Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Edep; Ya Hu – 171

Bu gün ele alacağımız ilk husus, Allah yolunda yaşarken daha hassas olmak isteyenler için önemli: Yaşarken büyük bir sessizlikle, kul ile Allah arasında olmasına özen göstererek, deşifre olmadan hassasiyet göstermek… İnananların öyleleri vardır ki konuları dinleyince taliplik damarları öyle coşar, hassasiyetleri öyle artar ki konuya çok hassas olurlar. İşte bu öneri taliplerin o hassas yanlarına hitap etmek içindir. Daha hassas olmak isteyenler için vereceğimiz örnek cümlelerde, kişi eğer o cümlelerden hassas olmanın mesajını çıkarırsa, kendisine öyle hassas olacağı birçok konu oluşturabilir. Bu yolda hassas olmanın en önemli kuralı şudur: Hassasiyet; 1) büyük bir sessizlikle 2) kul ile Allah arasında olmasına özen göstererek 3) deşifre olmamaya gayret edilerek yürütülmelidir. Hassas olan talib için üç önemli kural: Sessiz… Yaptığın şey kul ve Allah arasında… Ve anlaşılmamaya, bu hassasiyetinden dolayı tanınmamaya, deşifre olmamaya çalış… Bu konuda şimdi bir örnek cümle verelim. Davranışlarını Hakk bulmadığınız insanlar için “bunlar ne biçim insan, aklım almıyor. Bu böyle yapılır mı? Bunu yapan nasıl bir insan? Aklım almıyor bu insanları” gibi cümleler kurmamak gerekiyor. Bu söyleyiş hassas olan birisi için doğru değildir. Peki, hassas kişi için bu doğru değilse ne desin? “Bu davranışlar yanlıştır, onaylamıyorum.” desin. O davranışlara katılmadığını söylesin. Ama “bunlar nasıl insan?” demesin, “davranışlarına katılmıyorum” desin. Zihninden bir yorum yapacaksa onun için konu insan değil fiiller olsun. Basit bir örnekle bakalım. Bir arabaya beğenmeyip de “bu nasıl araba?” derseniz nereyi suçlamış olursunuz? Araba fabrikasını! Bu nasıl araba ne demektir? Bu fabrika bu arabayı nasıl yapmış demektir. O zaman siz “Bunlar nasıl insan hiç aklım almıyor, beğenmiyorum bu insanları. Nasıl insan bunlar?” dediğinizde siz doğrudan bunu Allah’a diyorsunuz. Diyorsun ki “bunları nasıl yapmışsın, hiç hoşuma gitmiyorlar.” Bu söyleyiş hassas kişi için doğru olmaz. Allah’a böyle şey söyler mi hassas kişi? Oysa siz “Bu araba nasıl araba?” değil de arabayı sürenin sürüş biçimini eleştirirseniz o başka. O zaman dersiniz ki bu arabanın sürülüş biçimine katılmıyorum. Bakın şimdi siz bir fiile katılmadınız, o arabayı kullananın kullanışını beğenmediniz. Dolayısıyla, hassas kişi için “bu insanlar nasıl insan?” demek yanlış olur. Çünkü o cümlesiyle kişi Allah’ı hedef almış olur. Ama yanlış fiilleri için “katılmıyorum” derse doğru söylemiş olur. Bunu dediğiniz zaman şöyle bir düşünceyle karşılaşabilirsiniz: İnsanı Allah yarattı da fiillerini Allah yaratmıyor mu? Her şey Allah’tan ve Allah’ın emri olduğuna göre bu cümle oldu mu şimdi? “Bunlar nasıl insan?” dediğinizde Allah’ı hedef alıyorsunuz da “bu davranışlar nasıl?” diye fiilleri söyleyince Allah’ı hedef almıyor musunuz? Size böyle diyebilirler. İnanıyoruz ki fiillerin de emrini Allah veriyor, onları da yaratan Allah. Ama bu cümleyi insanlar arası ilişkilerde kullanmak yanlış olur. Bu hakikat, şimdi söylediğimiz konu için düşünüldüğünde doğru olmaz. Evet, insanları da yaratan fiilleri de yaratan Allah’tır. Bununla ilgili birçok ayet vardır, ancak bu cümle Tevhid cümlesidir, yöneliş cümlesidir ve iman içindir; amel için değildir. Bu farkı iyi görebilmek lazım! Nefs terbiyesi diye bahsettiğimiz konularda kullandığımız bütün cümleler kesret cümleleridir. Dikkat edin, daha konuya başlarken dedik ki iki amel tipi vardır: Kulun dahli olan ameller, kulun dahli olmayan ameller. Bu durumda, kulun dahli olan bir amel olabilir mi? Tevhid cümlesinde, kulun dahli olan bir amel olabilir mi? Bütün ameller Allah’ın emriyledir. Kulun dahli olan bir amel cümlesi orada olmaz. Ama “kullar arası ilişkiler dili” diye bir dil var, yani kesret kuralları dili diye, yaşanabilir hayat normları dili diye bir dil var. İşte o dilde olur. Çünkü o dil amel içindir. Tevhid dili iman içindir, kesret dili amel içindir, oradan amel çıkar. Tevhid dili imanına ulaşabilmek için kesret diliyle oluşturulmuş amelleri yerine getirmek gerekiyor. Dolayısıyla burada olduğu gibi, Kur’an ve hadiste geçen bir konuda iki cümle varsa bu iki cümlenin tek bir manayı anlattığını anlamak gerekiyor. Bütün fiiller de bütün insanlar da, kulların yaratılması da Allah’ın emri değil midir? Evet, emir O’nundur. Doğru ama bu Tevhid cümlesidir. Bir de amel cümlesi söyledik ve bu kesret cümlesidir dedik. Dedik ki “bunlar nasıl insan böyle?” demeyin, zatlarıyla ilgili cümle söylemeyin, fiilleriyle ilgili söyleyin. Bunu böyle söylerken mana ayrıştırması yaptık. Neden? Konu anlaşılabilsin, bir amel çıksın ve iman cümlesine ulaşabilelim diye. Önce her iki cümleyi anlamak ve bu iki cümlenin birbirini yok eden cümleler olmadığını anlamak gerekiyor. Maalesef çoğu kez öyle de anlaşılmıştır, “Onun asıl manası öyle değil, aslı şöyle” gibi yaklaşılmıştır. Öyle değil! İkisi de doğru ama kullanıldığı yere göre, kullanıldığı yerde doğru. Esası ne? Birleştirilmesi! Çünkü amel edebilelim diye manayı ayırmıştık. Anlaşıldıktan sonra iki cümleyi birleştirmek esastır. Birleştirir çakıştırırsanız, çakıştırdığınız mana esas cümledir. Ama bu esas cümleyi bildiğiniz hiçbir dille cümle yapıp da yazamazsınız. Bu manayı yazamazsınız, bu insanların bildiği bir dil ile yazılamaz. Konu çok önemli olduğu için Kur’an’dan bir örnek vereyim. Kehf Sûresi 26. ayet: “O hiçbir kimseyi hükmünde ortak da etmez.” Rabbimiz, Kehf Sûresi 26. ayette buyuruyor ki “Ben hükmümde kimseyi ortak etmem. Hüküm Bana aittir.” Nahl Sûresi 59: “Dikkat edin! Hükmettikleri şey ne kötüdür.” Rabbimiz Kehf Sûresi’nde “Ben hükmümde kimseyi ortak etmem” dedi, Nahl Sûresi’nde “dikkat edin, onların hükmettikleri şey ne kötüdür” diyerek hükmeden insanlardan bahsetti. Allah “kimseyi hükmüme ortak etmem” demişti ama hükmedenler var. Saffat Sûresi 154’te Rabbimiz “nasıl hüküm veriyorsunuz?” diye, Ankebut-4’te ise “ne kötü hüküm veriyorlar!” diye uyarıyor… Maide Sûresi 44, 45, 47’de “Allah’ın hükmüyle hükmetmeyenler” diyerek ayırdığı gruplar var. Şimdi Kehf-26 ile bu ayetler arasında çelişki mi var? Hayır. Ayetlerde mana ayrıldı, bunu fark etmeliyiz. Kehf Sûresi 26’da bahsedilen Tevhid cümlesidir, iman cümlesidir, yönelişle ilgilidir. Diğerleri kullar arası ilişkilerle, kesret kurallarıyla ilgili cümleler olup amel çıkarılacak cümlelerdir. Lütfen söyleyin bana, bir kul Kehf Sûresi 26. ayetten ne amel çıkarabilir? Hiçbir amel çıkaramaz, yalnızca nasıl iman edeceğini öğrenir. Ama Nahl Sûresi 59, Saffat-154, Ankebut-4, Maide 44, 45, 47 gibi ayetlerden bir amel çıkarır, ne yapacağını öğrenir. Salih amel yapabilmek için bu gibi ayetler gerekiyor. İman edebilmek için ise Kehf Sûresi 26’yı anlayabilmek gerekiyor. Bu yüzden, “bunlar ne biçim insan?” demeyin, “bu davranışlara katılmıyorum” deyin diyerek olayı ve cümleleri ayırabiliyoruz. Konuyu böyle aslıyla esasıyla bilmedikleri için veya maalesef art niyetli oldukları için, çelişki hissettiren (bu manaları çakıştıramayıp çarpıştıran) açıklamalara rastlarsınız. Bu yüzden insanlar o yazıları okuyunca “Kur’an’da çelişki var” derler. Bilmiyorlar… Kur’an’ın diliyle cevap verelim: Bilenle bilmeyen bir olur mu? Onlar da bilmiyor…

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER