Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

Edep; Ya Hu – 133

Allah Teâlâ Hazretleri şöyle ferman buyurdu: “Kim benim veli kuluma düşmanlık ilan ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni ona farz kıldığım şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı, aklettiği kalbi, konuştuğu dili ve sairi olurum. Benden bir şey isteyince veririm. Benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde mümin kulumun ruhunu kabzetmede tereddüde düştüğüm kadar hiçbir şeyde tereddüde düşmedim. O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem.”
Hz. Ebu Hureyre (ra)’den rivayet edilen Buhari kaynaklı kudsî hadis böyle, şimdi ondan çıkarılabilecek sonuçlara bakalım. Üstünde duracağımız esas nokta “nafile” kavramı ile ilgili; nafileyi nasıl anlamalıyız?
Nafile normal hayattaki anlamıyla “boş, yapsan da olur yapmasan da” gibi anlamlardadır. Fakat kullandığımız pek çok kelimede olduğu gibi, nafile kelimesi de başka manalara da sahiptir. İbadet ve ameller kapsamındaki nafileyi gerçek manada anlayabilmek için şuna dikkat etmeliyiz: Nafile dediğimiz zaman aklımıza “nafile salâtlar ve nafile oruçlar” gelir ama bu işin tamamı değildir. Böyle bakılırsa işin bir kısmını görmüş olursunuz. Oysa her fiilin, her düşüncenin, her ibadetin, yani her halin bir farzı bir de nafilesi vardır. Tanımın içine “her hal” girince, anlarız ki salât ve oruç bu hallerden sadece ikisidir. Sizin her düşüncenizin, her fiilinizin, her halinizin bir farzı bir de nafilesi vardır. Hallerimizin farzı nedir, bu yönüyle “farz” nedir, işte onu tanımlayalım:
Her halimizin farzı, yani her halimiz için öncelikle şart olan, farz olan şudur: Vehmin zulmetinden çıkmak, vehmin zulmetinden kurtulmak. Bakara Suresi 257. ayet diyor ki: “Allahu veliyyülleziyne amenü yuhricühüm minez zulumati ilan Nur: Allah inananların velisidir, onları zulmetten alır, nura sokar.” Demek ki ilk şart bu, bunun gerçekleşmesi gerekiyor: Vehmin zulmetinden çıkmak, nefsi şerrinden temizlemek gerekiyor. Vehmin zulmetini, nefsin şerrini takdim ederken söylediğiniz “A” Takdim Formu “BEN”i fonksiyonsuzlaştırmak gerekiyor. Sözde tanrılık iddiasını hem deklarasyon olarak, hem de fiillerde yok etmek gerekiyor. İşte bu, sizin her türlü halinizin farzıdır. Bu olmazsa olmaz! Farz yani olmazsa olmaz budur. İlk farz budur. Bir kişi nefs-i mutmainneye gelinceye kadar, B noktası dediğimiz İhlâs Hayat Döngüsü’ne giriş noktasında kararlı, istikrarlı, geri dönüşsüz yaşayıncaya kadar ısrarla, sabırla mücadeleye devam edecektir; onun nefs-i levvame sürecindeki ilk farzı, seyri sülûku içerisindeki ilk farzı budur: Nefsi şerrinden temizlemek, vehmin zulmetinden çıkmak, asi takdimini etkisizleştirmek, yani A” Takdim Formu kapsamındaki iddia ettiği “BEN”i fonksiyonsuzlaştırmak, sözde tanrılık iddiasını önce deklarasyon olarak sonra da fiillerde yok etmek: Bu farzdır, farz budur; bu olmazsa olmaz. Farz ve nafilenin bu yeni manası inşaAllah anlaşılmıştır.
Doğuştan kendimizi içinde bulduğumuz esfele safiliyn idrak ve zanlarıyla üretilen “Sözde Tanrılık İddiası”nı yok etmek öyle önemlidir ki… İşte bu iddiasından kurtulmaya talib olan için bir şeye vurgu yapalım. İslamiyet’le tasavvufla meşgul olanlar “yok olmak” ifadesini çok duyarlar. Oysa “yok olmak” diye bir şey yoktur. Lütfen çok dikkat edin çünkü çok önemli! Kimse yok olmayı başaramaz, çünkü yok olmak diye bir hal yoktur. Ama yok etmek var. Yok olamazsınız ama yok edersiniz. Dolayısıyla yok olmaya değil, o iddiayı, o zannı yok etmeye çalışacağız. Bu yoldaki mücadele yok etme mücadelesidir. Yok etme mücadelesinin sonunda, kişideki o zan yok olduğu için ona “yok olmak” denilmiştir, O mücadelenin sonucuna işaret amacıyla, onu anlatmak için “yok olmak” denir. Bunu fark etmez de “yok olma” mücadelesi yaparsanız yanlış olur. Mücadele yok etmek içindir. “Yok” ettikten, mücadele bittikten sonraki sonuca “yok olmak” diyebiliriz. Çünkü bir zan yok olmuştur, bir iddia yok olmuştur, bir kişilik yok olmuştur.
Bu iddiayı yok etme mücadelesi devam ederken sorgulamalar yapılır, yapılmalıdır. Ancak bu sorguları “ne yaparsam olur?” diyerek yaparsak iyi sonuç alamayız. “Ne yaparsam bu iş olur?” sorgusundan iyi sonuç alamayız. “Ne yaptım da olmadı?” demeliyiz. “Ne yaptım da bu iş olmadı?” diyeceğiz ve daima bunun analizini yapacağız. Bir sonuca ulaşmak istediğiniz de olmadıysa “ne yaptım da olmadı?” diye sorgulamalıyız, bunun analizini yapacağız. “Ne yaparsam olur” bizi sonuca ulaştırmaz, sorulması gereken soru bu değildir. Çünkü esfele safilin yapıyla ne yaparsak yapalım olmaz. Zaten esfele safiliyn yapıyla bir şey yapar da sonuç alırsak tehlikelidir, kibrinizi kuvvetlendirir, esfele safiliyn yapınız ona sahip çıkar, onun hicret etmesine izin vermez. Ama “ne yaptım da olmadı?” diyen, kendindeki esfele safiliyn yapıyı suçlar ki ilk sonucu almış olur. Zaten mesele nefsin şerrini suçlamaktır. Nefsin şerri ile yaptıklarınızla bu iş olmaz. Nefsin şerrinin yapacağı hiç bir şeyle olmaz. Çünkü şer ne yaparsa yapsın şer çıkar. Bu yüzden, “ne yaptım da olmadı?” diyeceğiz. Önemli analiz sorusu budur.
Farz ve nafile kavramlarını belki de ilk kez duyduğunuz bir şekilde farklı bir bakışla tanımladık, şimdi sizinle, farzı yani şart olanı anlamak üzere bir tefekkür yapacağız, farzı ve nafileyi kendimizle ilgili tanımlayacağuz. Kendimiz için farz ve nafile nedir, anlamaya çalışıyoruz diyelim. Kendimize ait tanrısal bir davranış tespit ettik ve tespit ettiğimiz o tanrısal, o mütekebbir hal ve davranıştan kurtulmak için de çalışıyorsunuz. O halinizin yanlış olduğunu, doğrusunun da ne olduğunu tespit ettiniz, tespit ettiğiniz o doğruyu yapmaya başladınız, bazen yarım bazen tam yapıyorsunuz. Aradan zaman geçiyor tekrar yanlışa düşüp “eyvah, ben bunun doğrusunu yapıyordum, tekrar yanlışa başladım” diyoruz, mücadele edip doğruyu yapıyoruz, tekrar yanlışa düşüyor, tekrar… Bu doğru-yanlış mücadelesidir. Dikkat edin, hep doğru-yanlış mücadelesi varsa başarı elde edilemiyor demektir, bu iyi bir hal değildir. Bu yüzden, Efendimiz (SAV) bize bir dua öğretir: “Allahım beni ara yerde bırakma.” Sürekli doğru-yanlış arasında gidip gelmek ara yerde kalmaktır. Konu neyse o konuda doğru yanlış muhasebesi farzdır; mutlaka doğruya ulaşmak gerekir, sizin için bu farzdır; yanlıştan kurtulmak o işin farzıdır. Kendinizde mütekebbir yani tanrısal bir düşünce, bir hal, bir fiil, bir davranış tespit etmişseniz, yaşarken o halden kurtulmak farzdır. Farz “olmazsa olmaz” demektir, şart demektir, sizin farzınız sizin olmazsa olmazınızdır. Diyelim kurtuldunuz, doğru davranışı geri dönüşsüz yakaladınız, o halin doğrusunu geri dönüşsüz yapıyorsunuz, siz şimdi o halin farzını tamamlamış oldunuz; o davranışınızla, o duygunuzla, o halinizle ilgili farzı tamamladınız. Peki, iş tamam mı, gayretleriniz bitecek mi? Hayır! Eğer talipseniz bu sefer sizin için yeni bir mücadele başlar. Bu mücadele “yapsanız da olur yapmasanız da” kapsamındaki bir işi yapabilme mücadelesidir. Çünkü siz, bir düşüncenizi, bir hal veya fiilinizi mütekebbir yapıdan, tanrısal yapıdan, ilahlık iddiasından geri dönüşsüz kurtardınız, onunla ilgili iş bitti. O iddiadan kurtardığınızda artık o dosya tamam demektir. O konudaki doğruyu geri dönüşsüz sürdürdüğünüz için yeni bir şey yapmanız gerekmez. Ama yeni bir şey yapmak isterseniz, yeni bir şey yaparsanız ona “nafile” denir. Talibseniz yani siz isterseniz başlayacak yeni şey nafiledir. Farzı tamamlayıp da nafileye geçen için başlayacak olan ise “daha iyisi ne?” arayışıdır. “Doğru-yanlış” muhasebesi bittikten sonra başlayacak şey, “daha iyisi-doğrusu” nedir, bu yaptığımın daha iyisi nedir arayışıdır.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti