan sonra kelimelerin manası Allah’ın vasıflarına has olarak şekillenir. Yani kelimelerin fiziksel görünümü (harfler) Arapçadır, ancak manalar (artık o kelime Rabbimiz tarafından bildirildikten sonra o kelimenin manası) Allah’ın vasıflarına bürünmüştür. Düşününüz, herhangi biri dil nasıl şekilleniyor? İnsanlar arasındaki iletişimle, o iletişimi sağlamak için, insanların arzu ve isteklerine göre, iletişimdeki özelliklerine göre şekilleniyor. Yani o kelimelerin insanla ilgili manaları var. Siz insanla ilgili olan o manaları alıp, o kelimeyi Allah kullandıktan sonra, aynı manayı veremezsiniz. O kelimeleri Allah (o tertiple) kullandıktan sonra o kelimeler artık Allah’ın vasıflarını has manalar kazanır. Ezanda da böyledir ve bunu yapan Allah’tır, artık bunu bir başka insan yeniden tertip edemez. Ayrıca Hicr Suresi 9. ayetten öğreniyoruz ki işte bu sistemi, bu oluşan hali koruyacak olan da Allah’tır. Hicr Suresi 9. ayette Rabbimiz bunu “bu sistemin koruyucusu ve yöneticisi biziz” diye vaad ediyor. Ancak kelimelerin kastettiği ve Allah’a ait olan manaları anlayabilmek ve bu manalarla halledebilmek için konuşulan her dilde açıklamalar yapmak çok yararlıdır. Aslında açıklamalarla uydurmaları da birbirinden ayırt etmek gerekir. Ancak unutulmamalıdır ki en doğru açıklamalar da bile, bu açıklamalar orijinal kelimelerin yerine geçemezler. Bu açıklamalar çerçevesinde, Allahın davetini, uyarısını, hatırlatmasını, müjdesini yani “EZANIMIZ”ı anlamaya, manası içerisine dalmaya, manasıyla hallenmeye kapı aralayalım biiznillah.
Allahuekber seslenişine verilen manalardan birisi “Tanrı uludur” şeklindedir. Bu bir uydurmadır, bir meal bile değildir, tam bir uydurmadır. Bu yüzden konumuz için söz konusu bile değildir. “Allah uludur, Allah büyüktür, Allah en büyüktür en büyük odur ki yücelerden yücedir” gibi açıklamalar da doğru değildir. Bu meallendirmeler insancadır, insanlar arasında kullanılan dile ait manalardır bunlar.”Uludur, büyüktür, en büyüktür” gibi ifadelerin kıyas yaptığına lütfen dikkat edin, çok önemli. Hani “bildiğiniz gibi değil” derler ya, işte o kadar önemli. Bu meallerde kıyas var: Neden büyüktür, kimden büyüktür, ne kadar büyüktür? Dikkat edin, Allah’ın hiçbir vasfı kıyasla izah edilemez, ölçü ile belirtilemez. Meallerde “merhametlilerin merhametlisi, büyüklerin büyüğü” gibi manalara rastlarız, olmaz. Allah’ı neyle, kimle kıyaslıyorsunuz, yapılan hatanın farkında mısınız? Ne kadar insanca bir davranış! Lütfen dikkat buyurun, Allah ile kul kıyaslanamaz, kıyaslarsanız iki ayrı varlık oluşturursunuz. Allah “müstakilen VAR ve Muhtar”dır, kullar “müstakilen var ve muhtar” değildir. Yani Allah ilahtır, kullar ilah değildir. Çünkü ancak bir ilah müstakilen var ve muhtar olabilir. Buna rağmen kul “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasında bulunursa, böyle davranırsa, böyle hissederse ilahlık iddiasında bulunmuş olur, bilsin bilmesin öyle olur ve Enbiya Suresi 29. ayete göre de cehennemi hak eder. Kullar vasıfları itibariyle kullarla kıyaslanabilir. İlahlar (yani müstakilen var ve muhtar olanlar) da vasıfları itibariyle ilahlarla kıyaslanabilir. “La ilahe illallah” diyerek Allahtan başka ilahın bulunmadığını söylüyoruz, o halde Allah’ı kıyas yapacağımız bir ilah yoktur ki… Eğer Allah’ı bir şeyler kıyaslıyorsanız o ancak bir ilah olmalı. İlahın vasfı ancak başka bir ilahın vasfı ile kıyaslanır. Başka ilah yoksa o zaman kıyaslayamazsın. Demek ki “Allahuekber” derken anlam olarak “en büyük, ulu, en ulu, yücelerden yüce” diyemezsiniz. Allah’ı insanlarla kıyaslamak tamamen dunihi algı sonucudur ve insanların “müstakilen varım ve muhtarım” iddialarını kabullenmek demektir.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER